- 1743 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
ŞİİR ve ANLATIM-1
ŞİİR ve ANLATIM-1-
Mustafa CEYLAN
Günümüz net ortamında elektroniğin verdiği imkânlarla her evde, her büroda hattâ şimdilerde mobil-kablosuz sistemle her yer ve zamanda bir matbua” var demektir. “Yasal düzenlemeleri” yapılamadığı için ülkemizde bu “net-matbua” sahipleri gönüllerinin istedikleri gibi yayın yapmaktadırlar. Matbuada kucak dolusu para vererek yayınladığınız bir kitabın dağıtım ve tanıtımı için çok çile çekeceksiniz. Oysa, net-matbuatla bu çok kolay. Otur ekranın başına, yaz aklına geleni, bir anda yüzbinlerce kişiye ulaş.
İşte bu kolaylık, bu hızlı teknolojik gelişme, son dönemde Türk şiiri üzerine tümen tümen kara bulutlar yağdırmaktadır. Şiir ırmağı çağıl çağıl akmak yerine, bulanmış durumda. İnternet adeta bir “mısra çöplüğü” haline gelmiş... Hain ve acımasız saldırılar bir yana, eser hırsızlıkları da birbirini kovalar hale geldi. Hangi birini takip edeceğimizi şaşırdık. Ve hangi birisine hukuk zemininde hak aramak için koşacağımızı bilemiyoruz.
Bunun bütün sebebi “kolaylık” mı? Kolaylık asla olmamalı! Teknoloji düzensizlik ve “kara-çamurlu” bir düzenle akıtacağına şiir ırmağımızı, temiz-düzenli ve çağıl çağıl akıtmalı! Billur ve tertemiz olmalı şiir ırmağımız ve o büyük gönül okyanusuna kavuşmak için akmalı hep….
Akmalı, akmalı diyoruz ya; çaresizlik içinde dert yanmaktan da başka bir şey de yapmıyoruz.
Bazen benim gibi birkaç “kocamışın cılız seslenişini” işitir gibi oluyoruz. Bilmem gençlerimiz faydalanıyor mu? Feryadlarımızı duyuyorlar mı? Duyuyorlar olsa, bunca “tahlil” çalışmamız oldu, bunca söyledik, yazdık bir ilerleme görürdük, bir aks-i seda alırdık.
Ama olsun, bıkmayacağız. Yazacak, söyleyeceğiz işte…
İster şiirde, ister nesirde; hangi edebi türde olursa olsun EDEBİ TÜRLER dışında bence en önemli husus ANLATIM teknikleridir.
Özellikle genç şairlerimizin ve şiir yazma heyecanı ve koşusuna başlayan kardeşlerimizin, GÜZEL DİLİMİZ TÜRKÇE’nin en uygun bir şekilde yazılıp söylenmesine DİKKAT etmeleri gerekmektedir.
Bakıyorum da gençlerimiz tıpkı son zamanlarda İNGİLTERE’ de gelişen bir ŞİİR AKIMI gibi CEPLERİNE doldurdukları kelimeleri kur’a ile çekip, yan yana yazıp, diledikleri gibi mısraları alt altta dizip ŞİİR diye net ortamına yükleyip durmaktalar. Bülent ÖZCAN dostum anlatmıştı, İngiltere’ de bir cebine kök kelimeleri, öteki cebine SIFAT ve FİLLERİ koyup bir ondan bir ötekinden çekip, şansına ne çekersen onu yazıyorlar bunlar demişti. Geçtiğimiz günlerde bazı dostlarla bu konuyu açtığımda buna ÇEKMECE adı verip, sembolik ve SANAL BİR ATIŞMA’ da yapıp hayli gülüşmüştük.
Olmaz! Olmamalı! Şiir SAÇMALIK asla değildir. Şiir en GÜZEL, güzelden de güzel, çağlara yenilmeyecek bir edebi sanattır.
Bu sanatın malzemesi HARFLER –KELİMELER VE MISRALAR’ dır.
İnşaatçı bir binayı DEMİR-BETON-TUĞLA ve ÇİMENTO’ dan diker. Gökdelen de olsa o BİNA’ nın siz deyin 60, ben deyim 100-200 yıl ömrü olsun. Depreme, yangına, sele karşı dayanıklı olsun. Ama bir sonlu ömrü vardır binanın yani. Ama şiirin… Şiirin ömrü? Evet, şiir KALICI olmaya yakışan tek sanattır. Hem kendini hem şairini ÖLÜMSÜZ yapan sanat…ÇAĞLARI delip geçen, zamanı yenen güzel şiir…YIKILMAYAN, her türlü doğal afette bile DİK DURMASINI BİLEN MİMAR SİNAN’ın eseri benzeridir şiir…
O yüzden hafife alınmamalı. O yüzden BAYAĞILAŞMAMALI. O yüzden DİL’i ÇİRKEF ve iğrenç bir kaba sokmamalı, dil’in aynı zamanda “gönül” de demek olduğunu bilmeli insan…
HARFLER-KELİMELER VE MISRALAR, tamamen ANLATIM’ın temelleridir.
Şiir yazmışsın, ANLAŞILMAZ OLMAK İÇİN ÇABALAMIŞSIN GALİBA dediğimde birisine, “HOCAM NE KADAR ANLAŞILMAZ OLURSA, HATTA YAZAN OLARAK BEN BİLE ANLAMAZSAM O ŞİİR GÜZEL VE KALICI olurmuş” demez mi bir kardeşim. Hayretler içinde kaldım. Hayretler!
Tad mı, yok damağımda. Renk mi gözümde yok. Acı mı içime bağdaş kuramamış. Neş’e mi cism-i canımda en küçük bir kımıldama sağlamadı. Okudum, hiçbir şey anlamadım dedim. Güldü yüzüme ve ekledi “Demek ben başarılıyım! ”
İnsan bu kadar ANLAŞILMAZ olabilmek için çırpınır mı diye düşündüm. Ya KARACOĞLAN yayla çeşmesinde ASIRLARCA ÇALINIP SÖYLENEN O ARI-DURU TÜRKÇE ile söylemeseydi, “anlaşılmaz” olsaydı yani, ASIRLARI GEÇİP gelebilir miydi diye düşündüm. Hani koca koca ARAPÇA-FARSÇA DİVANLAR yazmışlar. Kütüphanelerimizde duruyorlar.Değerleri var, tamam, ama okuyan nerde? Ya bu koşmaktan-çılgınlıktan başka bir şey yapamayan zaman fakiri GENÇLİK ne zaman açar o eserlerin kapağını diye düşündüm. Keşke, TÜRKÇE’ ye çevrilebilselerdi…
Neyse,
ANLATIM dedik de, demek ki ÖNCELİKLİ OLAN DİL’ dir.
Şimdi gelelim ÖZELLİKLE şiirde ANLATIM TEKNİKLERİ’ne… Buraya GENÇ ŞAİRLERİMİZİN DİKKATLERİNİ ÇEKMEK istiyorum.
Şimdi bakın, ressamın birisi galerinin içine yüzlerce tabloyu asmış, sergilemiş. İnsanlar kuyrukta. Her bir resme bakıp, inceleyip geçiyorlar. Ama o tabloların içinde birisi var ki, üzerinde HİÇ BİR ÇİZGİ VE RENK YOK. Sırayla gelen insanlar “bu BOŞ tabloyu niye koymuş ki buraya” diyorlar, ama, tablonun önünde kalabalık yığılmış. Ressam koşmuş, gelmiş. Meraklı insanlar sormuşlar. “ Bu boş tabloyu buraya niye koydunuz? Hem de en pahalı fiyatı yazmışsınız? ! ” demişler. Ressam gülümsemiş. “Siz bu tabloda bir şey göremiyor musunuz? ” diye sormuş. Herkes, hep bir ağızdan “Yok, bi şey yok ki! ” demişler.
Ressam başlamış anlatmaya, “ bakın burada dedemin diktiği bir ağaç var. Dalda bir kuş, altında bir tilki ve orada şu yan tarafta da ben uzanmış yatıyorum” nasıl göremezsiniz? Kalabalık, “hani yok görünmüyor” demişler. Ressam, “Ben uyurken, daldaki kuşu zalim bir avcı gelip vurdu. Onu tilki yedi ve gitti. Zalim avcı, sonra baltasını çıkarıp ağacı parçaladı. Hayal-meyal GÖRDÜM OLAYLARI” Kalabalık hep bir ağızdan “Eeee sonra? Sonra? ” demiş. Ressam, “o zalim avcı parçaladığı ağacı alıp götürdü. O ağacı götürdükten sonra da ben uyandım, evime çekip gittim” demiş. Ve eklemiş kalabalık demek ki “geriye hiçbir şey kalmadı işte.” Kalabalık şaşırmış. Ressam, demiş onlara, BAKMAKLA GÖRMEK ARASINDA FARK VARDIR.
SİZ BAKTINIZ AMA GÖREMEDİNİZ. BEN GÖRDÜM VE YAŞADIM. AYRICA BUNU BEN DEĞİL BİR BAŞKASI DA YAŞAYABİLİRDİ, YAHUT DA GEÇMİŞTE DAHA BAŞKA BİRİSİ MESELA AĞACI DİKEN DEDEM DE YAŞAMIŞ OLABİLİR.
Şimdi bunu niye anlatıyorum derseniz, ANLATIM TEKNİKLERİ’ nin GİRİŞ KAPISI olan
Bakmak ve görmek KONUSUNU izah etmek için tabi.
Göz, BAKMAK içindir. Ama başımızdaki GÖRME ORGANI olan GÖZ kadar GÖNÜL GÖZÜMÜZ de önemlidir. İYİ ŞAİR her iki gözü de açık olandır ve özellikle GÖNÜL GÖZÜ AÇIK olandır. Aşık Veysel “âma-yani gözleri görmeyen” bir ozanımızdı. Fakat, gönül gözü açıktı, öyle değil mi?
Demek ki, hangi gözle olursa olsun BAKMALI ve GÖRMELİ. Bazen GÖRMEK işi REEL değil, fiziki değil HAYAL’ le de olur. O Gönül gözünün işidir işte. ŞAİR’ de en çok gıdasını oradan alır.
O BOŞ TABLO’ nun ressamı üç şekilde anlatmıştı boş tablosunu değil mi?
Eskilerin “TAHKİYE”, batılıların “Narration” adını verdikleri bir olayın, bir manzaranın yada KONU’nun bir ANLATIŞ DÜZENİ vardır.(Burası çok önemli! Dikkat!)
Şiirin bir ANLATIŞ DÜZENİ diyebilirsiniz buna. HİKAYE ediliş biçimi de denebilir. Basitce SIRAYA-DÜZENE KOYMAK, KARIŞTIRMAMAK da diyebilirsiniz.
YANİ, bir insan yüzü resmi çizeceksiniz GÖZ’ ü BOYUNA, BURUN yerine de KULAK koymamak gibi…
Su akar, nereye, aşağıya. Şair olmazı olduracak ya, zamanı da, takvimi de, saati de, olayları da akıtır. Tersine de akıtır. Su donar buz olur, kar olur; buharlaşır bulut olur. Sıcakta alınlarımızdan akan ter olur. Dere, göl, ırmak, deniz, okyanus olur. Ama TELEFON olur mu? Telefon olmaz ama, su “haber” de götürür. Yani MADDE-OBJE-ARAÇ-EŞYA ile EYLEM-FİİLİ iyi ayarlamak ve birbirine uygun düşürmek gerekmez mi?
***
Ressama gelelim. 3 şekilde anlatmıştı BOŞ tablosunu.
Bunlardan BİRİNCİSİnde kendisi vardı, değil mi?
İKİNCİSİNDE BİR BAŞKA ŞAHIS,
ÜÇÜNCÜSÜNDE DE DEDE’ Sİ VARDI.
Şimdi,
Bir Şiirin ANLATILIŞ-HİKAYE EDİLİŞ BİÇİMİ de aynen bunun gibidir. Yani,
1-Şair şiirini, KENDİ BAŞINDAN GEÇMİŞ gibi anlatır.
2-Şair şiirini, ÜÇÜNCÜ ŞAHISLARIN BAŞINDAN GEÇMİŞ GİBİ ANLATIR
3-Şair şiirini, DAHA ÖNCE GEÇMİŞ-BAŞKA BİR KİŞİNİN YAŞAMIŞLIĞI gibi anlatır.
İşte GENÇ ŞAİRLERimiz, en çok bu KONUDA HATA YAPMAKTALAR.
Kendi başından geçen bir anlatımda (M) harfi yoğunluğu vardır.
Gençlerimiz KELİME İSRAFI yapıyorlar. Bu birincisi.
Ne mi yapıyorlar?
Örnek: BENİM KALEMİM ‘ diyorlar. Oysa KALEMİM de ki SON (m) HARFİ ZATEN benim’i anlatmaya yetmektedir. Ne zaman BENİM KALEMİM deriz? Bir başkalarına ait kalemler varsa, onların içindekini İŞARET etmek için deriz değil mi? .
Şiir HASSASTIR. Üzerinde en KÜÇÜK bir fazlalık istemeyen DÜNYA GÜZELİ BİR SANATTIR ŞİİR. Her tarafı abur-cuburla,takmış takıştırmış, şaşkınlıktan çöp tenekesinin kapağını da göğsüne takmış güzel olur mu? Şiirde BAYAĞILAŞMAyı ayrı bir konu başlığıyla ele alacağımızdan; güzel, affedersiniz gerçekten güzel olmalı, BAYAĞILAŞMAMALI ve “klozet kapağını” da SÜS diye takmamalı değil mi?
Bakıyoruz, şairimizin şiirine KENDİ BAŞINDAN GEÇEN bir olayı yada yaşadığı bir DUYGU’yu anlatıyor şiirin başında, bir de baksak üçüncü mısrada, yada bir başka bölümde KOPMUŞ KENDİSİNDEN, ÜÇÜNCÜ ŞAHSA yada BAŞKA ZAMAN’a geçmiş.
Gerçek yada hayal hiç fark etmez, ANLATIM TEKNİĞİNİZ ya SİZİN (m HARFİ YOĞUNLUKLU) YA ÜÇÜNCÜ ŞAHISLARIN(I-R-S vb harf yoğunluklu) , VEYA GEÇMİŞ ZAMANDA OLMUŞ (Ş harfi ağırlıklı) olacaktır. Ha, bunların BİRLEŞTİRİLDİĞİ, BİR “kombinasyon” olduğu durumlar da vardır, onu ustalar yapar. Sözümüz gençleredir.
Özetle olayın içindesiniz, yada seyircisiniz, yahut da mazide olmuştur diyebiliriz olayı…
Ustalık işte bu noktada… ZAMANLAMADA YANİ…
Stadyumda maç seyretmeye gittiniz. Sahada oynayan futbolcu değilsiniz. Tezahürat yaparsınız ancak. Ama duanızla, tezahüratınızla sahadaki futbolcunun ayağına güç verebilirsiniz. Evet stadyumda, sahada oynayan FUTBOLCU’ nun ağzı ve duygusuyla maçı anlatmak ve yaşatmak başka; tribündeki seyircinin diliyle anlatmak başkadır. Siz o sahaya, O TUTTUĞUNUZ TAKIMA yüreğinizi VERİR VE YÜREĞİNİZLE SAHADA top koşturursunuz hem de, AMA ONU anlatırken, YANİ hayalen-yani tasarı olarak anlatırken seçeceğiniz kelimeler ve FİLLER farklı farklı olmalı değil mi?
Hece Vezni ile şiir yazan kardeşlerime bir önerim var
KELİME VE HARF KONUSUNDA, O DA ŞU. İnanın TÜRKÇE çok ZENGİN bir DİL… BİR şiirde TEKERRÜR(TEKRARLAMA) SANATINI kullanmıyor ve TONLAMA-VURGU yapmayacaksanız n’olur AYNI kelimeyi kullanmamaya gayret edin. Türkçe’mizde o kelimenin yerini tutan bir çok kelime daha vardır.
Hem düşünün bir ÇOCUK DOĞAR DOĞMAZ yürür mü? Çocuk beslenecek, gelişecek, zaman geçecek, büyüyecek ve ondan sonra yürüyecek değil mi? NEDEN PEKİ, ŞİİRİ DOĞAR DOĞMAZ NET ORTAMINDA YAYINLIYORSUNUZ? BEBEĞİNİZ-EVLADINIZDIR ŞİİR...ONU DOĞAR DOĞMAZ BU CANAVAR “NET ŞEHRİNE” NEDEN BIRAKIYOR VE “HADİ KOŞ” DİYORSUNUZ? ...
Hece ile yazanlara demiştim, bakın ALFABEDE BULUNAN bütün harfleri yan yana yazın, sadece mısra sonlarındaki KAFİYELERİNİZİN SON HARFLERİNİ o harflerin altına işaretleyiniz. Aynı HARFİ KAÇ KERE MISRA SONUNDA KULLANMIŞSSINIZ? Bakın ve görün olmaz mı?
Hecede ŞAİRİN ÇIKMAZI budur işte. KENDİNİ VE KELİMEYİ TEKRARDIR. Dün ustaların kullandığı UYAK ve AYAKlarla, benzetme(Teşbih) leri kullanmaktır. Bu şiiri SIĞ YAPAR.
Düşünün 4 kıtalık bir şiirin bütün KAFİYELERİNE R veya ı-a KULLANMIŞSSINIZ.. baştan sonra RRRRR veya AAAAA diyen bir şiir hoş mu olur? Türkülerimize, şarkılarımıza bakın. İlk kıta GİRİŞ, İKİNCİ KITA GELİŞME, ÜÇ VE SON KITALAR SONUÇ değil midir?
Türkü yada şarkıyı okuyan ikinci kıtaya geldiğinde VURGU yapar, yani BAĞIRIR-SESİNİ YÜKSELTİR değil mi? SES YÜKSELMESİ neyle olur? SESLİ HARFLERLE. Alfabemizde 8 sesli HARF var. Siz hangi sesli harfleri kullanmışsınız şiirinizde?
Geçenlerde bir genç şairimiz bir kitap getirdi. “Hocam beni acımasızca eleştir” dedi.”Peki darılma-gücenme yok” dedim. Bir kağıt çıkardım, alfabedeki 29 harfi yazdım ve “şiirleri okumadan, baştan başla kitabın sonuna kadar bütün şiirlerdeki KAFİYE SONLARINDAKİ HARFLER için bu kağıttaki her harfin altına bir çizik at, say” dedim. Ne görelim dersiniz? 112 sayfalık kitap sadece 6 harften meydana gelmiş KAFİYELERLE YAZILMIŞ. Mahcup oldu o genç kardeşim. “Anladım hatamı hocam” dedi ve “bu kitabı KEŞKE YAYINLAMADAN EVVEL SİZE BİR GÖSTERSEYDİM” dedi ve gitti. O da NET ORTAMINA değil evladlarını-şiirlerini doğar doğmaz, besleyip büyütmeden KİTAP ORTAMINA KOŞ BAKALIM diye sunuvermişti. Üzüldüm…
Gelelim Serbest Şiir yazan kardeşimize;
Evet o da aynı hataları, ZAMANLAMA HATALARINI yapıyordu. Getirmişti kitabını ve masaya koymuştu. Bir de üstelik “hocam sen hece şairisin ya, bak bakalım şuna demişti”. Hiç sesimi çıkarmadım.
Ona, önce NESİR -DÜZ YAZI ile ŞİİR arasındaki MANZUME ile ŞİİR arasındaki farkı anlatmaya çalıştım Ve ekledim HECE VEZNİNİ biliyor musun? O tam bilmediğini söyledi. Dedim: “En iyi SERBEST ŞİİRİ yazan şair, HECE’yi EN İYİ BİLENDİR.” Yüzüme sorgucu gözlerle baktı.
Şekil ve kalıp konusunda, N. Fazıl’ın
“Şiirin iç nefesi mutlaka dış kalıbını arayacak ve onu fatihçe zaptedecektir. Başka türlü şiir namevcuttur”
-“İnsanların güzel ve çirkinine bakarken iskeletlerini göremeyiz.Görebilseydik hepsinin iskelette birleşmiş olduğunu görürdük. Nitekim(Röntgen) camının gözlüğünde güzel ve çirkin olması gerek. Öyleyse bir şiire baktığımız zaman da onun iskeletini görmemeliyiz.Görmemeliyiz ki, gözlerine, dudaklarına, belinin inceliğine ve bacaklarına ve bütün bunların bir arada düğüm halindeki toplu endamına hayran olabilelim.”
”Yüne öyleyse şiirde şekil ve kalıp, görünen, tebrik ve ziyaret kabul eden bir ev sahibi değil, ev sahibinin boyunbağından evin paspasına kadar elini değdirmedik nokta bırakmamış sonra mutfağa çekilip kapanmış son derece titiz ve hamarat bir hizmetçidir. Ama, öylesine bir hizmetçidir ki, o giderse efendi kalmaz.”
”Şiirde şekil ve kalıp, zatiyle şekil ve kalıp olarak haykırdığı, “ben buradayım” dediği nisbette o şiir KÖTÜDÜR. O zaman o şiiri, gözlerindeki çukura alçı dökülmüş ve üzerine kömürle kaş, kirpik ve göz oturtmaya çalışılmış bir iskelet kafasına benzetsek yanlış olmaz.”şair, mutlaka bir şekil ve kalıba bağlı olan; fakat ONU AŞTIĞI, GİZLEDİĞİ, peçelediği ve manâyı ve edayı onun verâsından devşirebildiği nisbette NADİRLEŞEN BÜYÜK USTADIR.”
”Ancak, ŞEKİL VE KALIBIN KOLTUK DEĞNEKLERİYLE YÜRÜYEBİLEN NAZIMCI bir tarafa, harikulâde bir (step) temposu içinde elindeki ŞEKİL VE KALIP BASTONUNU HAVADA DÖNDÜREN BİR TARAFA…ŞAİRDE RUH, ŞEKLİ GİZLEMİYORSA O ŞAİR MİDİR Kİ? ...”
”Nazım tecrübesi içinde, sırtında kambur gibi şekil ve kalıplarını taşıyanlarla, aynı şekil ve kalıpları kaburga kemikleri gibi derisinin altında gezdiren İKİ SINIF VAR…Şirini şekil ve kalıp, öbürünü de şekil ve kalıbı ezmiştir…”
””GERÇEKTEN ŞEKİL VE KALIBI HALI GİBİ AYAĞININ ALTINA ALIP ÇİNEMEDEN ŞAİR OLABİLMENİN İMKANI DÜŞÜNÜLEMEZ. Fakat bu, şekil ve kalıbı kaldırıp atmak, onu YOK ETMEK DEĞİLDİR. Böyle bir hareketin yeri, çürük iskelet dişleri sırıtan bir şekil ve kalıp esaretinden daha aşağıdır.” “
Ve
“Şekil ve kalıbın ana unsurları, dış ahenk, vezin, kafiye gibi kaba görünüşlü ölçülerde, herhangi bir lafı günübirlikten sonsuza devşiren ve UNUTULMAZ kılan birer VASITA hikmeti vardır. Ama sadece VASITAYLA GAYEYE ERİŞİLEMEZ. EVVELA UÇMAYA DEĞER GÖVDEYİ BULACAKSINIZ VE SONRA ONU, İNCELER İNCESİ VASITALARLA KANATLANDIRACAKSINIZ. Yoksa toprakta soluyan lâgar gövdelerde boş yere çırpınan kanatlar ne kadar gülünçse, o gülünçlüğe düşmemek için kanatlarını yolmuş dazlak gövdelerin uçmaya davranışı da o nisbette acındırıcıdır.” (N. Fazıl-Poetika”) sözlerinden sonra,
N. Fazıl ile N. Hikmet arasındaki farkı anlatmaya çalıştım.
Karşımdaki delikanlı şaşırmıştı. Dinledi, dinledi “ikisinin de arasında genelden bakarsak pek bir fark yok. Fark sadece şekilde” demez mi? “fark var, hem de pek çok” dedik VE onunda koyduk önüne bir kâğıt.
“bana dere kenarında bir kavaklıktasın. Kuvvetli bir rüzgâr esiyor. O andaki duygularını öyle anlat ki, hem rüzgârın sesini, musikisini duyayım ve okudukça sen de üşü bende” dedim. Aldı kâğıdı yazdı. Ve “hocam rüzgârı hissettiremiyorum, derenin akışının sesini de istersin benden” dedi. “Elbette” dedim.
Ardından ekledim, “o dere kenarında sen değil bir başkası var, onu anlat bana. Yahut, o dere yok şu an, ama yıllar önce varmış, o zaman yaşayan Hamza dayının başından geçenleri bugün sen anlat bakalım” dedim.
Genç kardeşim, anlamıştı.
ZAMANLAMA HATALARI ve olayları-şiirlerinde ELE ALDIĞI KONULARI DİZİŞTE-SERGİLEYİŞTE HATA YAPTIĞINI.
İç AHENK ve RİTM BOZUKLUKLARINI SÖYLEDİK ARDINDAN.
VE TABİİ NESİRLE ŞİİR ARASINDAKİ FARKI…
Şiir, kelimelerin duygusal dansıdır dedik. Üzüldü… Ahenkli bir dans sergilemiyordu dizeleri. O üzüldü, ben üzüldüm…
Serbest şiir demek DELİ TAY demek değildir. Tamam, deli tay olsun, ama, tay’ da KELİME BATAKLIĞINDA BOĞULMASIN…ÇÖPLÜKTE DÜŞÜP DEBELENMESİN. SANAT YAPIYORUM DİYE “O KURAL TANIMAZ ATI” SANATSIZLIK KURALINA HAPSETMEYİN…Evet, sanatsızlık da bir kuraldır. Taya su yerine zehir içirmek gafletten öte bir şeydir. Bir kulvarda koşan taylar arasında NEFESİNİ AYARLAYABİLEN kazanır.
Yani,
Eskilerin deyimiyle TAHKİYE, batılıların deyimiyle NARRATİON, şiirde ANLATIM DÜZENİ, SERBEST ŞİİRİN DE EN ÖNEMLİ KONUSUDUR. Genç şairlerimiz serbest şiirde de maalesef bu DÜZENİ KURAMADIKLARINDAN hata yapmaktalar.
DEVAM EDECEK….
YORUMLAR
Teşekkürler hocam ŞİİR ve ANLATIM-1- Vakit ayırıp verdiğiniz bu bilgiler sadece genç nesile değil bizlerede faydalı olacak inşallah,kırk yaş üzeri aciz bir kalem olarak bende hisseme düşen dersimi alıp sayfanızdan ayrılıyorum...Bir eğitimciye yakışan bir davranıştı,fikir ve düşüncelerinizin paylaşımı... selam ve saygılarımla