- 974 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
BABAM VE SİNEMA
Yaptığı onca haylazlık liseyi bitirmesine engel, "Arkadaş kurbanıyım." diyor usulca. Yıllar sonra bu itiraf biraz ağır olsa gerek. Karşımda oturan yetmişli yaşlarındaki babamdan bu sözleri duymak samimi itiraflarının ilk ipucu.
Yorgun gözleri ışıltılarla doluyor anıları kurcaladıkça. Annem "Fazla yorma." uyarılarını her fırsatta tekrarlıyor. Sigaranın verdiği zararların farkında olmasına rağmen duymazdan gelmişti tüm sevenlerini. Yıllarca içine çektiği her dumanın ızdırap olarak geri dönüşünü çaresizce kabulleniyor şimdilerde. Yakasına yapışan KOAH hastalığı bir poşet dolusu ilaç demek.
Kuruyan ciğerleri oksijen bolluğuna sahip Sapanca sahilinde bile yokluyor, iki fısfıs çekip yaslanıyor sandelyesine. İrileşmiş gözlerimle endişeyle izliyorum zavallı babacığımın çırpınışını. Yavaş yavaş kendine gelen kırk altı senelik kocasına "Göle karşı otursana." diyor anneciğim. Hiç istifini bozmuyor, duymazdan gelmelerine alışkınız. Ben de pek farklı sayılmam hani, almışım pek hoşlanmadığımız bu huyundan.
On günlüğüne yapılan ziyaret hasretlik gidermek için yeterli olmasa da buna da şükrediyoruz. Kara Nevzat alışkın mı tatil yapmaya? Onun hayatı evi işi, bilir mi keyif çatıp gezmeyi. Zevk-ü sefa yaşamının içinde olmadı, bir gölün başında oturup tadını çıkarmayı bile aklına getirmiyor ki, neden?
Kendi halinde yaşamayı seven bu adamın tersine annem de her anın tadını çıkarmayı bilendi. Sahilde koşuşan çocukları gülümseyerek izliyordu, sanırım eski günleri düşünüyordu. Sonra gökyüzünde uçuşan martılara çevirdi bakışlarını, sesleri huzur vermişti, gölün üstünde ne de güzel pike yapıyorlardı. Tavşan kanından höpürtederek bir yudum aldı ve bizim sohbetimize ortak oldu yeniden.
"22 Nisan 1963’te Balıkesir şehir sinemasında işe başladım, yirmi yaşındaydım." diyor. Tarihleriyle hatırlayan hafızasına şaşırdım kaldım. Balık hafızalı olan bendeniz keşke biraz olsa çekseydim. Çay bahçesinde elimde küçük not defteri habire karalıyorum, neden bu telaşım ve de merakım? Durmadan çalışmak zorunda olan bu koca çınarla senelerce konuşmaya dahi vakit bulamamışken, şu kısacık birlikteliği sonuna kadar değerlendirmeye niyetliyim.
"Tabii ki sinamada ilk çalışmaya başladığımda her işe koştum, temizlik yaptım, bilet kestim, el feneri elimde yer de gösterdim. Makinistlerin yanına gitmek yasaktı o devirde, ancak bir işin düşecek de gideceksin yanına. Ama biz bu yasakları deldik, gizliden gizliye ustalık yaptılar Sebahattin ve Hüseyin abilerim, zaar sevdirdik kendimizi. Bu şekilde kıyısından köşesinden öğrendim makinistliği."
Bir tutkuya dönüşen sinema sevdası, ekmek davasından öte miydi? Aklımı kurcalayan bu soruyla karşılaştım bir anda. Hep birlikte öğreneceğiz yaşananları irdeledikçe ve kurcaladıkça.
Gece gündüz demeden, dur durak bilmeden çalışan koca çınar yorulmak bilmez miydi? Esas mesleği devlet memurluğuydu, işini bilirdi, helal ekmeğini kazanma çabasındaydı. Emekçi olan orta direk yetiştirebilir miydi para pul. Hatta köylere anten kurmaya bile giderdi nafakasını çıkarmaya, çoğunuz bilirsiniz o dönemleri. Kırklı yaşlarda daha da iyi anlıyor ve bir kez daha takdir ediyordum.
Amma velakin bir taraftan da yalnız, yapayalnız düğün dernek gezen, ölüm olunca taziyeye giden, pazar düzen, üç tane kız çocuğu büyüten, analara babalara hizmet eden, çeyiz düzen, açıkcası her şeye koşan bir kadın. Sinema ekmek parası veriyordu vermesine de ya onca kaçırılan paylaşılamayan an. Bazen çocuk hallerimle isyan etmiyor muydum bu duruma. Hasrettik babama, sevgisini bilirdik ama yoktu olması gerektiği anda yanımızda. Okulumun hazırladığı halk oyunları gösterisinde kuğu gibi süzülüyordum sahnede, keşke o da olabilseydi.
"Mesleğe tam adım atmışken askerlik çıktı ve gittim. 1965 yılında başlayan vatan görevi tam iki buçuk yıl sürdü, o vakitler öyleydi. İlk bulunduğum yer Tunceli Hozat 3. Jandarma Er Eğitim Alayı’ydı, sonra da İstanbul Ayazağa 25. Jandarma Alayı. Askerliğimin bitmesine yakın garnizon sinemasında makinist oldum. Bu arada niye mesleğimi söylemedim diye komutanlarımdan azar bile işittim. Eee kızım sormadılar ki bir de kızıyorlardı ya anlamak imkansız. İlk günden farkımı koydum, sonuna kadar film kopmadan seyredenler makinist dairesini ziyaret etmeye ve meraklarını gidermeye geldiler. Tebrik eden edene, o günden sonra forsum da yerindeydi haa."
Babamın heyecanla anlatırken içindeki o büyük sinama sevdasını görmemek mümkün değildi. 1968 senesinde askerliğini bitirip geldiğinde Balıkesir Şan sinamasında tekrar çalışmaya başlamıştı. 1969’da ise Özel İdare’de çalışmaya başlıyor, hemen ardından da evleniyor. Evliliklerinin ilk yıllarından itibaren çift işte çalışıyor.
Annem bir anda söze giriyor, o gençlik yıllarında yaşadığı olayları anlatmaya başlıyor. Tek bir sözü özellikle yazmaya değer, "Güvenim sonsuzdu babana."
Çapkın kızlar bu delikanlının etrafında pır dönmüştü de hatta el feneriyle yer gösterirken çelme atıp düşürmüşlerdi. Utangaç mıydı Kara Nevzat yoksa o eski beyefendilerin terbiyesi mi vardı? Hâla bu yaşında kadınlara değer veren, saygıda kusur etmeyen koca çınar, anneme ihanet etmek bir yana aşkla bağlıydı. Hatta "Kınalı kekliğim, gümecim." sözleriyle hitap ederdi anacığıma. Çevresinde bulunan tüm dostlar da babama bir süre sonra "dede" lakabını koymuştu.
Yorgun, bir o kadar da mutluyduk eve döndüğümüzde, şimdiye kadar ne çok şey konuşmuş ve paylaşmıştık. Babamın yine nefesi tıkandı, beti benzi attı, cebinden fısfısını çıkardı, derin bir nefes çekti içine. Hırıldayarak, "Şimdi sinemalar bir bir kapanıyor." dedi, büktü boynunu.
H. Çiğdem Deniz.
YORUMLAR
Hayatımız anlatsak roman olur. Yazınızı okurken çok duygulandım. Babalarımızın bu hali derinden üzüyor bizleri. Tebrikler çok güzel bir yazı olmuş severek okudum Çiğdem hanım. Kutluyorum.
H. Çiğdem ŞİİRBAZ
Böyle bir paylaşım yaptığınız için çok mutlu oldum. Sinemayı yakından takip eden, izlediğim çoğu filmi bu sitede paylaşan biri olarak keyifle okudum. Büyük ihtimalle ''Cennet Sineması'' diğer adıyla ''Cinema Paradiso'' filmi (1988 yapımı, İtalya) aklıma geldi, tebessüm ettim okurken.