- 951 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Tenasüh
Tam iki sene önceydi. 20 yaşında Vinay Şarma (Sharma) diğer üç arkadaşıyla birlikte hapiste mahkeme kararının üzerine idam saatini bekliyordu. Vinay ölümden ziyade ölümden sonra başına geleceğinin korkusunu yaşıyordu.
Korkudan dolayı alnında yumurta şeklinde olan siyah doğum lekesinin üzerinden soğuk terin aktığını tüm vücuduyla hissediyordu.
O güne kadar Hinduizm’in öğretilerinin hiç birini önemsememişti. Onları önemseyip inansaydı bu kadar de ölümden korkmazdı belki. Hayatının o son dakikalarında kötü şeyleri yaptığından dolayı ölümünden sonra daha da düşük bir dereceye inip ruhu bir hayvanın cisminde kendine yer bulacağından korkuyordu. Eğer o andaki gibi duyduğu korkularına her zaman önem verseydi arkadaşlarıyla beraber Delhi şehrinde toplu taşıma araçtaki o genç kıza tecavüz edip onun ölümüne sebep olmazdı ve hapiste korku içinde sürekli alnının yumurta şeklinde olan siyah lekesinin üzerinden akan terleri silip idam saatinin gelmesini beklemezdi o an.
Hapishane polisleri Vinay’ı darağacına doğru götürürken yolda “Hari Krişna, hari Krişna, Krişna Krişna hari hari. Hari Rama, hari Rama, Rama Rama hari hari” diye dua ediyordu. Gelecek yaşamında en azından tatlı bir köpek şeklinde Avrupa’da dünyaya geri dönmeyi ve sarışın bir kızın ona sahip çıkmasını istiyordu. “Ne olur beni affet de yumurta olarak bir tavuğun poposundan dünyaya indirme” diye Krişna’ya yalvarıyordu.
Münevver hanım eşinin gerçekten neden bu hale geldiğini bir türlü anlayamıyordu.
“Sorun bende miydi? Keşke ilaçlarımı öylesine düşüncesiz masa üzerine bırakmasaydım. Hayır, suçlu olan ben değilim. Asil suçlu o geri zekalı doktordu. Israr etmeme rağmen hayır olmaz deyip, kalbim için yazdığı viagra haplarını değiştirmedi” diye düşünüp duruyordu.
Eşi sürekli yaşadığı migrenini sakinleştirmek için yanlışlıkla kendi ilaçları yerine doktorun ona verdiği viagra haplarını kullanmıştı. Bunu anladığı ilk günlerde hiç önemsemedi. Hatta geceleri yatakta onun vahşi bir çoban köpeği gibi davranışından da baya hoşlanmıştı.
Ama bir gün küçük kızları “ben de Kızılderili çadırı istiyorum” diye tutturduğunda “Kızılderili çadırı nereden geldi aklına be kız” diye sordu ondan. Kızının verdiği yanıttan eşinin durumunun ne kadar vahim olduğunu anlamıştı artık.
Eşi iki hafta boyu hep viagra haplarını kullanmıştı ve bu yüzden de artık kendini kontrol edemiyordu. Duyduğu her hangi haberi, gördüğü her şeyi yalnız ‘o açıdan’ düşünüyordu.
İşte o yüzden de gazetede “Babanın öz kızına duyduğu şehvet haram değil” haberini okuduktan sonra ufacık günah falan duymadan bile rahat rahat kendi kızını seyretmekten haz alıyordu.
Kız çocuğu “Baba pijamanın önü neden öyle dik duruyor” diye sorduğunda durumu o an fark etmişti ve hemen kendini toparlamaya çalışıp düşünmeden aklına gelen ilk cümleyi yani “kızım o bir Kızılderili çadırı” diye söylemişti.
Neyse, Münevver hanım küçük kızları merak edip de olayın ta dibine gitmesin diye bir Kızılderili çadırı alıp onun odasında kurdu.
O günden sonra evden her dışarı çıktığında kızını babasıyla yalnız bırakmıyordu. Karşılarındaki tek başına yaşayan komşuları kadından eve dönene kadar kızına bakmasını rica ediyordu.
Komşuluğundaki olan yalnız kadın her zaman evinde olurdu. Sadece belli bir saatlerde köpeğini gezdirmek için dışarı çıkarırdı. Bu durumlarda da kızla babanı yalnız başlarına bırakmak zorunda kalırdı ve “Ben gelene kadar sakın çadırdan dışarı çıkma” diye kızını uyarırdı.
Komşusu iyi bir kadındı. Eşini kaybedeli çok olmuştu. Bir kızı vardı ama o da evlenip başka bir kente yerleşmişti.
İki sene önce köyde yaşayan bir akrabasını ziyaretine gitmişti. Aynı günlerde akrabasının sahip olduğu akbaş köpeği altı yavru doğmuştu. Yavru köpeklerin alnında yumurta şeklinde siyah bir leke alanı çok sevmişti. Onun hoşlandığını görünce o yavru akbaş köpeği de akrabası ona hediye etmişti.
Tam da eşinin o tehlikeli zamanının ortasında ve gazetede yayınlanan o tuhaf haberin olduğu günlerde komşusu evlerinin ziline basıp ondan bir istekte bulundu.
“Kızım doğum yaptı. Onun evine gitmeliyim. Bu süreçte benim köpeğime bakar mısınız?” diye sordu. Tabii ki o kadar iyiliğinden sonra ona hayır demek de mümkün değildi.
Bir kaç gün geçti. Bir gün komşunun köpeğini evde eşine bırakıp kızını da yanına alıp alışverişe çıktı.
Binanın önündeki bahçede apartman görevlisi kürekle çalışmaktaydı. Ona kolay gelsin deyip uzaklaştı evden.
Ama markette tam da salatalıkları poşete doldururken birden telefonu çaldı.
“Acele edin Münevver hanım hemen evinize gelin. Eşinizi, hayır köpek .. eşiniz köpeği...” diye apartman görevlisi hattın öbürü tarafından tedirgin bir ses tonuyla konuşuyordu.
Hemen taksiye atlayıp eve doğru yola koyuldu.
Salona girdiği an karşısındaki sahneyi görünce beyni birden dondu. İki elini de Kızının gözlerinin üstüne koyup salondan dışarı çıkardı. Sonra onu odasındaki Kızılderili çadırının içine sokup tekrar salona döndü.
“Allah belanı versin be adam senin” diye masa üstünde açık duran gazeteye de bir göz attı. Apartman görevlisi “Bırakın Allah aşkına gazete okumayı. Hemen bir ambulans çağırın” diye konuştu.
“Eyvah, kesin şimdi de köpeklerle o işi yapmanın kutsal bir şey olduğunu söylemişler” diye düşündü ve gazeteden yüzünü çevirip hemen acil durumunu aradı.
Doktor röntgen filmine baktı. “Of, of. Ne yaptınız zavallıya” diye karşısında duran apartman görevlisine söylendi.
“Doktor bey, bağırış çağırışlarını duyunca hemen bahçeden evlerine doğru koştum. Kürekle kapılarını da kırmak zorunda kaldım. Bir türlü ayıramıyordum o ikisini. Ne bileyim ben de öyle duymuştum işte. Elimdeki kürekle sırtından vurdum” diye yaptıklarını doktora anlattı apartman görevlisi.
“Kardeşim, sen ayırmak değil öldürmek için vurmuşsun. Bir de adamı değil köpeğin sırtından vuracaktın. Zavallının omurga diskleri yerinden oynamış. Hele o da yemeyip bir de kaynar su dökmüşsün adamın orasına” doktor dedi.
“Efendim, kürekle vurdum. İşe yaramadı. Ben de kaynar su kullandım” apartman görevlisi dedi .
“Kardeşim, sen suyla ilgili bir şeyler duymuşsun ama o duyduğun su olayı kaynar su değil. Yalnız biraz sıcak su olsaydı yeterdi. Bir taraftan adamın şeyini pişirmişsin öte yandan da köpeği korkutup daha da sıkı tutmasına neden olmuşsun” diye doktor apartman görevlisine söyledi ve sonra Münevver hanımla onun dışarıda beklemelerini istedi.
İkisi de hastane salonundaki koltuklarında oturdular. Münevver hanım televizyondan yayınlanan Muğla’daki çiftliği izlerken başına gelenlerin hepsinin biran gerçek olmadığını düşündü.
“Belki de uykudayım” diye kendi suratına bir kaç tokat attı. Yanında oturan apartman görevlisi “Aman Allahım, size ne oldu Münevver hanım” diye onun ellerinden tutup kendi vurmasına engel oldu.
“Sorun bende miydi? İlaçlarımı keşke öylesine masa üzerine bırakmasaydım. Hayır, asil suçlu o geri zekalı doktordu. Israr etmeme rağmen hayır olmaz deyip durdu. Kalbim için yazdığı viagra haplarını değiştirmedi sonunda” diye olup gidenleri tekrardan düşündü.
“Bu olaydan sonra bir de o mahallede nasıl normal yaşamalarını sürdüreceklerdi” diye, aklına geldi. Derin bir ah çekti.
Bundan sonra yediden yetmişe onlarla alay edeceğinden emindi.
Doktor ona doğru gelip “Eşinizin orasını pansuman ettim. Ama omurgasını ameliyata almamız için hastanede yatması gerekiyor. Köpeğiniz de öldü maalesef” söyledi
O anda, televizyon programında Muğla’daki çiftçi tavuğunun siyah bir yumurta bıraktığını söylüyordu. Ardından Japon bilim adamlarının araştırmalarına göre siyah yumurtanın kalp hastalığını iyileştirebileceğini de ekledi.
“Tüh kalp hastalığına da, siyah yumurtaya da, yayınladığınız saçma sapan haberlerinize de” diye hastane salonunun duvarındaki televizyona bağırdı. Sonra eşinin ve alnındaki yumurta şeklinde siyah doğum lekesi olan komşusunun ölen köpeğinin yanına gitti.
Muhammed Ahmedizade
YORUMLAR
Sevgili hocam, öykünün kurgusu tam bir zeka ürünü. Bu viagradan epey öykü çıkacağa benziyor. Hele ki Hinduizmin inançlarıyle birleşince başında yumurta şeklinde siyah leke taşıyan varlıkların ardı arkası kesilmez gibime geliyor. Vinay Şarma'nın da Delhi'de genç kıza tecavüz edip onun ölümüne sebep olmasını da Viagraya bağlasaydınız keşke. Keyifle okuduğum bir öyküydü. Teşekkürler. Saygılar
muhammed1347
Yazımı okuyup bu güzel yorumla katkıda bulunmanıza çok sevindim.
Sevgili Muhammed.
Yazının daha başında bir çelişki gördüm.
Şöyle demişsin:
O güne kadar Hinduizm’in öğretilerinin hiç birini önemsememişti. Onları önemseyip inansaydı bu kadar de ölümden korkmazdı belki. Hayatının o son dakikalarında kötü şeyleri yaptığından dolayı ölümünden sonra daha da düşük bir dereceye inip ruhu bir hayvanın cisminde kendine yer bulacağından korkuyordu.
Hinduizmde tenasuh yani bir başka bedende dirilme var. Vinay Şarma Hinduizmi önemsememiş ve inanmamış. Ama inanmadığı halde öldükten sonra bir hayvanın cisminde yeniden can bulacağından korkuyor?
Sence de çelişki değil mi?
Bunu anlayabilirsem geri kalanını da okuyacağım çünkü gerçekten de ilginç bir yazıya benziyor.
Selam ve sevgilerimle.
muhammed1347
bağlıdır. O yüzden de içinde hatalar olacak tabii. Vedanta'ya göre bir
samsara çarkı var. Yaşamla ölüm samsaranın içinde dolaşmaktadır.
Bagava gita kitabına göre bütün varlıkların kendilerine özel seviyeleri
var hatta insanları da Askerler Çiftçiler Din adamları ve... diye değişik
seviyelere ayırt etmiş. Hinduizim, halkı doğru işlere teşvik edip
kötülükten uzak durmakla onlara seviyelerinin yükselttiğini öğretir. Yani
şimdiki yaşamında ne kadar da çaba göstersen sen bir fakir olarak
yaşamalısın mesela. Yalnız iyi bir yaşam sürdüğünde üst seviyeye
geçebilirsin. Kötülüğe de yüz koyduğunda gelecek yaşamda düşük bir
seviyeye hatta bir hayvan olarak bu dünyaya geri dönersin.
Bir şey daha var. Yaşamın asil amacı ve son noktası olarak samsara
çarkından dışarı çıkmaktı. Bu işi her asırda belki bir iki kişi başarmış
olur. O kişi Yoganın bütün öğretilerini yerine getirip karmasından
kurtulan kişidir.
Çocukluğundan beri böyle bir şeylerle büyüyen çocuk ne kadar da
öğrendiği şeylere bağlı kalmasa yine de içinde o korku yer alır.
Aynen Müslüman çocuğunun dini kurallarına bağlı olmayıp ama yine de
cehennem korkusuyla yaşadığı gibi.
Sağ olun sevgili hocam.
Belki sonra bu konuyu daha da düşünüp yeni bir şeyler ekledim.