- 688 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Geçmişin İzleri
Geçmişin İzleri
Müzik dersimize rahmetli Mustafa Ebedi gelirdi ortaokulda. Ve biz sakal tıraşı olmadığımız zaman derse alınmazdık. Çok güzel keman çalardı öğretmenimiz. Sınıfa mehteran gibi girdiği an kesin kafa bir milyon. Kemanı çocuk gibi kucağında okşayarak geliyorsa kesin binlik şarabı devirmiştir bilirdik.
Masasına geçip birkaç denemeden sonra sandalyeye oturabilirse, sevenler ‘’ Oh düşmedi.’’ derdik. Sevmeyen de vardı alkolden dolayı yobaz o zamanda yobazdı. ‘’Fenni sünnetçi oturabildi.’’ derlerdi.
Kemanı normal taşıdığı zaman sünnetçi çantasına benzetirlerdi terbiyesizler. Ama o sarhoşken bile çocuğu gibi severdi. Şöyle bir kafayı kaldırıp sınıfı inceler kimin ne bok yediğini gözlemlerdi. Sonra eliyle okşar gibi kemanı çıkarır çenesinin altına dayar ve yay ahenkle dans ederken ceren türküsüne başlardı. Ben onun sesini şimdide duyar gibiyim. Ne zaman bir keman sesi duysam o gelir aklıma ve gözlerim dolar.
Keman ve türküsünden sonra bambaşka bir karakter olurdu, mağrur bir komutandı benim gözümde. Kimin kendisine ne gözle baktığını bilirdi, bunu meyhanede anlattı bana. Sınıf üç paralel sırayla doluydu. Sağ duvar, sol duvar ve orta sıra keman elinde gezerek çalardı o kafayla ve reaksiyonları izlermiş göz ucuyla. Zaten sınıfa sarhoş gelmezmiş ki.
35 - 40 kişilik sınıfta herkesi tahlil edermiş. Kurul toplantılarında kanaat notları verilirken öğretmenler onun gözlem ve önerilerine göre sınıf geçer ya da kalırmış. Düşünün matematik dersinden müzik öğretmeninin kanaati ile değerlendiriliyor öğrenci.
Bir keresinde bende 3 dersten kanaat notuyla sınıf geçmişim.
Hafıza o kadar güçlü ve sevdiği öğrenciyi unutmayan biri. Dedim ya sakal tıraşı olmadan derse giremiyoruz. İkili öğretim var o zaman ve öğlenciyiz öğretmenimizin dersini takip ederiz. Son dersi yoksa bizde tıraş olmayız.
Öğretmenimizin adresi belli; Arap Mahmut’un meyhanesi.
Osmaniye’nin benim hatırladığım ilk sebze hali pasaj olarak ilk yapılan yer. Nüfus 35 -40 bin civarı. Henüz göç olmamış herkes birbirini tanır. Meyhane pasajın ilk sokağının solunda, enteresan bir yapı.
Ne amaçla yapıldığını bir türlü çözemedim. 40-50 metre kare alan, çatısı Marsilya kiremidi kaplı tavan ahşap ve tahta. Tamamen siyah, kışın yanan soba ve içilen sigaraların isi yağmurda birkaç yerden akar masana damlarsa Arap Mahmut şöyle bir kenara çeker masayı iyi günündeyse, değilse kafana aksa umursamaz berekettir bereket der. Müşteri sıkıntısı yok tek meyhanede.
İşte öğretmenimizin dersi olmadığı anki mekânı, tahta masa ve tahta sandalye. Masanın üstünde ucuz çiçekli bir muşamba ama ne çiçek belli ne muşamba kirden sanki olmuş kösele. Sinek bokları ise cabası.
Öğretmenimin yeri belli gelse de gelmese de onun tertemiz masa ve sandalyesine kimse oturamaz. Birinde bir kendini bilmez oturmaya kalkmış Arap Mahmut boş şişeyi bir fırlatmış adama Allah’tan tutturamamış.
Sinirlenince Arap Mahmut’u zapt etmek ne mümkün. Adama bir ceza kesmiş ölümden beter üç gün burnunu sokma içeri demiş.
Neyse öğretmen girer içeri mübalağasız Hayyam’cıların hepsi sanki öğrenci, hepsi ayakta elleri önde bağlı.
Eliyle göğüs selamı hepsine Arap Mahmut elindeki kirli bezle sözde masayı temizler ama bez masaya değmez bile, değse masanın beyaz kâğıdı kirlenecek.
Bir binlik şarap masaya trak diye koyulmadan kimse oturmaz yerine.
Şarap Gaziantep bağlarından itinayla imal edilmiş. HASANDEDE şarabı. Ben yavaşça süzülürüm içeri. Hocamın sağ arkasında, topal bacaklı masaya, büyük adamlar otursa kırılacak olduğu için boş kalmış tek sandalyeye ilişirim.
Arap Mahmut elinde 150 gr.lık küçük bir BURÇ şarabını tebessümle bırakır çarkı kırık masaya. Kirli önlüğünün cebinden bir avuç avare leblebi masaya ikramıdır bana. Kaçmak isteyen leblebileri yakalıyı verip atarım ağzıma. Ha! Bana bardak yok ben şişe küçük ya dikerim kafama.
Öğretmenim kemanıyla verir coşkuyu, inletir duvarları. Bende dâhil salya sümük ağlamaya başlarız. Öğretmenim beni iki ay sonra fark eder ve görmezden gelir.
Ah ulan Arap Mahmut şu sandalyeye iki çivi çaksan da öğretmenimin es verdiği anda gıcırdamasa ne güzel gidiyordu hayat.
Bu arada benim şarap şişesi büyüdü. Arap Mahmut benim adabımı beğenmese adım attırmaz içeri. Artık öğretmenimde farkında, masasına ikram edilenlerden kaydırır benim masaya Arap Mahmut’a bir göz işareti yeter. Leblebim artık tabakta, ufaktan muhabbete katkı. Nede olsa âşık Meçhuli, Hüseyin Kaçıran ve baba Mahsuni Şerif’ten gördük edebi, adamı, yolu erkânı. Hâkimiyet hocamda, söz düşerse yanıt bende.
Arap Mahmut beğendiği bir söz olursa " bir doğru söz" diyerek onaylar. Bu onayı alanın bir bardak şarabı var helalinden. Bende doğru söz çok. Öğretmenimin gözü üzerimde ne içersem içeyim ödeyeceğim ücret 150 ml. şaraba 150 kuruş.
Arap Mahmut böyle işte raconu da kendi keser. Siyaset yok. Veresiye hiç yok. Babası mezardan çıksa hesabı alır. İkramı kendine bağlı, istediği cennetlik, istemediğine su bile yok.
Aylar yıllar geçti kimse cesaret edip meyhane açamadı, açanda çalıştıramadı. Edep, adap yol erkân bilmeyen, kavgacı, hırlısı, hırsızı, arsızı, uğursuzu açılan mekânı kapattırdı.
Lise yılları başladı siyasette başladı sevindiğim tek şey Arap Mahmut görmedi bu yılları.
Bir yaz akşamı ya da sonbahar mıydı pek anımsamıyorum meyhane kapalı. Kimse yok, ilginç pasajda hemen hemen kimse yok. Berbere sordum şimdi bende gideceğim dedi. Arap Mahmut ölmüş. Benden önceyi bilmem benim bildiğim ilk meyhane ve ilk meyhanecim Arap Mahmut.
Aradan çok zaman geçmedi bende ayrıldım memleketten. Yıl 1970 falandı Arap Mahmut’u tanımam 1974’e kadarda devam ettim, elimde olmayan nedenlerle zorunlu gidişim sonrası 1985 de döndüm Arap Mahmut’un meyhanesi yok, yerinde pasaj değişmiş, yeni ekler yapılmış daha kötüsü Osmaniye nüfusu yüz bini geçmiş. Bir meyhane açılmış, sandalyeler, masalar mükemmel. Şaraplar berbat o güzelim HASANDEDE burç şarap yani sinekli şarap yok.
En korkuncu o mistik havamız yok. Gözlerim öğretmeni aradı, yok. Eski müdavimlerden manav hacı ağabeyi gördüm. Zıpkın gibi delikanlıydı, on yılda çökmüş. Bende bıyığı yeni terleyen biriydim 27-28 yaşına gelmiştim. Hacı ağabeye tanıttım kendimi, elini öpmek istedim öptürmedi, öğretmenim dedim ‘’Sizlere ömür.’’ dedi.
Bir binlik şarap geldi masaya pet şişede HİTİT etiketli. Şarap da bozulmuş dedim, ‘’Evet.’’ Dedi hacı ağabeyi. İçtiğim en güzel sirke dedim, gülüştük yine sessizce.
Kenan Çelikkıran 16.01.2016
YORUMLAR
Çok beğendim yazınızı. içmenin de, meyhane kültürününde bir adabı olmalı elbette,
" ehline helaldir, na ehle haram"
çirkinde güzellik görmekle, iyi de kötülük aramak, bakış açısına bağlıdır..bana göre mesaj vardı içinde.. eline yüreğine sağlık ne güzeldi abim ayrıca yazılarınla aramıza da hoş geldin devamını dilerim saygılarımla...