silinmeyenler 1
Serin bir nisan gününün sabahında erkenden uyanmıştım. Karnım zil çalıyordu, çok acıkmıştım hemen mutfağa gittim. Annem, babam ve abim için hazırladığı kahvaltıdan arta kalanları gördüm, henüz sofrayı kaldırmamıştı annem. Küçük bir ekmeğin arasına zeytin koyup yemek masasında yemeye başladım. Ayaklarımı sandalyeden sallarken ayağın bir şeye çarptı eğilip baktım abimin beslenme çantasıymış. Abim sürekli beslenme çantasını evde unutma numarası yapardı. Çünkü kantinden aburcubur yemeyi çok severdi. Keşke bende abim gibi okula gitseydim canımın sıkıntısı belki giderdi. Hiç arkadaşım olmamıştı belki arkadaşlar edinebilirdim de. Onlarla oyunlar oynar susayana kadar koşabilirdim. Annem, yaşımın okul için küçük olduğunu söylüyor boyumda kısaymış. Annem zaten ne zaman bir şeyi çok istesem hep aynı bahaneyi söylerdi yüzüme. Bisikletim olmasını istediğimde, evden biraz uzaklaşmak istediğimde, geç yatmak istediğimde, bahçemizdeki büyük çınar ağacına tırmanmak istediğimde hep aynı cümle " kızım yaşın küçük". "Of of... Ne zaman büyüyeceğim ben, ya birde hiç büyümeden böyle kalırsam ne yaparım" diyerek korkuyordum. Bahçemizdeki çınar ağacına yaslanıp boyumun uzunluğunu çizmiştim. Her gün boyun uzamış mı diye ölçüyordum, uzamadığımı görünce de üzülüyordum. " Yaşım abimin yaşına gelse boyum aynı kalsa yine okula gidemez miyim acaba" diyerek tedirgin oluyordum... Bunları düşündükçe iyice canım sıkılmıştı o sabah. Henüz annem uyanmamıştı, yeni doğan küçük kardeşim geceleri annemi uyutmadığı için bazı günler annem çok geç kalkardı. Sessizce onları uyandırmadan bahçeye çıktım. Kafamı kaldırdım çınar ağacının tepesine doğru baktım. Ağaç o kadar büyüktü ki yüksek bir yere çıkmadan ya da ağaçtan uzaklaşmadan en tepeyi göremiyordum. Sonra başka ağaçlara baktım fakat hiçbiri onun kadar büyük değildi. Bir anda içim ürperdi. Sanki gökyüzünde bulutların arasından ki köprüden aşağı bakar gibi hissettim. Yaşım küçüktü ama çınar ağacının ne kadar yüce olduğunu anlamıştım. İyice ağaca yaklaştım. Yalnızlığımı anlamasını ister gibi ellerimi gövdesine koydum. Yalnızlık beni o kadar üzüyordu ki gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. Sonra ağacın gövdesine sırtımı vererek oturdum, ellerimi yüzüme koyup ağladıkça ağladım. Ailemle beraber mutluydum fakat onların bana veremeyeceği arkadaşlık hissini onlardan alamıyordum. Çok duyguluydum, her duyguyu içimde şiddetli yaşıyordum. Yaşım itibarı ile arkadaşlarım ile oynamak benim en arzu ettiğim fakat elde edemediğim bir şeydi. Ağlamayı bırakıp ellerimi yüzümden çektiğimde bizim çoban köpeğimiz Karabaş’ı gördüm. Yanıma gelip yatmıştı. Ayağa kalkıp beni koklamaya başladı. Sanki halimi anlamış da beni teselli eder gibiydi. İnce bir ses çıkardı, havlama ya da hırlama değildi. Hani boğuşmada yenilip kaçan köpeğin çıkardığı sesten... Sonra yanımdan uzaklaşmaya başladı bir süre adım attıktan sonra durdu bana dönüp baktı bende hemen ayağa kalkıp Karabaş’ın peşinden gitmeye başladım. Birden neşelenmeye başlamıştım. Yanaklarımdaki gözyaşlarının ince çizgileri tebessüm ettikçe siliniyordu. " Dur bekle Karabaş" diye bağırdım, hızlıca koştum onu yakalayıp boynuna sarıldım. Hemen yere yattı patileriyle bana oyunlar oynamaya başladı. O kadar gülüyordum ki kahkahalar içinde boğuluyordum. Son zamanlarda hiç bu kadar kendimi mutlu hissetmemiştim ve Karabaş ile hiç bu kadar yakınlaşmamıştım. Karabaş ayaklandı hızlıca arka bahçeye doğru dili dışarda koşmaya başladı bende peşinden giderken annem Pencereden seslendi "Kızım Aslı". Hemen annemin yanına koştum ona sarıldım oda benim yanaklarımdan öptü sonra kulağımı hafifçe çekerek "yoksa arka bahçeye mi gidiyordun? Pencereden karabaşla oynadığınızı gördüm. O tarafa koşamaya başladınız" dedi. Bende kafamı biraz eğdim bahane bulamayınca anneme tekrar sarıldım. Annem kucağına alıp salona getirdi. Önüme poşetteki oyuncaklarımı döktü. "Bunlarla oyna şimdilik bende kahvaltı hazırlayacağım, bir daha da arka bahçeye yaklaşma yoksa orda kaybolursun" dedi. Evimizin arka bahçesinde aşağı doğru uzayıp dere yatağına kadar varan bir yokuş vardı. Ayrıca boyumu aşan otlar, babamın diktiği fidanlar ve bir sürü sebzeler vardı. Annem ve babamla birçok kez oraya gidiyordum fakat bir keresinde tek başıma oraya gittiğimde uzun otların arasında kaybolmuştum. Otların arasındaki karıncaları izliyordum. Kaybolduğumun henüz farkında değildim. İki tane küçük bir tanede kocaman bir karınca buldukları yiyeceği parçalamaya çalışıyorlardı. Zaman geçtikçe karıncaların sayıyı artıyordu. Her bir karınca kopardığı parçayı alıp gidiyordu. Bende kopardıkları parçaları nereye götürüyorlar diye merak edip onları takip etmiştim. Böylelikle iyice uzaklaşmıştım. Karıncaların yuvalarını bulmuştum. Küçük bir delikten getirdikleri parçaları koyup tekrar aynı yere gidiyorlardı. Aradan bir saat kadar geçmişti. Sağıma soluma baktım evimizi göremiyordum. "Anne-baba" diye bağırmaya başlamıştım. Beni kimse duymuyordu. Bağırmaktan yorulmuştum hem de ağlıyordum. Derken baban "aslı" diye bağırdı. Hemen "baba" diye bağırdım. Yanıma geldi beni kucağına alıp eve getirdi. Annem babam gibi sakin değildi beni bir güzel azarladı. Dudaklarım büküldü koşarak babamın kucağına attım kendimi. Annem ve babam iyi anlaşırdı. Biri kızdığı zaman diğerine koşardım. Hiç bir zaman ikisi de bir anda kızmamıştı bana. Annemin kızmasıyla suçumun büyük olduğunu anlamıştım fakat kaybolarak başıma neler gelebilirdi henüz bilemiyordum tam anlamıyla. O gün akşama kadar evden dışarı çıkmamıştım. Ola ki bir annemi kızdıracak başak bir şey yaparsam onu daha çok kızdırırdım. Bende küçük kardeşimle evde oynamaya başlamıştım. Henüz benim gibi ayağa kalkıp yürüyemiyordu, bazen "agu, agu..."diye sesler çıkarıyordu. Bende o sesi tekrar duymak için yüzüne bakıp kedi-köpek sesleri çıkarıyordum, elimle karnını gıdıklıyordum. Yüzünde ani tebessümler beliriyordu buda beni eğlendiriyordu. Eğlencem bir süre sonra kardeşimin uyumasıyla son buldu fakat havada kararmaya başlamıştı. Devam etmesini istediğim eğlencem babamın gelmesiyle devam edebilirdi. Annemde yemek yapmaya başlamış abim üstü başı çamur içinde eve gelmişti. Babam kapıyı çalınca hemen koşar kapısını açardım. Eli hiç boş gelmezdi bazen küçük bir çikolata alırdı bezende ilk günden kırılan bir oyuncak. Abim benim kadar heyecanlanmazdı çikolatasını alır kenara çekilirdi. Baban pinti miydi acaba neden ucuz şeyler alırdı ki? Bilmediğim başka bir sebepten mi böyle yapardı bilemiyorum. Ama küçük şeylerle mutlu etmeyi başarırdı bizi. Zaten aile yaşantısı olarak da karınca kararınca geçinip elinde olanla sevinip elde olmayanına gam bağlamazdık. Bazen sabahları uyandığımda anneme "babamın gelmesine çok var mı" diye sorardım. Oysaki babam biraz önce gitmiş olurdu. Annem sofrayı sermeye başlamıştı babamın gelme vakti iyice yaklaşmış demekti bu. Ben iyice sabırsızlanırken kapı çaldı. Koşarak açtım kapıyı. Babamın kucağına atlayacağım sıra "dur kızım annen nerde" diye sordu. Babamın yüzü gülmüyordu çikolatamı da vermemişti. Birden yüzüm asıldı, babama kızmaya başladım içimden. Yanımdan hızlı bir şekilde mutfağa gitti. Garip bir şeyler vardı sebebini anlamaya çalışırken annem çığlık atıp ağlamaya başladı. Çok korkmuştum mutfağa gidip olan bitene bile bakamayacak kadar irkilmiştim. Abim hızlıca mutfağa koştu. Salonda bir ben kalmıştım annem ağlamaya devam ediyordu. Abim gittikten sonra bu sefer yalnızlıktan korkmaya başlamıştım. Usul usul mutfağa yaklaştım kafamı hafif bir şekilde kapıdan içeri soktum. Annem yerde yarı baygın garip sesler çıkarıyordu babamda yüzünü suyla yıkıyordu. Abim şaşkın ve korkmuş bir şekilde annemi izliyordu. Anneme yardımcı olmak istiyor fakat "elimden bir şey gelmez" der gibi yüzüme baktı. Dudaklarım büzülmüştü, küçük kalbime annemin göz yaşları yağıyordu. Abimi o an benim kadar kimse anlayamazdı. "anne ne oldu" diye soramayacak kadar dilsiz elinden tutup kaldırmak bir yana kaldırmaya yeltenemeyecek kadar güçsüz kalmıştım. Ne oluyordu acaba anlam veremiyorduk. Yoksa babam anneme çok kötü bir şey mi söylemişti de annem böyle olmuştu. Bazen tartıştıklarında annem babamla konuşmak istemiyordu yanına da yaklaşmıyordu. Ama bu tartışma gibi değildi. Aklıma başka bir şeyde gelmiyordu, acaba abim annemin neden ağladığını biliyor muydu onu da bilmiyordum. Bilinmezler içinde bilmeyi dilerken babamın gayretleri annemi ayıltmayı başarmıştı. Annemin elinden tutup sandalyeye oturtup bir bardak su verdi. Sonra annemi ayağa kaldırıp kolunu omuzuna alıp yavaş yavaş dışarıya doğru götürmeye başladı. Yataktan düşeceğim sıra beni düşmeden yakalayan annem babam olmadan yürüyemiyordu bile. Annem bendende güçsüzdü şimdi. Arkalarından ağır adımlarla onları arabaya kadar takip ettik. Babam hepimizi arabaya bindirdi hızlı bir şekilde yola çıktık. Annem çığlık atarak ağlamayı bıraksa da hızlı hızlı nefes alıp veriyordu gözlerinden de boncuk boncuk yaşlar dökülüyordu. Bir saat yolculuğun sonunun da babam arabayı durdurdu. Annemi arabadan indirip kalabalığın biriktiği eve doğru gitmeye başladılar. Bizde arabadan indirilmeyi beklerken kapımızı dayımın oğlu Ali abi açtı. Arabadan indiğimizde dedemlerin evine geldiğimizi anlamıştım. Kalabalıktan ağlama sesleri duyuluyordu. Bazı kadınlar aynı annem gibi ağlıyorlardı. Erkeklerden bir tanesi başını birinin göğsüne koymuş ağlıyordu. Başka bir erkek telefonla konuşarak yanımızdan geçti. "Ahmet’i buraya getirin hiçbir şey söylemeyin" dediğini duyabilmiştim. Ahmet kimdi, bu kadar kalabalık dedemlerde ne arıyordu, annem niye bu kadar üzülmüştü anlayamıyordum. Adeta darmaduman olmuştuk. Ali abim elimizden tutup bizi kendi evlerine götürdü. Yolda giderken cesaretlenip Ali abime o dehşet soruyu sordum " abi ne oldu". Ali abim eğildi yanağımdan öptü hiç cevap vermedi. Onunda gözleri buğulanmıştı. Aynı soruyu tekrar ona soramadım. Eve geldiğimizde Ali abinin annesi karnımızı doyurup bizi yatırdı. Hiç uykum gelmiyordu. Bir ara pencereden dışarı baktığımda kalabalığı görebilmiştim. Biraz onları izledim hala ağlıyorlardı. İçime dokunmuştu bu halleri yatağıma yatıp yorganı başıma çektim. Annemi de özlemiştim. Ondan ayrı ilk kez bir gece geçiriyordum. Bunu da bahane ederek ağlamaya başlamıştım. Hıçkırıklarımı yengemin duymasını istemiyordum elimi ağzıma kapamıştım. Gözümden yaşlar süzüle süzüle uyumuştum. Sabah çok çabuk olmuştu. Kalkıp hemen pencereden baktım. Kalabalık daha da çoğalmıştı. Annemi babamı gözlerimle aramaya başlamıştım fakat bulamıyordum. Derken bir araba kalabalığı yarıp içlerine girdi. Dayım, annem, babam, dedem... Bütün yakın akrabalarım arabanın başında biriktiler bir anda. Arabanın arkasından yeşil örtüye sarılı büyük bir kutu indirdiler. O kutuya sarılıp ağlıyorlardı. Donup kalmıştım, hayret üstü hayrete düşmüştüm. Anlayamamak hiç bu kadar beni meraklandırmamıştı. O yeşil örtülü büyük kutu kadar esrarengiz hiçbir şey görmemiştim. Kısa bir süre sonra Ali abim geldi abimle beni aşağıya indirdi. Büyük bir otobüsün içine bindik. Arka arkaya arabalarla hareket ettik. En önce kutuyu taşıyan araba gidiyordu arkasından bindiğimiz otobüs gidiyordu. Gerilerden de bizim arabayı görebiliyordum. Keşke yakınımıza gelseydi de annemi görebilseydim diye içimden geçiriyordum...
(İnşallah yazdıkça ekleyeceğim.)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.