- 355 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
Anamm
ANAM
Biliyorum, herkesin en kıymetli varlığı anasıdır. Ama benim rahmetli anam bir başka anaydı. 13 Ekim 2013 günü Bucak’ta Çavuşlar mezarlığımıza uğurlamıştık güzel anamı. Özledim hem de çok. Kokuların burnumdan, hayalin gözlerimden gitmiyor anam…
12 Ekim 2013 günü Ankara Batıkent’teki evimdeydim. Kardeşim Mehmet aradı: “Abi, bişey diyeceğim üzülme, anamı kaybettik” dedi. Birden bire söyledi. Dondum kaldım, dilim tutuldu, bir şey diyemedim. Çünkü hasta değildi, ölümcül bir durumu yoktu. Elbette ölümün şah damarımızdan daha yakın olduğunu idrak edenlerdendik. Ama!!! Velakin!!!
Kendimi toparlamakta çok zorluk çektim. Ramazan günüydü iftara az bir zaman kalmıştı. Telefon görüşmemi görüp, duyan eşim ve çocuklarım olanları anlamaya çalışıyorlardı. Evimize sanki yıldırım düşmüştü. Hemen toparlanın Bucak’a gidiyoruz dedim.
Eşim ve çocuklarımızla birlikte arabamızla hemen sılaya doğru yola çıktık. Kasvetli ve hüzünlü bir yolculuktan sonra gece saat 2 de evimize geldik. Çiftliğimizdeki büyük ev inşaatımız henüz bitmemiş, ineklerimizin ahırına yakın gecekondu şeklindeki bakıcı evimiz kullanımdaydı. Merhum anamla merhum babam burada kalıyorlardı. Zira, Çavuşlardaki koca evimiz çok harabe olmuştu.
Hemen anacığımın bulunduğu odaya girdim. Yatıyordu. Çenesini bağlamışlar üzerine de bir koca bıçak koymuşlardı.
Her zaman Rabbimize dua ederdi: “Yarabbi beni çora çocuğa muhtaç etme”, “yatırıp da acı çektirme”, “yatırıp da kapılara baktırma”, “emanetini zamanında al YARABBİ” derdi. Bir insanın kalbi bu kadar mı temiz olur?
O gün bakıcı evimizde tek başınadır. Dayımın kızı karşı komşumuz Güssün abamla birlikte Kadınkuyusu Camiine giderler, Mukabele okumaya. Biraz kiloluca olduğu için son zamanlarda elinde bir sopa (ilkel baston) taşımaya başlamıştı.
Camiden çıktıklarında evlere doğru gelirlerken anam Güssün abama şöyle der: “Halam sizin işiniz gücünüz vardır, hızlı gidin evinize. Ben yavaş yavaş gelirim” diyerek onları gönderir. Ağır ağır evimize gelir. Babam da kahveler mevkiindeki kirlioğlunun kahvesindedir. Birkaç saat sonra babacığım penceresinden odasının içi dışarıdan görülebilen evimize gelir. Sağdan birinci odanın kapısına yüklenir. Kapı açılmaz. Biraz itekler yine açılmaz. Evin dışına çıkarak pencereden odanın içine bakar. Anamı kapının ağzında yatar vaziyette görür. Kolları abdest için sıvanmış, ayak çorapları çıkmış, şalvarının bacakları çemrenmiş vaziyette…
Babam şaşırır: “Allah Allah kadına bak, kapının önünde uyumuş kalmış, bu ne uykusudur ki bir türlü uyanmaz” der, kendi kendine. Sonra bahçemizde oturarak anamın uyanmasını bekler. Çünkü oda kapısının açılması mümkün değildir.
Bir müddet sonra kardeşim Mehmet gelir. “Baba niye dışarıdasın anam yok mu? der.
“Odaya giremedim oğlum, anan kapının ağzına yatmış, kapıyı açamadım, çaresiz burada serinlikte oturuyorum.”
Kardeşim hiçbir şeyin farkında değil, kapıya gelir ve itekler. Normalde anacığımın uyanması gerekir ama, ölüm soğuk bir şey kimse aklına getirmek istemez. Mehmet, “galiba anam rahatsızlanmış baba” der ve hemen Güssün abamı çağırır. “Aba koş anama bir şey olmuş galiba.”
Güssün abamız hemen koşar gelir anamı dikkatlice inceler. Anacığım, “benim öldüğümden de kimsenin haberi olmaz” derdi her zaman. Aynı dediği gibi olmuştu. Kimseden yardım istemeden, kimse görmeden, kimseye muhtaç olmadan, şükürler olsun ki cami yolunda yığılıp kalmadan, oğlunun evinde, odasında, sobacığının dibinde, abdest hazırlığı yaparken, kimseyi üzmeden, sürekli dileklerde bulunduğu gibi, “kimseciklere yük olmadan” sevdiği Rabbine kavuşmuştu.
Hiç hasta da değildi. Son zamanlarda doktora bile gitmemişti. Rabbime şükürler olsun, onun saf kalbi ve iyi niyetiyle sürekli diline dolayıp plesenk haline getirdiği dualarını aynen kabul etmişti.
Bize her işi öğretmişti. “Oğlum işlediğiniz benim ise öğrendiğiniz kendinizin” derdi. Aş pişirmeyi, yoğurt üğütmeyi, davar sağmayı, davar kırkmayı, yoğurdu keselemeyi, halı dokumayı, sökük dikmeyi, yamalık yamamayı ve daha bir çok meziyeti bir usta mahareti ile bizlere öğretmişti.
Ailenin tek okutulabilen bireyi bendim. Sürekli beni derslerim lehine kayırırdı. “Oğlum önce derslerini bitir, ondan sonra işimize bak” derdi. Okulum ve derslerim için akan suları durdururdu. Kendisinde yoksa komşudan veya nereden bulunacaksa gider bulurdu.
Sofrada eski aş varken yeni pişen aşa elini sürmezdi. Çoğu zaman eski aşı sünnetlerken yeni aş çoktan bitmiş olurdu. Yarı aç yarı tok yatardı. Babama tasarruf konusunda ikaz eder, hesabı kasabı düzgün yap, bankalarla işlerine dikkat et, yoksa benim kara davarların çullarına muhtaç hale geliriz derdi.
Dediği de aynen oldu. 1978 yılında Mart ayında Büyük abim Mustafa ve küçük kardeşim Mehmet, kamyonumuzda kazaya maruz kaldılar ve abimi kaybetmiştik. Kaza ile ilintili olarak, Rahmetli babacığım ben üniversiteyi bitirdiğim yıllarda iflas etmişti. İcra memurları, evimizdeki tek bir ineğimizi, buzdolabını, üçlü ocak
ğı, halı ve kilimleri götürmüştü. Rahmetli babam ödeyemediği iki tane 75 liralık çek yüzünden 4 ay hapse düşmüştü.
İşte o anlarda rahmetli anam sokağa ateş yakıp kara tencerede aş pişirdi. Davarlarımızın kıllarından ördürdüğü eski çulları yerlere serdi. Kendisi de 7 lira yevmiye ile İnal’lara ketire ayıklamaya gitti.
Herkeslerin ve bizlerin çok ama çok sevdiği, çilekeş, yardımsever, iyilik meleği anacığım, çocukların “çakır nenesi”, emsallerinin “ibiç kızı, çakır karısı”, “aşanımca”sı, bizlerin garip anası, sevgili eşimin biricik validesi, çocuklarımın bobannesi, garip anammmmm. Nur gölünde yat. Mekanın Cennet olsun. Rabbim bizleri Cennetinde kavuştursun. Seni çok arıyoruz çoooook.
Selam, sevgi ve dualarımla… Allah’a emanet olunuz…
18 Ocak 2016. Saat 07.00. Pazartesi. Antalya.
Yrd.Doç.Dr. Süleyman COŞKUNER
YORUMLAR
Büyüklerimizin kıymetini ne yazık ki yitirdikten sonra anlıyoruz. Kendimizi hayatın acımasız akışına kaptırıp, sağlığında ihtiyaç duydukları yeterli ilgiyi gösteremiyoruz. Ki, çoğu zaman farkında olmadan ihmal ediyoruz. Sanki hiç ölmeyeceklermiş, hep yanımızda olacaklarmış gibi zannediyoruz. Ne zaman ki aramızdan ayrılıp, kendimizi bir mezarın başında bulduğumuzda da iş işten geçmiş oluyor.
Bu vesileyle tüm ölmüşlerin mekanı cennet olsun diyorum.
S. COŞKUNER
Hocam, yazınızı hem okudum hem rahmet diledim tüm ölmüşlerimize.
Mekanı cennet olsun.
Anne ve baba acısı yüreğin en ağır yükü.
Öyle bir üslup ile anlatmışsınız ki neredeyse gözümün önünde canlandı. Hep sıralı ölüm derler demelerine de anne acısı bir evladın en büyük yıkımı. Rabbim sizlere başka acı yaşatmasın.
Saygılarımla hocam...Gecenin rehaveti ile yazınız içime öylesine işledi ki.
S. COŞKUNER
Hiç bir sevgi ya da başka bir şey anne sevgisinin yerini alamaz
anneler başka ban başkalar
Allah hiç kuluna anne ve baba acısını yaşatmasın
yazınızı okudum
Allah mekanı cennet nasip etsin
Ama her evlat anne ve babanın değerini bilmiyorlar
sevgi ile kalın...