- 570 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Müsteşarın Anıları 3
Burdur Gölünü kurtarmak için pet şişeleri sırtına halatlarla bağlayan Müsteşar Hilal, emeklilik günlerini düşleyerek acaba diyordu, acaba pet şişeleri içsem de boş mu versem. Aslında haklıydı. Sonuçta yeni nesil, genetiği değiştirilmiş organizmalardan oluşuyordu. Belki de susuzluğa dayanan yeni türler üretilirdi. Tüm bu düşünce çılgınlığı içinde sağa sola bakarken, Sultanahmet Meydanındaki Çeşmeden şişeleri dolduran başka bir Türk gördü. Türk’e emin adımlarda yaklaşıyordu. Fakat tam o esnada yine o kahrolası bomba patlamıştı. Pet şişeler müsteşar Hilal’in hayatını kurtarmıştı, fakat yine de hastaneye kaldırılması gerekmişti. Hastaneye gelen Akademik Tansu ve şimdide Rusya’ya gitme yolları arayan Norveçli Yiğit, Burcunun da ziyarete geldiğini söyledi. Müsteşar Hilal sevindi, ona sevindiğimi söyleyin dedi. Burcu sarışındı ve yeşil küçük bir arabası vardı. Bezelye derdik ona. Her neyseydi, bunlar önemli değildi. Önemli olan Burdur Gölüne dökemediği sulardı, PİŞİK gene her şeyi mahvediyordu. Ne oluyorduysa onlar yüzündendi. Keşke dedi Hilal, keşke NATO’ya değil Vazoya üye olsaydık. Tansu tam da bu noktada bir haber hatırladı. Uzaydan mesaj gelmiş tam 40 bin yıl sonra, NASA’nın dedikodusu, bir iki deneme, deneme şeklinde bir mesajmış. Vah dedi Yiğit, o zaman Rusya’yı boş verin oraya gitmek zor, Plüton’a gideceğiz. Hayır, dedi Hilal Burdur Gölünü kurumaya terk edip Plüton’daki olmayan gölleri de kurutmaya gidemeyiz. Burdur Gölünü ’de yanımıza alalım dedi Burcu. Herkes ona dönüp aval aval bakıyordu. Çünkü dediği şey aşırı mantıklıydı. Aslında Burcu sarışındı ama boyaydı. Saçı sahte sarı olduğu için zekiydi. Sarışın göründüğü için ciddiye alınmıyordu. Gittin sanıyorduk dedi Yiğit, Burcu da arabamın aküsü bitmiş, kimsede de akü yoktu dedi. Hilal hemen yataktan kalktı, yiğit onu durdurdu. Çünkü yatarak tedavi sigortası vardı, en azından bir gece yatmalıydı, bedava yemek yer, TV izlerlerdi. Bu fikir hepsinin yağlarını eritmişti. Dördü birden yatağa doluşup sıkıştırıldılar. TV yi açar açmaz Esra Eros’u gördüler. Sonra küfredip kapattılar. İnsanlar aşırı sekssizdi. Bir süre üzüldüler sonra sigortanın canı cehenneme deyip hastaneyi terk ettiler. Ardlarında yumak yumak sargı bezi saça saça İstanbul’dan ta Rize’ye koştular. Neden buraya koştuk dedi Tansu. Yiğit, buradan gideceğiz, Yeşil yol… Burcu şaşırdı. Hepsine bir anlayış çöktü. Yeşil dostlarla bağlantı için yapılmış olmalıydı bu yol, yoksa yeşil değil gri yol derlerdi. Hemen yolun üstüne oturdular. Bir işaret bekliyorlardı. NASA’nın sayfasına girdiler, karşılarına çıkan iç çamaşırı mağazaları reklamını kapatma butonuna bastılar. Ve beklemeye koyuldular. Onlar işaret beklerken, tam da üçüncü günlerinde TV8 ve FOX geldi. Yanlarında STAR ve ATV de vardı bu sefer SHOW TV ve KANAL D de gelmişti, HALK TV den YANCI TV ye kadar, çeşit çeşit, bölük bölük, Atatürk Atatürk bir sürü kanal doluşmuştu. Protesto kelimesini duydu Tansu. Birden korktu, akademik olduğu için aşırı tırsıyordu. Bu yüzden basın açıklaması yapmak istedi. Fakat söylediği her kelime spikerin vurguları arasında acıklı bir hal alıyordu. En sonunda jandarma uzaya gitmek isteyen gençlerin önüne set koydu. O esnada olabilecek başka en kötü şey Pan’ın ortaya çıkması olabilirdi. Yarı keçi, yarı insan bu tanrı flütüyle ilahiler çalıp, ormanda yaşayan Pan-İslamizmleri ve Pan-Türkizmleri toplayabilirdi. Bu müthiş korkunç olurdu. Bu yüzden sargı bezlerini paylaşan Hilal, bunları sarın da belki acıyıp öldürmezler dedi. Ama yanılıyordu. Yiğit hüzünlendi bir ağıt yakmaya başladı. Burcu keşke dedi, Hindu olsaydın Yiğit. Yo, dedi yo, Hristiyan Kulüpleri daha eğlenceliydi. Ah, dedi. İçini geçirdi Yiğit. Norveç’ten niye döndün ki sen dedi Tansu. Yiğit, türküm dedi. Türküm… Türk müsün dedi Hilal Yiğit’e. Ona kızmıştı, bir ayağı Amerika’ya bulanmış, diğer ayağı Avrupa’ya, üstelik Asya’da yemek yemiş uyumuş bir adam. Sen diyordu Hilal, evrensel bir adamsın. Yiğit birden halay çekmeye başladı. Çünkü aslında Yiğit nereye giderse gitsin hep Türk olmaya mahkûmdu, bundan asla kaçamazdı. Bir kere halay biliyordu. Ve ailesi burjuvaydı. Atatürk’ün dizinde büyümüş, sonra Osmanlıcığı öğrenmiş, sonra tekrar Atatürk’ün dizinde uyumuş bir insandı. Tüm bu ağıtlar ve halaylar TV8 ve diğer kanallar tarafından naklen canlı canlı yayınlanıyordu. İnsanlar festival var sandılar. Yeşil yola akın akın insanlar gelmeye başlıyordu. Metallica’dan bir teselli ver, Müslüm Baba’dan Hotel California gibi kültürel ezgilerle coşuyorlardı. Herkes kardeşlik içindeydi, kimse sevişmiyordu. Nedendi? Bilinmiyordu. Daha dün otobüste orasını burasını dürttüğü kadın o gün orada bacı olmuştu. Müthiş bir dönüşüm içerisindeydi Halk. Halk dönüşürken Hilal gün be gün sargı bezlerini atıyordu. En sonunda iyileşmişti ve iyileştiği günün gecesinde herkes uyurken beklenen işaret geldi. Gökyüzünde süzülen bir poşet! Hilal, Yiğit’i, Tansu’yu ve Burcu’yu uyandırdı. Gideceğiz fakat sessiz olun dedi. Tam gideceklerdi ki Fatih Mandalina ayaklarına yapıştı. Kurbanınız olam beni de alın diyordu. Olmaz dediler Fatih’e. Sen Fatihsin, sen burada kalmalısın. Fatih’i gözyaşları içinde bırakıp poşete uzandılar. Poşetin içindeki çitlenmiş çekirdek kabukları yeşil yola saçıldı. Poşet konuşmaya başladı, çekirdek kabuklarından birer tane yutun. Hepsi denileni yaptı. Fakat hiçbir şey olmadı. Kendilerini Douglas Adams sanmaktan vazgeçip bağdaş kurdular. Olan tek şey yine bağırsaklarına olmuştu dördününde. Üstelik yol bok gibi griydi ve yine otostop çekmek zorundalardı. Yanılmışlardı, üstleri başları yanılgı içindeydi. Yine de pes etmiyorlardı, üçüncü havaalanına gitmeyi düşünüyorlardı şimdi de. Çünkü havaalanları oldukça yeterliyken açıldığına göre, mutlaka NASA’yla bir bağlantısı olmalıydı. Belki oradan Plüton’a düzenlenen bir sefer vardır diyorlardı birbirlerine. Belki de çevresine dikelecek AVMler de gözlem kulesi ya da uzay teleskopu olacaktır diyordu Tansu. Tansu çok pozitif bir akademikti, kadro bekleyen bir cinsti çünkü. Kadro bir açılsaydı o da Hilal gibi emeklilik günlerinin gelişi gözleyecekti. Ah ulan dediler dördü birden, olsundu dediler sonra. Hayattı bu, Amerikalı için hayat değildi ama, yalnızca bizim için hayattı. Yaşasındı İstanbul, Yaşasındı yeşil yol.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.