- 1120 Okunma
- 5 Yorum
- 1 Beğeni
'bir hiç'
’Kanunlar, sizin kanunlarınız; egolarınızı ve kibrinizi yüceltmek için ortaya attığınız saçmalıklar.’
Statükocu arkadaş bu lafımdan sonra beni küçümserken, ayrıca anarşinin ve terörizmin tarihinden dem vurdu. Pencereyi açmak istiyordum, yalnız eksi yirmilerde dolaşan hava sıcaklığı yüzünden odanın içerisinde üç saat önce alıp verdiğim havayı tekrar solumak durumundaydım. Nefret ediyordum, insanın kendisine nefreti kadar zor bir durum yoktur. Ne yaparsan yap zevk alamazsın, saçmalamaya başlarsın iyi bir şeyler yapıyor olsan dahi. Elin ayağın buz tutunca, bedenen bir rahatsızlık hissedersin ama ruhunun hastalandığını fark edince acı gerçekler devreye girer: ’Biz, insan evlatları hiçiz, koca hiç.’ Bunu duyan biri ’insan aslında güzeldir, yaratılanlar arasında en güzelidir’ demesiyle konunun uzatılması da gereksiz hale gelir. Evet, insan gerçekten mükemmel bir varlık olarak yaratılmış olabilir ama bu özelliği onun hiç olmasına da engel olabilir mi?
Statükocu arkadaşla meseleyi uzatırsam, beni şikâyet edeceğini anladım. Kendini ifade etmek, düşüncelerini belli etmek bir yere kadardı.
Kahvede otururken, ortadaki paslı sobaya tavukçudan aldıkları kartonları sıkıştırıp atan çaycı taze çaydan biraz sonra getirecekti. Taburenin üzerinde oturan koca bir hiçtim ben. Sigarayı elimde gezindirmekten bıkmış, tek çakışta ucundan yakıp dışarıya bakındım. Az evvel elinde çamaşır suyu olan siyah saçlı bir kız karşıdaki binanın kapısından çıkmıştı. Güzeldi güzel olmasına ama varlığımın inciten yanı olan düşüncelerimden kurtulamadığım için güzel olan her şeye de saygımı yitiriyordum. Yüz metre ilerideki bankamatik içerisinde sahip olunan banknotlar kadar değeri olan insanların dünyasında kanun dedikleri şey, parası olanın parasını korumak için geliştirilmiş sistemden başka ne olabilirdi ki?
İlçenin başka kahvesinde devrimci resimleri asılıydı. Çayı iyiydi. Biliyorum, artık basit düşünmek sağlığım için de iyi; ’çay taze mi, bayat mı, sigaradan tekel mi alırsın, kaçak mı ’ sorunsalını yaşamam yeterliydi. Başka derin düşüncelere girmenin kimseye faydası da olmazdı. Yalnız kurt avına çıkmanın mantığını bir türlü anlayamamışken, bazı fiziksel dürtüler yeniden aklımı değişik düşünceler konusunda gıdıklıyordu.
Tiranları ütopya düşüncesine iten etkinin, bir tür ego kaynaklı mevcut ’her sorunu ben çözdüm ’ havası alt ederken, tiranizm çöküşlerinin de asıl sebebi o mutlak çözüm arzusu ve kurtarıcı olma gayesiydi. Halk devletinin karakolunun önünden rahatça geçemiyorsa, bu korku cumhuriyetinin sağlıklı gelecekler var edebileceğine olan inanç elbette yok sayılabilirdi.
Arkadaş ’neye inanıyorsun’ demişti. Sormak istediği sorunun cevabı teolojik mevzuya dayanmıyordu. Basitti, ’neye inanıyorsun?’ Burada çocukların, gençlerin isimleri bende Nevruz coşkusu var ediyor dedim. ’Barış, Ümit, Yılmaz...’ Dar pencereden bakınca basit durabilirdi, anlaşılabilir olmayabilirdim, umrumda da değildi.
Plazadaki ofis mekânı, hürriyeti ve adaleti mahvetme üzerine zenginleştikçe, rahatına bakma düzeninden bahsetmek de statükocu arkadaşın yanaklarına değişik tonlarda kızarıklık sunarken, aslında kendime dönüşümü uzattığımı fark ettim.
Yastık koca kafamı kaldıramıyor, yastığın içine çöküyordu yüzüm. Gece tesettürlü bir gravity içeriyordu. Üç dört katlı binaların çatı kenarlarında oluşan buz saçakları korkunç bir diyaloğu da peşinde getiriyordu.
-Ölümün soğuk yüzü bu olsa gerek.
-Dikkat et kendine, yolundan sapma.
’Ben buraya hak ederek geldim’ derken korkunun anarşi değil, kendi kaygıları olduğunu söyleyemeyecek kadar korkak insanların elinde büyür ve değişirken yasalar, torbalar içerisine sıkışmaya başlıyor hayaller.
Gözümü açtığımda her tarafım da boş su şişeleri vardı. Mentollü kreme elimi uzatırken, koyuna benzeyen iri bir köpek acı acı uluyordu.
Kelimelerin söz olmayı beceremediği, nefesimi burkan ve bunaldığım noktada zayıf insanlığımla kendimi tanıtamadığım kişi oldum.
Şu an kimin acısı rötarlı bir deneyim sahibi olabilir, battaniye altında yüksek ateşiyle, nefesini alamayan o çocuktan başka?
Okuduğum en derin acılara sahip öykülerden biriydi, yazarın parmakları morarıp, yumuşayarak işlevsiz hale gelip, kesilmek zorunda kalması. O öyküden sonra bir şey anlatmayı denedim. İtirazım olmadı, duyguları da itinayla o anlatışa ekledim. Sonra kendime sordum bu sefer: ’İnsanlar sabrediyor mu yoksa katlanıyor mu?’
Dolmuş dolunca kalkıp, buzlu yollardan ilçeye geri dönecektik. Hiçbir şey kendimden nefret duymamı engelleyemiyordu. Motor sesini seviyordum.
YORUMLAR
Pek çoğumuzun bazı durumlar karşısında hayal kırıklığına uğradığı muhakkak olmuştur.
Böylesi durumlarda insanın her şeyin altüst olmasını istediği de oluyor elbet, ne bileyim, var olan düzen yıkılsın ve yeni bir düzen gelsin istediği de oluyor..Şu da bir gerçek ki, sonsuza dek bi huzur ve refah isterken atılan çığlık yaşadığımız âna nefret duymamıza yol açıyor.
Haksızlık yapılan durum yahut kişilere karşı ya onlardan nefret etmeli ya da kendimizi yok edene değin her şeyde kayboluruz.
Bu akıntıda sürüklenirken bunun anlamsızlığında, kendini “ hiç “ ederken, hep biraz kendinde üstünlük görme duygusu olduğunu düşünmüşümdür. Yani karşıyı küçük görme yatar bu duygunun bir yerlerinde, bana öyle gibi gelir en azından.
Belki çok alakasız oldu yazdıklarım..ama okuduklarım bende bu düşünceleri çağrıştırdı biraz da…
HakkınSesi
aslında kimseden nefret etmiyorum da, kendimden ettiğim kadar ve yine kimseyi de sevemiyorum kendim kadar. bunun çaresi elbette var ama bu ayarsızlığı kendi içinde halletmek de bence başarılı bir çözüm sayılabilir.
ha, bizim burada hiç dediğimizi, 'sıfır olma' gayesi olarak anlayabiliriz belki. o daha farklı konu ki, oklar fışink diye atılabilir canlı canlı.
nâ-gehân
"bir şey söyleyeceğim" forumda yapmaya çalıştığım sizin yazdıklarınıza dair tahlilde de tam bunu vurgulamak istemiştim.
ha şu da var; bir insan kendinden nefret ettiği nispetçe kendine hayranlık da duyabilir, bunda hemfikiriz.
HakkınSesi
bu aralar ben de sizin gibi 'vakitsiz' oldum sanırım :)
nâ-gehân
ki kastım " teşekkür " değildi biliyorsunuz..güzeldir, vakitsiz, olmak.
Saygım ile.
biraz üşütmüştüm; doktora gittim. bana "basitlik" verdi. "saat başı bir tablet al bundan, bi şeyin kalmaz" dedi.
bu basitlik de öyle bir alışkanlık yaptı ki; bi şeyleri örümcek ağları kaplamış. aklıma gelmişken ve unutmadan gidip ağlardan kurtulayım. basit basit başlayım ve bir gün öleceksem de "bir hiç" olarak ölmemeye ne kadar yaklaşabilirsem o kadar...
HakkınSesi
bu son cümlen biraz kırdı beni. hani iki parçaya parçalatan kırılma. yorulma filan değil, 'şakk' diye. büyük olan kırılma da yine de hiçlikten, varlığa gidiş var.
bir ihtimal daha var gibi. olabilir tabi.
olricx
bir zamanlar öğrencilerim olurdu. onları gaza getirmek için bu son cümleye benzer şeyler söylerdim. ve bazılarını cidden gaza getirmeyi de başarırdım.