İŞTE ALTI YÜZ YILLIK OSMANLI
" N O T : BU YAZIYI BENİM GİBİ SİZLERDE FACEBOOK DA OKUMUŞ OLMALISINIZ. OKUYAMAMIŞ OLANLAR İÇİN KAYDEDİYORUZ. BU GÜNKÜ DURUMUMUZLA MUKAYESE EDİLMESİ BAKIMINDAN TEKRAR TEKRAR OKUNMASINDA, DOĞRULARA VE GERÇEKLERE ULAŞILMASI İÇİN YARAR GÖRÜYORUZ. Kemal Polat"
LÜTFEN OKUYUNUZ VE DAHA ÇOK KİŞİYE ULAŞMASI İÇİN PAYLAŞINIZ!
AL SANA OSMANLI!
1923’te…
Nüfus 13 milyon civarıydı, 11 milyon kişi köyde yaşıyordu.
40 bin köy vardı,
38 bininde okul yoktu.
Traktör sıfırdı, karasaban’dı.
Beş bin köyde sığır vebası vardı.
Hayvanlar kırılıyor, insanlar kırılıyordu.
İki milyon kişi sıtma, bir milyon kişi frengiydi, verem, tifüs, tifo salgını vardı, üç milyon kişi trahomluydu,
bebek ölüm oranı binde 480’di, her doğan iki bebekten biri ölüyordu.
Memlekette sadece 337 doktor vardı.
Sadece 60 eczacı vardı, sadece 8’i Türk’tü.
Diş hekimi, sıfırdı.
Dört hemşire vardı.
40 bin köy, sadece 136 ebe vardı.
Ortalama ömür 40’tı.
Yanmış bina sayısı 115 bin, hasarlı bina sayısı 12 bindi. Ülkeyi yeniden inşa etmek gerekiyordu, kiremit bile ithaldi.
Limanlar, madenler, demiryolları yabancıya aitti. Toplam sermayenin sadece yüzde 15’i Türk’tü.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan sadece dört fabrika vardı, Hereke ipek, Feshane yün, Bakırköy bez, Beykoz deri…
Elektrik sadece İstanbul, İzmir ve Tarsus’ta vardı. Otomobil sayısı bin 490’dı. Sadece dört şehirde özel otomobil vardı.
Kadın, insan değildi.
(Veremle boğuşan halk, ahırda yatarken…
Bademlerin yere göğe sığdıramadığı Abdülhamid’in 16 tane eşi vardı. Nazikeda, Safinaz, Dilpesent, Peyveste, Nazlıyar, Bidar, Mezide, Emsalinur hanım filan, 16 tane… Yaş itibariyle, tamamı çocuktu. Tayyip Erdoğan’ın dedemiz dediği Abdülmecid’in 22 eşi vardı. Ahali ineğine verecek saman bulamazken, herif sarayında iki futbol takımı kadar kadınla yatıyordu.)
Tiyatro yok, müzik yok, resim yok, heykel yok, spor yoktu. Arkeolojik eserler, öyle gizli saklı değil, padişahların hediyesi olarak, trenlerle çalınmıştı.
Kimisi alaturka saat’i kullanıyor, güneşin battığı anı 12.00 kabul ediyordu, kimisi zevali saat’i kullanıyor, güneşin en tepede olduğu anı 12.00 kabul ediyordu.
Kimisi güneş batarken grubi saat’i esas alıyordu, kimisi güneşin tamamen battığı ezani saat’i esas alıyordu. “Saat kaç birader?” diye sorduğunda, her kafadan bi ses çıkıyordu.
Kimisi hicri takvim kullanıyordu, kimisi rumi takvim kullanıyordu. Kimisinin şubat’ı kimisinin aralık’ına denk geliyordu. Herkes aynı zaman dilimindeydi ama, farklı aylarda yaşıyordu!
Dirhem, okka, çeki vardı. Arşın, kulaç, fersah vardı. Ne ağırlığımız dünyaya ayak uydurabiliyordu, ne uzunluğumuz… Ölçülerimiz ortaçağ’dı.
Erkeklerin sadece yüzde yedisi, kadınların sadece binde dördü okuma yazma biliyordu.
Okur-yazar erkeklerin çoğunluğu, subay veya gayrimüslimdi. Okul yaşı gelen her dört çocuktan üçü okula gitmiyordu.
Toplam, 4894 ilkokul, sadece 72 ortaokul, sadece 23 lise vardı. Türkiye’nin tüm liselerinde sadece 230 kız öğrenci kayıtlıydı.
Öğretmenlerin üçte birinin, öğretmenlik eğitimi yoktu. Tek üniversite vardı, darülfünun, medreseden halliceydi. Ülke bilim’den çoook uzaktı.
600 sene boyunca Türkçe’nin ırzına geçilmiş, Osmanlıca denilmişti. Arapça, Farsça, Fransızca, İtalyanca kelimeler, Levanten terimler dilimizi istila etmişti. Karşılıklı sesli-sessiz harfleri olmayan Arapça’yla Türkçe yazmaya çalışıyorlardı.
“Harf devrimi yapıldı, bir gecede cahilleştirildik, köpekleştirildik” falan deniyor ya…
İbrahim Müteferrika’dan itibaren 150 sene boyunca basılan kitap sayısı kaçtı biliyor musunuz?
Sadece 417’ydi. Bunların da çoğu gayrimüslimlerin matbaasından çıkmıştı. Ki zaten, Müteteferrika da devşirmeydi, Macar’dı.
Bu topraklara kitap gelene kadar, Avrupa’da 2.5 milyon farklı kitap basılmış, beş milyar adet satılmıştı.
Voltaire, bir kitabında şu ağır tespiti yapmıştı: “İstanbul’da bir yılda yazılanlar, Paris’te bir günde yazılanlardan azdır!”
*
Ve neymiş efendim, mezar taşı okuyacakmış…
Sen önce iki tane kitap oku da, dünyadan haberin olsun biraz!
YORUMLAR
Sayın Kemal Bey.
Yazınızın başlığı '' işte Altı Yüz Yıllık Osmanlı '' ama anlattığınız Osmanlı, Osmanlı'nın son iki yüz yıllık kısmı, Haydi üç yüz yıllık kısmı diyerek bir yüz yıl da ben ilave edeyim.
Yani siz altı yüz yıllık Osmanlıyı değil en fazla üç yüz yıllık bir Osmanlıyı anlatmışsınız. Hatta yazınızı doğru değerlendirmek gerekirse Osmanlı'nın son elli senesini anlatmışsınız zira verdiğiniz istatistikler bu döneme ait olup daha öncesine ait böyle bir istatistik yoktur.
Neyse...
Osmanlı bitti gitti şükür... Şimdi artık eskiden olduğu gibi milletin sadece yüzde yedisi okuma yazma bilmiyor. Okuma yazma bilenlerin sayısı %99 un bile. üstünde. Doktoru olmayan köy yok. O kadar çok ebe ve hemşire var ki hastanelerde artık sağlık meslek lisesi mezunlarını direkt olarak hemşire yapmıyor devlet. Üniversiteler o kadar çok arttı ki mezunları hemen iş bulamıyor da ayrıca KPSS ye hatta o da yetmiyor mülakata alınıyorlar. Yani doktorumuz, diş hekimimiz, mühendisimiz gani kıyamet. Ama gelin görün ki yine ne aya giden bizleriz, ne dünyada pek önemli olan buluşları yapan bizleriz, ne de de eğitim seviyemiz OECD Ülkeleri içinde sondan dördüncü olmaktan yukarı çıkabilmiş.
Yani efendim evet dedelerimizin mezar taşlarını okuyamasak da okuma yazma olarak muazam bir noktada olmamıza rağmen o meşhur çağdaş medeniyet seviyesini bir türlü yakalayamamışız. Bunun nedenlerini de lutfederseniz memnun olacağım.
Selam ve saygılar.
üstad...geç değil, zor değil..
zararın neresinden dönülse kardır..
bizim nesil kuruluş dizisiyle demonte edildi..
şimdiki nesil diriliş dizisiyle demonte ediliyor..
eller de dediğimiz; avrupa tarihi dizilerinde orjinalliği yakalamaya çalışıyor, bizler ise efsanelere, rüyalara hapsedilmişiz gibi..
ben de demonte edilenlerdendim..
yok nfk, yok makif, ykemal, halk şairlerimiz tekke edebiyatımız...vb
tasavvuf edebiyatı vb...
sırtımı dönem lakim yararlı olanı alırım, almalıyım...
peşlerinde afedersiz dört ayaklı olmaya artık paydos!
sanki beynimizi, tefekkürümüzü esir almıştı...
boynumuza bir ip bağlamışlardı..
yine lakin şunu sökemediler kalbimizden.. çok uğraştılar..belki bir kaç sene 5-10 sene daha devam etseydi belki de sökülecekti..
ilkokul kitaplarındaki; kiminin ayyaş, kiminin kafir dediği mustafa kemal atatürk'ü sökmeyi başaramadılar...
o dönem (kendime göre 1988-94) arası müfredatı,resimleri vb ders kitaplarını hazırlayanlardan varedici Allah razı ola..
37 yıl muhafazakar dinist bir kültürün kamburunu; sırtımdan düşümcemden belki daha son bir ayda atabildim...
ve öyle bir hafifledim ki...
yüreğim kıpır kıpır, düşüncelerim engin derya deniz gibi..
yani kürek mahkumuymuşum da özgürlüğüme kavuşmuş gibiyim...
kolay olmadı.. çok zordu...başardım kendi adıma..
din öyle bir yükmüş ki...dağlardan göklerden...
herkes inançında hür... eyvallah..saygım ebed..
lakin velakin....
daha ne dim...
eksilmeyin penceremizden dimağımızdan
sevgi ve saygı ile efendim..
İki şey var bunlarda sır.. kripto.. biri "milletimiz" dedikleri bir oluşum.. kimdir, nedir, özeti-soneti nasıldır, kendileri dahil açık veren yok, hatta çağrı yapmış olalım bilen gelsin anlatsın...
Biz biliyoruz tabi, aslında.. ama aslolan teyit.. ki, hiç bir sosyolojik ve tarihsel millet tarifine uymuyor, m/İLLETleri.
İkincisi "dinimiz" diyorlar, ama dinleri de bir tuhaf, bir kere Kur'an'a uymuyor...
Kur'ana uymuyorsa başka bir şeydir, her şeydir ama olması gereken din anlamındaki "şey" değildir.
Meşhur fıkradaki gibi.. bir karga varmış ya hani:
"..İmanım var desen, hırsızlık yapmazsın…
Milliyetçiyim desen, bayrağa kıymazsın…
Hristiyanım desen çana sıçmazsın…
Müslümanım desen rakı içmezsin…
Söyle ulan sen nesin?…”
Esenlikler dilerim, bilmukabili selam ve saygılar...
Göktürkmen tarafından 1/11/2016 6:56:30 PM zamanında düzenlenmiştir.
Çok teşekkür ederim Ahmet Kutlu Ayyüce kardeşim. Dönüşüm geciktiği için lütfen beni bağışlayınız.
Değer dost cehalet bu milletin ve hepimizin maalesef baş belasıdır. Sahibi ALLAH olan Dini - inancı olabildiğince çarpıtarak bu millete dayatıyor. Oysa halkımıza "Din, İnanç, dindarlık" diye dayatıp zorla kabulettirmeye çalıştıklarının İslam diniyle, gerçek müminlikle hiç bir alakası yok. Tamamen cahiliye döneminin safsatalarından ve insanı sadece kabuğunda esir ve mahkum etmeye yönelik, çarpık ve gizli amaçlı düşünceler. Din diye bir anlayışları, dinin kutsallığı ile bağlantıları, bu ilahi olguyu sadece "çıkar ve rant, insanlar üzerinde korku ve baskı aracı" olarak kullanmaktan ibarettir. Bu yolla insanları cahil bırakıyor, korkutuyor, kendilerine biat edecek yandaş bir toplum yaratmaya çalışıyorlar. Bu amaç ise; hem gerçek inancın, hem de uygulama alanındaki "toplumumuzun" tüm ulusların ve insanların baş belasıdır.
Tüm kötülüklerin kaynağı cehalet ve yanlış algılanıp uygulanan, gerçek amacının dışında kullanılan din inancıdır. İslam diniyse asla bu katagoriye dahil edilemez. Çünkü İslam dini çağdaş ve aydınlık yolu gösteren en son dindir. Bu inançta, cehalete, şiddete, hırsızlık , hak ve hukuk ihlallerine, insanların köle olarak kullanılmasına, zulümlere asla izin verilmemiştir. Bu hususlar hem bu dinin esası olan kur an kitabında yazılıdır, hem de kainat güzeli ve iyisi peygamberimiz Hz. MUHAMET in beyanları ile sabittir.
İşte bu günün sahte dinci ve "dindarız" diyen kimseler, bu güzel inancı kendilerine sermaye yapmış, çıkar ve avanta edinme, zavallı cahil insanları sömürme aracı olarak "din ve inancı çarpıtarah" kullanıyorlar. Bunu siyasal gücün ve etkinliklerin korkunç bir silahı ve aracı haline getirmişler. Cahil bırakılmış, korkutulup baskı altına alınmış hiç bir insan topluluğu bunlarla baş edemez durumdadır. Çünkü -Demokrasi, özgürlük- aldatmacası adı altında, siyasal egemen güçler olmuşlar.
Tüm yargı, yürütme, yasama kurumlarını da aynı güç ve yöntemleri kullanarak kendi amaç ve etki alanları halinde yalnızca kendi çıkarlarına hizmet edecek ve olanaklar sağlayacak şekil de oluşturmuşlar. İşte kendi toplumumuzdan ve ulusal varlığımızdan bahsederken, ne kadar büyük zorluklar içinde olduğumuzu vurgulamak istedik.
Bu nedenle insanların uyanması, bilhassa da aydın ve gerçek doğruya odaklı insanlarımızın cesaret gösterip ortaya çıkmaları, var olduklarını, kafalarında gizli gündemleri olanlara hissetmeleri, devinim içinde, hak ve hukukuna sahip çıkacak toplumun oluşturulması ve birlikte hareket edilmesi gerekiyor.
Çokça esenlik ve mutluluk dileklerimle selamladım sizi Ahmet Kutlu Ayyüce bey Kemal Polat