KÖYLÜ VE ‘KÖYLÜ’
Sanırım ülkemizde en çok söylenen iki cümle şunlardır: ‘’Köylü şehirlinin efendisidir.’’, ‘’Temizlik imandandır.’’ Şu an birinci söz üzerinde duracağız. İkincisinin üzerinde vaazcılar durup özgün şekilde bize aktarmayı düşünebilir. En çok hafife alınan sözlerden biri gene birinci sözdür. Şimdi durup düşünelim kim kimin efendisidir?
Ufak bir şehirli azınlığı saymazsak ‘şehirli’ de ‘köylü’. Köyden yarın gelmiş gibi. Şehirlerde azınlıkta olan şehirliler üst tabakanın ufak bir kısmını oluşturuyor. Cumhuriyetin ilk dönemlerinden beri oturmuş bir düzenleri vardır. Gerisi ‘İstanbul Bağcılar’dır! Kulaklarımda Yıldız Tepe Mahallesi’nin sokaklarında yankılanan çocuk çığlıkları var. Ellerinde hava, mısır unu ve kimyasalla şişirilmiş mısır cipsine benzer bir şey. Fiyat yirmi kuruş!
Şehirlerdeki bu ‘köylüler’ aslında hakikatte köylü de değildir artık. Başka bir şeydir. Bunu ne zaman mı anladım? Köyden çıkıp İstanbul’a çalışmaya gidince anladım. Dandik bakkal gazetesi okuyan bu heriflerin çocukları bağıra bağıra köşedeki bakkaldan su, kimyasal ve tatlandırıcıdan oluşan meybuzlarını alıp yalarken ben köşe başında özgün bir köylü olarak sevdiğim kızı gözlemlerdim. Aynı zamanda köylü ve şehirli arasında kalan tabakanın durumunu da düşündüm. Sevdiğim kız yine köşedeki toptancıdan domuz katkılı bir liralık salamı eve alırken gerçek şehirlilerin bu salamı kedilerine bile ürkerek yedirdiklerini hatırlıyorum şu an.
Yine şehirdeki bu köylüler sabahları kahvaltı olarak genelde elli kuruşluk hamurumsu bir sade poğaça yerlerdi. Eğer cıvık cıvık yağlı bir Kürt böreği bulmuşlarsa değme keyiflerine! Biraz daha pudra şekeri isteyen var mı? Benim midem bulanır, serin yaz günlerinde köyde yaptığım kahvaltıyı özlerdim. O sebepten haftasonu köylü ürünlerini bulmaya çalışır, evde sıkı bir kahvaltı yapardım.
Ben o zamanlarda gerçek bir köylü olduğum için kendimle gurur duyardım. Sonraları anladım ki artık gerçek bir köylü filan değilim. Bazı şeyler kanıma işlemişti artık. Ben de akşam saatine kadar kalmış kuru bir simidi sıcak ve taze simit diye dandik bir meyve suyu ile mideye indirir, sigara yakardım.
Yine bu tabakanın ilginç alışkanlıkları gelişmiştir zamanla. Para kazanmak için her şeyden çalan köşe başlarında lahmacun-pide fırınları olurdu. Karnı aç olan var mı? Beş yıl önce kesilmiş olan koyunun kuyruk yağından yapılmış olan hoş lahmacunlar! Sebzesi ise çürümüştür… Hadi karnımızı doyuralım Malatya Pidecisinden… Ne hikmetse bu lahmacuncuların hemen hemen hepsi Elazığlıdır… İstanbul’un her tarafını işgal etmişlerdir. Kapılarının önünde rengârenk kediler dilenir.
Ben çocukken çakma köylüler gelirdi şehirlerden. Çocuklarının üstü başının Tursil (karton kutuda olan) kokmasının dışında özgün bir yönleri yoktu. Bizim üstümüz başımız o zamanlar kül suyu ile filan yıkanırdı. Çakma köylülerin çocuklarının üstleri hoşumuza giderdi. Ne kadar pahalı elbiselerdi kim bilir? Pahalı filan değildi şehirde pazardan alınan dandik parçalardı işte. Ama biz öyle giyinmediğimiz için bizim dikkatimizi çekerdi. Oysa bizim babalarımız şehirdeki pazarlardan alış veriş yapmazdı. O zamanların sağlam esnaflarından alınırdı her şey. Köylü adamın pazarda işi olmazdı, pazarın nerede olduğunu da bilmezdi. Yani bizim elbiseler bize bir iki yıl dayanırdı, o çocuklar elbiselerini bir hafta zor giyerdi.
Hayvan gübresinin kokusundan şikâyetçi olurlardı. Oysa kendileri de o bokun içinden çıkmışlardı yakın zamanda. Geçmişle bağlarını kopararak doğa ve hayvanlara karşı duyarsızlaşan bu kesim, yakın tarihte domatesin Mars’ta yetiştiği sanısına kapılabilirler. Sürekli tüketme mantığı bunların içine yerleşmiştir. Türkiye’de bu kesim olmasaydı sanırım, kapitalizmin tam anlamıyla işlemezdi. Bir asgari ücretle 2500 liralık telefonu satın alabilmelerine rağmen içinde konuşma dakikaları yoktur. Vatsahp üstünden iletişime geçerler çevreleri ile.
Şimdilerde onlara çokonella köylü diyorum (geçen gün markette çokonella görünce kahkaha attım herkes bana baktı). Güneş ve Posta gazetesi okur bunların ufak bir kısmı. Çocukları ayda yılda bir ucuz bir aşk romanı belki. Niğde’nin dağ köyündeki bir köylü bunlardan daha özgün ve bilgilidir. Ülke gündemi hakkında yorum yapabilir Niğdeli köylü, aman bunlar iki kelimeyi bir araya getirip konuşamaz. Galiba dünya üzerinde bir konu üzerinde yorum yapamama konusunda en uzman insanlar ülkemizde. Hem de İstiklal Caddesi’nde… Neyse boşverelim ‘İstiklal Caddesi köylüler’ini.
Çocuklarını bir şekilde okutmaya çalışırlar. Birçoğu gerçekten okuyor. Ama sağlıklı bireyler olarak değil. Beyinlerine mühendis-doktor ol ki bizim gibi olmayasın söylemi yerleşmiştir! Kimi doktor, kimi mühendis, kimi öğretmen! Gel görün ki durumlar kötüdür! Ülkenin sonbaharı gelmiş, güller solmuştur artık! Bir zamanlar vatandaşın biri sürekli altmışların gençlerinden bahsederdi. Şu ankiler çok iyi, derdi. O zamanların çoğu kızı orospu, birçok erkeği pezevenkti, diye eklerdi. Aman, şimdikiler orospu ve pezevenk değil de ne olmuş, diyorum.
Şu an işte ülke bunların ellerinde. Ülkeyi bunlar yönetiyor! Sen hiçbir planlama yapmadan köylüleri şehirlere doldurur, ilgilenmezsen olacağı bu. Bu iş seksenlerin başında aşırı bir artış göstererek bu güne geldi. Bir de Anadolu’nun epey doğusundan gelen Kürt kesimi vardır. Onların şimdiki durumu çok daha kötüdür (bir de ezilmişlik edebiyatı var). Şehirlerimiz neden yakılıyor? Şimdi anlaşıldı mı? Doğu’da yaşayıp Batı’ya mevsimlik işçi olarak giden iki milyonluk Kürdün elini öpmek lazım, İstanbul’da çete oluşturan Kürt gençlerini düşünce. Onlar çalışıyor, yollarda can veriyor her yıl. Gerçek Kürdün temsilcisidir tarım işçileri, ama kimse onları konuşmaz.
Köylü köylü olsun, şehirli şehirli! Hepimiz kardeş filan değiliz! Öyle bir şey yok. Ama birbirimizin hayatlarına biraz saygılı olabiliriz gene de… Ben yerini bilmeyen adamın yaşayış biçime pek saygılı olamıyorum o ayrı mesele...
YORUMLAR
Türkiye'de yatay ve dikey sınıfsal katmanlanma kargaşasını anlatmak istemişsiniz, sohbet ve öykü tadında bir tarzınız var.
O bakımdan okunurluğunuzda bir sıkıntı yok.
Yalnız, toplumbilimsel hiç bir aşamalanmanın normal olarak işlemesine izin verilmeyen ülkemizde, bundan fazlasını da beklememek gerekir.
Yani şudur, Kürtlük veya Türklük yatay sınıfsal bir aşamadır, köylülük-şehirlilik veya yerleşik-göçerlik ise dikey sınıfsal aşamalanma...
Haklı olarak sizde mevsimlik Kürt kökenden işçileri ele aldığınızda, bunu yerleştirecek bir dizge-model kategorizasyonu bulma sıkıntısı yaşamanızda çok normal diyebiliyorum.
Yine de Hill'in merkez ve çevre diyagramı toplumsallığı ile iç ve dış proleterya çelişkisiyle işe başlayabilirsiniz.
Unutmadan, en iyi uluslaşma ortamı köylülük kültürü ve köy ortamında gerçekleşiyor, bir veri olarak yazmış oluyorum.
Esenlikle...
Göktürkmen tarafından 1/18/2016 1:55:32 PM zamanında düzenlenmiştir.
ccelayir
Göktürkmen
Hiç bir sosyolojik aşamanın realize olmasına ileri tarihsel boyutluluk gidişatı olarak izin verilmiyor.
Bu şu demektir,..bilimsel, tarihsel, sosyal yasalar doğal işletilmiyor.
Sömürü tahkimli bir müdahale ile sürekli bozunuma uğratılıyor, falsifiye ve kadük- çözümsülüklez bırakılıyor.
Esenlik...
yani bravo doğrusu 'konuyu Türk 'Kürt siyasi ' bağladınız ya' hiç bişe demiyorum artık size ; yazınızı baştan sona okudum hem de kahvaltımı bölerek ; sinirlenmeyeceğim ;;;
hem bir kere köylü şehirli kalmamış böylesine adaletsiz bir ülkede ezik hep ezik kaymağın iyisini yine
güçlü olan götürüyor senin o köylün benim kentlim aynı kazanda kaynıyor ..ama içinde pişen sadece ..
her neyse sinirlenmeyeceğim Ccelayir ..