- 789 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
ÜÇ GÜN ÜÇ GECE DEĞİL HEP UYUSUN TÜM KÖTÜLÜKLER... ( BÖLÜM 1 ve 2 )
Karanlığın yerini alan güneşin ışıkları, perdelerin açılmasıyla hücum ettiler küçük odanın içerisine. Her sabah yaptığı gibi, camları açtı odanın havalanması için ve tülleri sıkı sıkı kapattı, kenarlardan kontrol etmeyi unutmadı. Bahçe katında olan evlerinin önünden gelen geçenlerin içeriyi görmelerinden rahatsızlık duyuyordu. Üç gündür evden çıkamıyordu. İşinden izin almış, bir hafta yetecek kadar ekmek süt meyve abur cubur bir şeyler depo etmiş, telefonlara kapılara vs bakmıyor, sabırla ve büyük bir endişeyle karısının uyanmasını bekliyordu.
Kahvaltı hazırlamaya mutfağa geçmeden tekrar karısının yattığı yere bir göz attı...
Kanepede öylece yatıyordu. Gözleri kapalı. Uyuyordu. Üç gündür hiç uyanmadan uyuyordu. Bir kac sene önce yine böyle uyumuştu. O zaman bir gün süren uyku hali, bu sefer üç günü bulmuştu. Yüzündeki morluklar henüz geçmemişti. Bir kaç çizik ve burnunun şişliği ve yanağındaki çürük izi olmasaydı, doktor çağıracaktı. Ama dayak yediği her halinden anlaşılacağı için, maalesef ki bunu yapamazdı. Eşinin uyanmasını beklemekten başka bir çaresi yoktu.
Hafif bir ses çıkarması üzerine, geri döndü yatağın başına kadar koştu adeta. Uyanması için neler yapmamıştı. Ama bir türlü tepki vermiyordu karısı. Elleriyle sildi ıslanan yanaklarını. Yine ağlıyordu işte. Ilık ılk damlalar sızıyordu solgun güzel yüzünden. Yemesi içmesi, gülmesi konuşması hiç bir yaşam belirtisi yoktu. Sadece ağlamak nefes almak ve sürekli uyumak...
Eğildi öptü yanaklarından, dudakları ıslandı tuzlu tuzlu gözyaşlarıyla. Köpekler gibi pişman olmak bu olsa gerek. Ellerine aldı, ellerini sıktı avuçlarının içinde. Elleri buz gibiydi. Eğildi dinledi tekrar nefesini. Yok nefes alıyordu, bir an ölmüş olacağı geldi aklına. Üç gündür binlerce defa korkmuştu, binlerce defa kontrol etmişti nefesini.
Ve yine binlerce kez yaptığı gibi şükretti yaşadığı için. Ve yine lanet okudu kendisine binlerce, şu üç gün içinde... Lanet okudu öfkesine... Ve yine küfretti sabırsızlığına, konuşmasına bile musade etmediğine hayıflandı tekrar tekrar. Kendisini savunmasına fırsat vermediği için adaletsizliğine, attığı dayak yüzünden gaddarlığına, acımasızlığına ve tüm yaptığı salaklıklarının cümlesine lanet okudu. Ama ne yazık ki her şey için çok geçti artık. Belki de hiç uyanmayacaktı karısı.
’’ Aman Allahım! Ya ölüp giderse hiç gözünü açmadan, ne yaparım ben! ’’ diye mırıldandı.
Kapının güm güm vurulması ile sıçradı daldığı düşüncelerden. Bu sefer zil çalmak yerine kapıyı yumruklamaları komşuların sabırsızlığnı ve kararlılığını gösteriyordu. Yine kapıyı açmazsa polisi arayacaklarından korkarak, ani bir kararla koştu ve açtı kapıyı. Bir şekilde kapıdan göndermesi gerekiyordu komşuları. ’ Annesine gittiğini falan söylerim’ diye düşündü, hızlı bir şekilde...
Üzerinde pijamasıyla karşılarına çıkınca bir iki adım gerileyerek kapının eşiğinden uzaklaştılar kadınlar... Kendisini ilk toparlayan ve konuşmaya başlayan, orta yaşın üzerinde karısının en yakın arkadaşı alt komşuları Nezihe Hanımdı:
’ Salih Bey Aslı evde mi?
Salih Beyin sapsarı olan yüzü, tir tir titreyen elleri aslında çoktan cevap vermişti, ama kadınlar merak dolu gözlerle içeriye doğru baktıkları için fark edememişlerdi bu durumu. İçerden sesler geliyordu. Ayak sesleri...
Salih Bey, arkasına dönüp baktığında neredeyse düşüp bayılacaktı. Karısı sapasağlam ayakta ve gülümseyerek komşularına cevap veriyordu şimdi. Üzerinde yeni aldığı sabahlık vardı. Saçlarını topuz yapmış, yüzünde ne morluk ne şişlik ve çizik vs hiç bir şey olmadığı gibi, yüzünün ortasında kocaman bir gülümseme ile komşu kadınları içeri buyur ediyordu:
’ Hanımlar buyrun sabah kahvesi yapayım size, çok sevindim sizi gördüğüme!
Başının döndüğünü hatırlıyordu en son, bir de kadınların çığlıklarını:
’ Salih Bey ne oldu? Neyiniz var? Yardım edin, adam düştü yere!
Gözlerini açtığında kapının eşiğinde buldu kendisini, kapı açık değildi. Yanında hiç kimse yoktu, ne komşu kadınlar ne de gül kurusu renginde sabahlık giymiş, üç gündür hiç uyanmayan karısı.
Kapının güm güm vurulan sesi de kesilmişti. Kapıyı açmaya gittiğinde aşırı heyecandan tansiyonu düşmüş ve oracığa yığılıp kalmıştı demek ki. Ya komşu kadınlar. Onlarla hiç konuşmamıştı o zaman. Yani kapıya vurup vurup geri dönmüşlerdi. Evet evet böyle olmuştu. O zaman karısı da uyanmamıştı. Demek baygın yatarken gördüğü bir rüyaydı tüm olup bitenler. Yerden kuvvet alarak kalkmaya çalıştı. Yok henüz tam olarak kendine gelememişti, başı dönüyor gözlerinin önü kararıyordu. İçeri odaya geldiğinde ilk işi karısının yattığı kanepeye bakmak oldu. Ama yatak boştu.
Yaşasın karısı uyanmıştı. Gördüklerinin o kısmı doğruydu o vakit. İçinden dua etmeye başladı. ’ Allah’ım ne olur karım uyanmış olsun!’ Salona doğru seslendi. Kendisini boş yatağa bıraktı boş bir çuval gibi. Evde hiç ses seda yoktu. Karısı komşularla çıkıp gitmiş, evi terk etmiş veya kendisini şikayete polise de gitmiş olabilirdi.
Hepsine razıydı, yeter ki karısı uyansın ve bu kabus sona ersin. Suçluydu, vicdanının sesinden daha fazla hiç bir ceza bu kadar canını üzemezdi. Nasıl el kaldırmıştı. İlk defa bir insana vurmuştu, ilk defa bir insanı öfkesine esir düşerek yargılamadan infaz etmişti. Ve bu canı gibi değer verdiği karısıydı.
Biraz kendine geldiğinde evi aradı, tuvalet banyo her yere baktı. Yoktu. Çantası mantosu, ayakkabısı hepsi yerli yerinde duruyordu. Yedek mantosu ve çantası için dolabın kapısını açtığında gözleri faltaşı gibi açıldı. Başını aldı iki eli arasına, dolabın önüne çöktü ve ağlamaya başladı. İnanamıyordu gördüklerine. Karısı dolabın içinde eli ayağı bağlanmış, ağzı bir bantla kapatılmış bir halde giysilerin arkasında kıvrılmış yatıyordu.
Bunu kendisinin yaptığını hatırlamıyordu. Ama evde ikisinden başka kimse olmadığına göre, karısını kendisi dolaba saklamış olmalıydı. Kapı çalınca paniğe kapılıp bu şekilde davranmış ve daha sonra bayılmış olmalıydı.Neler oluyordu. Deliriyor muydu?
Bir anda ayağa fırladı ve karısını çıkardı dolaptan. Ağzından bandı çıkardı. Nefesini dinledi, yaşıyordu. Elini ayağını çözdü. Götürdü yatağa yatırdı. Karısı uyuyordu.
Acaba uyandığında tüm bu olanları hatırlayacak mıydı? Karısı bir rüya gördüğünü sanabilirdi. Öyle olması için dua etti içinden. Ya kendisi... Ne olmuştu üç gün önce ve iş buralara kadar gelmişti. Hatırlamak için zorladı kendisini, yok sadece seslerdi tek hatırladığı... Kafası allak bullaktı, bir kadın sesi yalvaran ağlayan bir kadın feryadı:
’Yapma Cengiz! Vurma, yalvarırım vurma artık!
Ama bu ses karısına ait değildi ki! Cengiz babasının adıydı. Yine çocukluğuna dönmüştü işte. Babasının öfkeyle irileşmiş gözleri geldi gözlerinin önüne. Sımsıkı kapattı gözlerini. Annesinin sesini duymamak için sımsıkı kapadı kulaklarını. Çocukken de böyle yapardı, babası annesini döverken kulaklarını, gözlerini sımsıkı yumar, ’Kestane gürgen palamut, altı yaprak, üstü bulut, gel sen, burda derdi unut, orman ne güzel, ne güzel!’ şarkısını söylerdi.
Kendisine kaç sefer söz vermişti böyle zamanlarda, büyüyüp annesinin intikamını alacaktı. Babası kadar kocaman bir adam olduğunda O’da babasına dayak atacaktı. Eşek sudan gelinceye kadar dövecekti babasını. Ama çok ödlek çıkmıştı babası. Henüz büyümeye fırsatı olmadan, alıp başını bırakıp gitmişti bir gün. Ve bir daha dönmemişti geri. Ölüm O’nun için kurtuluş gibi görünse de, bir gün hesaplaşacaklardı babasıyla. Allah’ın adaletine sonsuz güveniyordu.
Sesler kesilmişti, ellerini çekti kulaklarından, karısının yüzündeki morluklara takıldı yine bakışları... Elleriyle okşadı, merhem sürer gibi, yavaş yavaş masaj yapmaya başladı. ’Ellerim kırılsaydı da vurmasaydım sana’ Uzattı titreyen ellerine baktı, buruş buruş olmuş yaşlı ellerine. İyi ama bu eller, kendisinin elleri değildi. Neler oluyordu. Kafayı yemeye başlamıştı resmen. Annesini yıllrca, binlerce kez hırpalayan, vuran, kıran acımasızca dayak atan, bu ellerdi işte.
Tekrar baktı ellerine, normale dönmüşlerdi, ama yine zangır zangır titriyorlardı. Kalktı, yavaş yavaş camın önüne geldi. Biraz hava almak iyi gelecekti, pencerenin önünde derin derin nefes aldı. Sevgili anneciğinin sözleri geldi aklına:
’Bir gün büyüyecek ve sen de bir yuva kuracaksın. Sakın yavrum, baban gibi olma. Eğer ki bir fiske bile vurursan karına, ak sütüm haram zıkkım olsun emi!
Yeniden geldi yatağın başına, ve seslendi karısına:
’Uyan ne olur uyan artık! Söz asla bir daha vurmayacağım sana, yeminler ediyorum çok mutlu edeceğim seni...
Dışarıdan iki kadının sesiyle sıyrıldı düşüncelerinden:
’Koku buradan geliyor Ayşe Abla!
’Yaşlı kadın öldü de adamın haberi mi yok acaba?
’Adam üç gündür gözükmüyor ki zaten, karısı da çekip gitmiş, aylar olmuş gideli.
’Yaa haberim yok, kızım bu zamanda hangi kız sabreder böyle bir evliliğe, yatalak kaynana, işsiz koca...
’Ay öyle deme abla ya kolay mı, adam tek başına nerden baksan iki senedir bakıyor annesine, evlendi yine yüzü gülmedi. Çocukluğunda desen ayyaş baba dayağı ile geçmiş ömrü.
’Öyle mi ben yeniyim, pek tanımam, ama garip bir delikanlı yazık, sessiz sedasız, girip çıkar kimseye bir zararı yoktur.
’Eski komşular anlatırlar ondan biliyorum ben de pek tanımam zaten, kız abla polise haber verelim, hem yatalak kadın kurtulsun, hem de bu gencecik adam, kafayı yer böyle giderse, ev pislikten kokuyor baksana!
Polis kelimesiyle irkildi, camı sıkıca kapattı, perdeleri çekti, telaşla dolaşmaya başladı odanın içinde. Karısnı dövdüğünü öğrenirlerse hapse girebilirdi. Karısını bir yerlere saklamalıydı. Gelirlerse markete kadar gittiğini söyler başından savardı polisleri.
Odanın köşesinde duran sandığa ilişti gözleri. Sandığın içini boşaltıp buraya saklar ve polisler gidince tekrar çıkarırdı. Evet aynen böyle yapmalıydı. Hızlı ve titrek adımlarla koştu. Üzerinde yığılı yorganları bir çırpıda indirdi halının üzerine. Sandığın kağağını açtı, sandığın içinde ki bu kadın, aman Allah’ım karısını ne zaman buraya koymuştu. Hatırlamaya zorladı kendisini. Az önce düşündüğü şeyi bir anda farkına varmadan yapmıştı da unutmuş muydu? Tekrar baktı, gözlerini sımsıkı yumdu, açtı tekrar baktı... Evet sandıkta ki kadın karısıydı. Hemen arka tarafında çek yatın üzerinde ki yatağa baktı. Evet orada da bir kadın vardı. Yatakta biri yatıyordu, ama karısı değildi. Peki kimdi?
’Sessizce şarkı mırıldanmaya başlad. Sesi incecik küçük bir çocuk sesi gibi çıkıyordu şimdi. Titrek ve ağlamsı bir ses:
’Kestane gürgen palamut, altı yaprak, ütü bulut, gel sen burda derdi unut, orman ne güzel, ne güzel...