- 677 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
DİYARBAKIRDA 3 GÜN İZİN
Sigarasından bir duman, bir duman daha çekti. Hapishane duvarına dayadığı sırtı terden sırılsıklamdı, Diyarbakır sıcağı da sıcak mı sıcaktı hani, koy tavaya yumurtayı pişsin derler ya, öyle bir sıcak. Oysa temmuz, ağustos geçmiş eylülde bitmek üzereydi. Bir ara boş bakışlarla baktı havada inişe geçen uçaklara.
’’ Bu akşam yine anası ağlayacak bizim bakımcıların, her uçakta en az 3-4 kalem arıza. Gündüz bitmezse akşama devam, parça beklerler de de malzeme kalmadı, ne cumartesi var, ne de pazar’’
Önünde ki çınar ağacına çıplak ayak tabanıyla sertçe vurdu. Bir müddet havada hafif zikzaklar çizerek düşen sararmış yapraklara baktı, uzanıp bir tanesini havada yakalayıp avucunun içinde hafifçe sıktı. Un ufak olmuştu avucunda kalan parçaları sararmış çınar yaprağının.
’’İşte böyle bizi tek tek yakalayıp un ufak ediyorlar Abi ya, durup dururken 14 gün yatmak zoruma gidiyor’’ dedi. ’’Çattık bir manyağa boyuna içeri adam tıkıyor. Ses çıkaranda yok’’
’’Sen şanslıymışsın ki buraya girebilmişsin’’ dedim. ’’Bakımda uçakların altında arkadaşların anası ağlıyor bu sıcaklarda gece gündüz mesaide. Çoğu çocuklarını, ailelerini memleketlerine gönderdi. Seninki de bizim gibi oda hapsi ya göz hapsi olsaydı, Gündüz çalış gece iki saate bir nöbetçi amirine ben kaçmadım buradayım diye kağıt imzalat’’
’’Ama aklında olsun içeri girmek isteyen uyanıklar ne yapıyor biliyor musun, idareci Ahmet abiye bir ufak 35 lik takdim ediyor. O da hemen öncelikle içeri alıyor. Bir daha sefere öyle yaparsın. Yoksa çok beklersin içeri gireceğim diye.’’
Silahçı Ali astsubay da elindeki hortumla hapishanenin müebbete mahkum talihsiz çiçeklerini suluyor hem de bizi dinliyordu, ara sırada elindeki hortumu bizim ayaklarımıza tutarak serinlememizi sağlıyordu, O da 14 lük partidendi. Siyah alımlı makam arabası gibi bir arabası vardı.
Kuvvet komutanı onu arabasına tahammül edemiyormuş, bir çok subayda komutan diye onun arabasına selam verip duruyormuş, şikayet olmuş, arabanla gelme demişler, dinlemeyince, komutan önce bir bahaneyle arabasına üsse girmeme cezası vermiş, bu da olmamış, sahibine 14 gün oda hapsi cezası...
1977 yılında hiç beklemediğim anda sürgün gibi geldiğim Diyarbakır, doğunun Parisi idi bizim için, öyle diyorlardı bizim havacılar. Paris denilen bu memleket kimine göre cennetti, bize ise cehennemdi, yani yan gelip yatanlara cennet, uçak altında çalışanlara cehennem. Bir de bizim gibi hidrolik ihtisasında olursan yandım Allah ev yüzü göremezsin. Gövdeci, motorcu, elektrikçi, kader arkadaşımızdı bunlar.
Subay bölümünde Ali Albay ve Şerafettin Üsteğmen vardı..beş kişiydik. Bir de erlerin kaldığı kısım vardı.
2.taktik kuvvet komutanlığının disiplin cezaevi, Bakım komutanlığının doğusunda futbol sahasının hemen bitişiğindeydi. Komutanlıkça oda hapsi verilen üs personeli cezasını burada çekerdi. Ali Albay ’kuvvet komutanın hanımı beni içeri attırdı diyordu, Şerafettin üstğm.de kel Teyfik yzb.ile kavga etmiş, onun için o da, oda hapsindeydi.
Hapishane de yaşam güzeldi, akşamları masa kurulur, gelen giden ziyaretçilerin getirdiği içkiler, mezeler masalarımızda gecemize renk katardı.
Henüz yeni biten sigaramın dumanı daha ciğerlerimin içerisinde dolaşırken ,iki parmağımın arasında ki izmariti yere atıp sol ayağımla iyice ezdikten sonra ikincisini yaktım. hafif hırıldayan göğüs kafesimin içerisindeki ciğerlerimi iyice dolsun diye, duvara iyice yaslanıp yanımdaki motorcu arkadaşa,
’’1977 yılı Bandırma 6.ana jet Üs Uçak Bakım.lığındayım, rütbem Üst.çvş.mesleğim Hidrolik teknisyenliği, Hava kuvvetlerinde Uçak Bakım komutanlığının en ağır branşlarından biri. Ayni zamanda Eskişehir İktisadi ticari ilimler maliye bölüm 2.sınıf öğrencisiyim. Yan ödemelerdeki haksızlıkları protesto nedeniyle verilen hapis cezamı tamamladım. ayrıca bir senede terfi cezası aldım, ve birde hiç beklemediğim anda Diyarbakır’a tayinim çıktı.
Evlilik hazırlıklarımı hızlandırıp acele bir nişan yaptık ve 12 Ağustosta da düğün. temmuz ayında Diyarbakır’a gidip düğün için zar zor izin aldım. Diyarbakır bizim için cehennemin öbür adı. Uçan tabut denilen F- 100 uçakları dökülüyor. mesailer bazen sabaha kadar devam ediyor. çalışan kesim hep ayni. Bakımcılar, hat makinistleri, yani uçağı uçuranlar. Malzeme yok, malzeme aktara aktara uçakları uçurmaya çalışıyoruz.
Sabah 08.00 de başlayan mesaimiz bazen sabaha kadar sürüyor, açlık, yorgunluk, ve uykusuzluk canımıza tak diyordu. gece yemek taleplerimiz karşılanmıyor, sabah evden gelirken getirdiğimiz yemeklerle idare ediyorduk, bir ara sessiz direniş yaptık, işi yavaşlattık, işin en zor tarafı sen hangarda yağ ve yakıt kokuları içinde çalışıp uçakları sabah uçuşa verebilmek için canını dişine katarken, Bkm komutanı ve yardakçı ekibi zaman geçsin diye genelde her vardiye akşamlarında Bkm. Kontrolda rakılarını yudumlarlar, keyifleri gelince vardiyeyi bitirirlerdi.
Uzun direnişlerimiz sonunda vardiye çorbası çıkmaya başladı. Asker karavanasıdan kalanlar gece bize geliyordu. direnişte ne ki, dilekçe versen ilk amirden ,bilemedin ikincisinden dönerdi, sözlü şikayet duvar gibi yüzler kime anlatacaksın, kuzu olacaksın kuzu. Biraz daha fazla konuşup hak arayıp, direnirsen.. 3.gün..7 gün..14 izinsizlik cezası kapıdaydı. Bu cezaların en ağırıydı. gündüz çalıp, gecede iki saate bir nöbetçi amirine ben kaçmadım buradayım diye kağıt imzalatırdık,
bunun bir ileriki cezası o da hapsiydi..3-5-7-14-21-28 güne kadar birlik amirleri ve komutanlar bu cezaları verebilirlerdi. bu ceza direk hapishanede çekilirdi, bunda çalışmak yoktu. Bu cezayı mesai arkadaşlarınla birlikte çekerdin. Sen hapiste yatarken, mesai arkadaşlarımızda bizim işimizi yapardı, yani daha çok çalışırdı.
Diyarbakır cehenneminde şark hizmeti yılı belli olduğu için önemli olan sayılı günlerin geçmesiydi, bütün yaz boyunca hapishane doluydu, içeri idarecilere rüşvet verip öncelikle girmeye çalışırdık, içerde ye iç yat keyfine bak, ağlarsa dışardakinin anası ağlasın felsefesi hakimdi..
Bırak izin almayı evimize zor gidiyorduk. Diyarbakır da sağ sol çalışması yoğundu. Solun tasfiyesi hızla devam ediyordu. Bir gece öğretmen bir arkadaşla banyo kazanında, maaşımda kısıp ayırdığım parayla aldığım bir sürü kitabı ve dergiyi yaktık.
Eşim fark dersleri verip ana sınıf öğretmenliği için mücadele ediyordu, benimse okula gidip sınavlara girmem imkansızdı. Maaşlar yetersiz para yetmiyordu. Ofis semtinin tren yoluna yakın bir sokakta oturuyordum, daire 1.kat yazları serin olması tek avunma nedenimiz, kışın ısınma sorun oluyordu, Diyarbakır’ın Şırnak kömürü çok berbat, isli yanıyor ve ısı değeri düşüktü. Gaz sobası aldık bu kez gaz yok. Benzin istasyonlarında kuyruklar bitip tükenmiyor.
Devamlı mesaide olduğumuz için gidip kuyruklarda bekleyip her zaman gazda alamıyorduk. Eşim ise evde hem ders çalışıyor hem de yapma çiçek yapıp ev bütçesine katkıda bulunmaya çalışıyordu.
Diyarbakır cehennemi dediğime de pek inanmayın ha, kimine göre de cennet, yan gelip yatma yeri, örneğin bu uçakta radar sistemi olmamasına rağmen bir sürü radar personeli tayin olmuştu buraya, kantinlerde sağda solda avantalı işlerde vakit geçiriyorlar, dedim ya anası ağlayan belirli sınıftı, yani uçak bakımcıları.
Hele bir kebapçı İbrahim vardı. Bakım hangarının önüne yaktığı mangalında adana kebap yapıp satardı, tabii önce komutanlarını doyurur, sonra da parası ile personeli.
Eşim Kız meslek lisesi mezunuydu, önce ana sınıfı çocuk gelişimi farklarını verdi, bir ara vergi dairesine girecekti, müdür Bandırmalı hemşeri, ilk sınavlara girdi, ne yazık ki hızlı atama ve kıyımların yaşandığı yıllarda bizim Torpil’in beklenmedik tayini çıkınca vergi dairesini başkaları kazandı.
Ama yılmadı hamile halinle Çocuk gelişimi farkları verdi, Diyarbakır da ofis semtindeki bir İlkokulda stajını yaptı. İş Ankara’ya Milli eğitim bakanlığına başvuruya kaldı. Hamile kadın halinle gidemez, ben gideyim dedim. Üç günde hallederim.
F-5 hattında iki kişiyiz, ekip şefim 65 li. yani benden dört sene kıdemli. F-5 uçağından pek anlamaz, filodaki uçakların hidrolik arızalarını bakımları beraber yapıyoruz, o olmadı mı işler yürüyor, ben olmadım mı ortalık karışıyor, ailece de görüşüyoruz.
Şefim üç gün izin dedim. işim bir günde de bitebilir hemen dönerim.
’’Ben veremem olmaz’’ dedi. ’’İşler aksar’’ ’’Ne olacak o zaman?’’ ’’Atölye şefine git, senin yerine bir adam verirse git’’
’’Atölye şefine gittim. durum böyle böyle’’ O da boynunu büktü.
’’Ekip şefin izin vermedi, bende veremem.’’
’’E ne olacak o zaman şefim’’
’’Merkezi Bkm. Komutanına çık’’
Elimde beyaz dilekçe Merkezi Bakım komutanın makamındayım,
’’Şefin vermiyorsa bende veremem. Bakım komutanına git’’ dedi. Mrk.Bkm.k. yeni Bnb. İlhan Akal.
’’Mer.Bak.Kom. izin vermiyorsa bende veremem dedi. Bkm. K.Bnb. Güçlü Yakar.
Tabii o malzeme komutanına git diyemedi.
Bu kez ben o zaman Malzeme Komutanına gideceğim dedim.
’’Git’’ dedi.
Ve biraz sonra ben Üs komutanından sonra gelen Bakımın komutanı Malzeme komutanının kapısındayım. Sevimli Osman Albayımızın. Sabah çıktığım izin alamama harekatına öğle vakti de devam ediyorum. elimde dilekçe. Bu ara önceden kurye kağıdını ayarladım doğu kuryesiyle Ankara’ya gideceğim, tabi ki kimsenin haberi yok.
’’Bak şeker evladım’’ dedi. Uzun uzun dilekçeme bakıp, bir müddet telefon konuşması yaptıktan sonra, şekerliğinden eser kalmamış bir ses tonuyla.
’’Biraz bekle astsubayım’’
Öğle olmak üzereydi, izin alamama mücadelem burada mola vermişti. evden gelirken hazırlıklı gelmiştim, ufak bir çantada sivil giysilerim evraklarım her şey hazırdı.
Sabahtan beri F-5 hattında yoktum ve uçaklar uçuyordu.
Eğer bizde izin verilecekse dilekçe falan formalitedir, şef git dedi mi gidersin, kimse hesap soramaz, yaz dilekçeni denildiğinde iş yokuştur, çok önemli bir şey yoksa izin alamazsın, iş atölye şefinde biter, tabii o şef şefse, bizlerde şef kal dediyse kalırız, şef git dediyse gideriz, askerlikten öte saygı sevgi, ağabey kardeş ilişkisi hakimdir, kendi aramızda çıkan yalakalar, üç kağıtçılar yok mudur vardır, eğer onların subay koruyucusu yoksa aramızda nefes alamaz, varsa çeker alırlar onu zaten, verirler avantalı yerlere, kantinlere, gazinolara.
Atölyede de kendi aramızda bir gerginlik vardı, biz gençler aşırı eziliyorduk, bu durumlara en çok karşı çıkan tepki gösteren ikili çeteye (Bizle uğraşan iki kıdemli abimiz) en yakın rütbeli ben olduğum için, üstler yani kıdemliler beni pek sevmezdi. astlarımı korumaya çalışır, haksızlığa karşı hemen tepki gösterirdim. Bu huyum karakterimdi. Bir de siyasal görüş, ben solcuydum.
Sayın albayımızın beni çağırmasını beklerken karargah binasının sağ tarafındaki üs komutanı odasına bir bakayım dedim, emir astsubayı yerinde yoktu, sanırım komutan yemeğe gitmiş olabilir ya da uçuştaydı. Albayımın kararı olumsuz olursa, son kararım üs komutanına çıkmaktı, ondan beni üst komutanına çıkarmasını isteyecektim.
Biraz sonra yanıma gelip,
’’Komutanların uygun görmediği bir durumda bende izin veremem’’ dedi,
’’Komutanım dedim. beni üst komutanına çıkarır mısınız, mevcut havayı yumuşatarak babacan bir edayla.
’’Hadi sen atölyene git bu izin işini orada hallet, komutanda yok zaten’’
’’O zaman ben gidiyorum. komutanım’’ dedim. Çaktım selamı.
Kurye Diyarbakır meydanına inmişti, zamanım çok azdı, komutanlık binasından bakım komutanlığına giderek, arkadaşıma bıraktığım valizimi alarak yollamaya geldim, kurye kağıdını verip ismimi manifestoya yazdırdım.
Haydi yolcular uçağa çağrısı üzerine, genelde çoğunluğunun kara kuvvetlerinden subay ve astsubayların oluşturduğu yolcu grubuyla birlikte uçağın başına gittik, manifestoda ismi okunan uçağa biniyordu, ismim okununca,
’’Oh be’’ dedim, rahatlamıştım.
İçimde ki bin bir türlü huzursuzlukla birlikte, C- 130 uçağının kulakları tırmalayan motor sesleri eşliğinde önce Karacadağ sırtlarında gezinen tek tük beyaz bulutların arasına girdik, sonra da sonsuz mavilikle buluşarak Diyarbakır üssüne veda ettik.
Ankara da işim fazla sürmedi ama bugün cumaydı, iki gün tatil ancak pazartesi hanımın öğretmenlik başvuru evraklarını milli eğitime teslim edebilirdim, sonra salı kuryesi ile dönerim, izin kağıtsız orduevinde kalamayacağım için Hava kuvvetleri misafirhanesinde yer bulmuştum.
Necatibey caddesinde Demirtepe de ki evin oralarda dolaştım eski arkadaşları görmek umuduyla, Köprüden Sıhhiye’ye doğru giderken plakçı Erkut vardı, bir ara burada ki eve sık sık takılırdı, bir ara arka balkonu ona kiralamıştık.
Çay kahve eski günlerin anılarından oluşan muhabbet, bir müddet takıldım yanına, sonra Kızılay da bir tur attıktan sonra misafirhaneye gittim.
Hayallerim hep okumaktı, siyasalda, Dil tarihte, iktisat’ta çok arkadaşlarım vardı. Cumartesi güne de kampta tanıştığım Hacettepe de Prof.Hüseyin Soylu Hocaya uğradım, Kızı Meral ve oğlu Cengiz’i ziyaret ettim. O gece bırakmadılar beni, pazar günü de hep beraber Tandoğan da Galerileri olan Halit’i ziyaret ettik. Eski günleri yad ettik,1974 yılından Erdek’te ki tatil arkadaşlarımla.
Hayallerim hep okumaktı demiştim ya,1975 yılında ilk aşamasını gerçekleştirmiş ve Eskişehir İktisat’a girmiştim, girmiştim de rahat bırakmadılar ki, ikinci sınıfta Bandırmada ki 5.yılımda hiç beklemediğim bir anda tayin çıktı, hem de evlilik hazırlığı içindeyken apar topar ve de Diyarbakır. Para yok pul yok. Sınavlara gitmek için izin alsan para yok, zaten her ikisi de olmadığı için okul işi beklemeye kaldı. Hiç olmazsa hanımı okutayım hikayesi böyle başladı, tek maaşla ne kendi geleceğimizin, ne de doğacak çocuklarımızın geleceğinin güvencesi vardı.
Pazartesi ilk işim milli eğitim bakanlığına gidip evraklar teslim ederek eşimin öğretmenlik başvurusunu yaptım.
Eşim 15 aylık kızımla Bandırmaya gitmişti. Genelde Diyarbakır da çalışmayan eşler yaz ayları çocuklarını alıp memlekete giderdi. Yazları çok sıcak olurdu, bebekler etkilenir, uyuyamaz ,hasta olurdu, birde bizler personelin yarısı izinli olduğu için gece gündüz mesaide olurduk, eve gitse de turşumuz giderdi. Günlerce yeni doğan bebeğimi uykuda sevmişimdir, gece gelirim sabah erken giderim, bazen yarım gün vardiye istirahatlarını kullandığımız olurdu.
Salı kuryesi ile Diyarbakır’a döndüm, hesabıma göre beş gün firar dedim içimden, ne verirlerse versinler. suçum sabit cezama razıyım. Uçaktan indiğim gibi hiç bir yere uğramadan doğru İç ofisteki evime gittim.
Akşam yemeğine üst katımda kimya mühendisi arkadaş çağırdı, Nusret bey geldiğimi duymuş.
Eşi Menşure hanımda öğretmendi, çok iyi komşuydular. ayni zamanda hasta fenerli.
Bir gün apartmanın Üst katta ki su deposunu boşalttık, temizledik boyuyoruz, ayni zamanda Nusret beyin el radyosundan fener maçını dinliyoruz.
fener bir gol atmaz mı..
’’Gool...’’ ikimizde birden zıpladık, zıpladık ta..
Ben deponun dışını boyuyorum o da içini. Kafasını şiddetle deponun üst tarafına vurmaz mı, vurduğu gibi deponun içine düştü, elinde siyah boya kutusu, fırçası bir tarafa kendi bir tarafa. Ah başım feryatları. Unutamadığımız bir anıydı ikimiz için. Mesaiden fırsat buldukça hafta sonları Diyarbakırspor maçlarına giderdik, emniyet amiri hemşerisi ya parada vermezdik..
Sabah mesaiye giderken ufak bir valiz hazırlamıştım, her ihtimale karşı bakarsın hemen tutuklarlar. Hapise atarlar, hazırlıklı olalım, F-5 hattına uğramadan atölyeye gittim, F-5 filosu intikale gitmiş,
Arkadaşların hoş geldinlerine kinayeli bir ses
’’Hoş geldin be ya’’ dedi. Benimle uğraşan benim onu sevmediğim gibi onunda beni sevmediğini her hareketlerinle ima etmeye çalışan benden üç sene kıdemli bir arkadaşın sesiydi bu. Tahtacı, oduncu Recep. vardiyelerde nerden bulup getiriyorsa bulduğu tahtaları tam sobalık keser, vardiye bitiminde de götürürdü, Atölyedeki depo tahta demetleriyle doluydu.
’’Gelebildin mi?’’
’’Evet işim bitti geldim’’
’’Şef hatta kimse yok’’ dedi, ’’İş tulumlarını al gel burada F-100 ler de çalışacaksın’’
Bir ara hat arabasıyla 184 hatta gidip iş elbiselerimi aldım.
Öğleden sonra Atölyenin kapısına Mrk Bakm K.geldi.
’’Abdullah İnaler burda mı?
’’Evet burada Bnb.şım’’ dedi atölye şefi, içeri girdi, arkasında bir asteğmen.
Şöyle bir baktı yüzüme, ruhsal dengesinin bozukluğu yüz hatlarının istem dışı hareketlerinden belli oluyordu, bir şeyler söylemek istiyor, söyleyemiyordu, ilk amirim idi, geleceğim iki dudağının arasında idi, sicil amirim İdi geleceğim nasırsız bembeyaz ellerindeydi. Sicili bozukmuş ta denenmek için Bakım komutanlığına vermişler, daha önce irtibat kıtasındaymış, oradan buraya göndermişler mi, sürmüşler mi öyle bir söylentiyle var. Voleybol hastası, kendine göre bir ekibi var öğle akşam voleybol oynarlar.
’’Hemen Adana’ya gidiyorsun. hemen şimdi, giyin biraz sonra Adana ya gidecek bir C-47 var. arkasında duran asteğmene dönerek,
’’Asteğmenim sende astsubayının yanından ayrılmayacaksın, uçağa binene kadar yanında olacaksın tamam mı.
’’Tamam komutanım, emredersiniz’’
’’Tamam’’ dedim bende ’’Bence sorun yok. her yere giderim’’ Yüz seksen derecelik sert bir dönüş yaparak geri döndü. Koridordan hangara doğru saparak gözden kayboldu.
Asteğmen kalakalmıştı ortada ne ileri geri adım atabiliyordu.
’’ Oturun asteğmenim hazırlanayım gideriz’’ Bizim yağ ve yakıt kokan eski sandalyeleri beğenmedi herhalde,
’’ yok ben beklerim’’ Oysa ben bugün savunma kağıdını elime verirler diyordum, kimsede çıt yok çıka çıka Adana intikali çıktı.
Elimde valiz harici elbiseyle ben önde asteğmen arkada C-47 uçağının başına geldik.
’’ İlgine teşekkür ederim asteğmenim, sağ olasın’’ gülerek espri bir şekilde
’’ İyi yolculuklar’’ dedi. Bizim muhafız asteğmen uçağın kapısı kapanana kadar orada kaldı, ne yapsın emir kulu, olur ya kaçarım.
MERZİFON
Leyleği havada gördük ya yine uçaktayım, havalardayım. Adana’ya intikale katılacağım. Bu ara Bana izin verilmeme nedeni de açığa çıktı, F-5 ler Adana’ya gidecekmiş ama diğer F-5 ci arkadaş ben gidemem sıra onda demiş, Uçaktan başka anlıyan da yok, onun için izin vermemişlermiş falan fişman.
Malum C-47 ler havada çatırdaya çatırdaya uçuyor, aşağı ne kadar sıcaksa yukarısı da o kadar soğuk, neyse üzerimizde ceket var, Uçaktaiki pilot iki de astsubay var biri uçağın makinisti, diğeri yükleme astsubayı. Pilotlar sadece uçağı kaldırır indirir diğer bütün işlerin sorumluluğu astsubaylara ait. Malzeme yüklemesi, uçağın bakımı, arızası ve diğerleri.
Diyarbakır’dan kalkan uçağımız bir müddet sonra rota değiştirmez mi. Pilot,
’’Emir geldi Merzifon’a gidiyoruz’’ dedi.
Akşam üstü Merzifon meydanına geldik.
’’ Bu gece buradayız dedi Kaptan pilot, Sanırım gece olduğu için uçmak istemediler. Bu gece askeri hastanede kalacağımızı söylediler.
O akşam yemek için Biz astsubaylar astsubay lokaline, pilotlarda subay lokaline gitti.
Lokalde tesadüf bu ya bir devre arkadaşımı gördüm, o akşam orada nöbetçiymiş, ekip arabası hastaneye, yani biz yatmaya gidene kadar oturduk, bir de bana ev yapımı orasının meşhur şarabını bulup getiremez mi.
Sabahın erken saatlerinde Merzifon pistinden kalkış yaptık, nasipte Merzifon’u görmek varmış, upuzun bir caddeden oluşan ufak bir kasaba, sosyal yaşantı yok, üs imkanları neyse onla yetinmek zorundasın, dedikleri gibi bizim Diyarbakır gerçekten Paris.
ADANA 11.09.1980
Bir sarsıntı, sert bir iniş ve ters hatve pervane sesi, fren sesi gözlerimi araladığımda Adana İncirlik üssü pistindeyiz. Amerikalı dostlarımızla ortak kullandığımız bu hava alanında esasında biz Türkler misafir sanatçı gibiyiz, oraya giremezsin buraya giremez sinler çok, bize verilen eski bir hangar, orta boy, içine 6-7 uçak ancak sığar, bir de yatacağımız kışın içinde gaz sobası yaktığımız ama bir türlü ısınmayan, yazın da sıcaktan kavrulan saç barakalar, bir de barakadan yemekhane. Buradaki bize ait bir de komutanlık var. Buraya atışlar için çeşitli birliklerden gelen uçuş filolarının ihtiyaçlarını karşılar, bizler intikale geldik mi suratları asılır, çünkü kendilerine bir sürü iş çıkıyor, düzenleri bozuluyor, bir de intikal ekibinin talepleri onları bıktırıyordu, bana sigara, bu viski ayarla, gözlük bul, dolar al gibi.
Burada bizim çalışma ve gezinme alanımız belirli çizgiler içindeki bir alandı bunun dışına çıkmak yasaktı, Amerikalılarla yüz göz olmak yasaktı, bazen akşamlar Amerikan alışveriş merkezlerine özel izinli giriyorduk. Onların lokallerine gider bir kenarda ilk defa burada gördüğümüz kutu biralardan içerdik, onlar kadınlı kızlı subay astsubay muhabbet ederken bizler bir kenarda kös kös oturur, bazende helo mello takılmaları yapardık. Hele bir Ray- Ban gözlük ya da Levi’s kot bulduk mu havamızdan geçilmezdi.
Diğer ihtisasçılar yani arızası az olanlar, şehre her akşam çıkardı, bizse arızalar bitmeden çıkamazdık, arızalarda bitmezdi zaten, zaten şehire giden servis akşam 18.00-19.00.arası çıkar 23.00-24.00 arası dönerdi.
Şehire çıkmak demek para demekti. Onbaşılarda kebabın yanında rakıyı içmeyeceksen, sinemaya, bara, pavyona gitmeyeceksen ne işin var şehirde derdik.
Uçaktan indiğim gibi bizim filonun bakım hangarına gittim, hoş geldin beş geldin muhabbetleri kısa sürdü.
’’Hoş geldin be kaçak’’ dedi bir arkadaş.
’’Niye geldin?’’
’’İntikale gideceksin dediler’’
’’ Ooo intikal bitti sen geldin’’
’’Ne bitmesi ya. daha yeni geldiniz’’
’’Bugün hava kuvvetlerinden emir geldi, intikal iptal uçaklar gitmeye başladı bile.’’
Elimde ki valizi yere koydum, şöyle bir hangara baktığımda herkes cıhazlarını topluyordu, Bizim hidrolikçi arkadaşlarda test cıhazını çekmekle meşguldü, Gidip işin ucundan tutayım dedim.
’’Kolay gelsin’’
Akşama doğru gelen C-130 uçaklarına malzemeleri yükleyip incirlik üssünden ayrıldık. Cidden intikalin bitmesine üzülmüştüm, Adana’yı seviyordum, değişik havası vardı, Küçük saatin oradaki eski onbaşılarda kebap yiyip, rakı ile şalgam suyu içecektim.1970 li yıllarda Konya’dan çok gelmiştik buraya, şehre indiğimizde ilk uğradığımız yer burasıydı, değişik havası vardı. bir kez de yeni onbaşılara gittik fazla resmi geldi.
Velhasıl intikalin iptali Adana planlarımı bozdu, eşim ve kızım Bandırmadan henüz dönmedikleri için evde kimse yoktu, Diyarbakır da ne yapacaktım ki, gerçi döner dönmez savunmamı alacaklar en aşağı 14 gün oda hapsi verirlerdi.
11-Eylül-1980 Diyarbakır
Diyarbakır’a akşam üstü indik, intikal sandıklarımızı ve cihazlarımızı hangara yerleştirdikten sonra evlere gitmeyi beklerken bir anons yapıldı. Mesai ikinci emre kadar devam. Hangarda değişik bir faaliyet vardı, ikmal komutanlığı personeli, çeşitli sandıklar getirip hangarın bir köşesine yığıyordu. Atölyenin tüm personeli F-100 hangarındaki atölyede idik, anastra ekibi kareyi kurmuş bir kenarda oyun oynuyordu, Bizde bu sıkıntılı bekleyiş devam ederken biraz sonra tüm makinistlerin uçak başında olma anonsu yapıldı, uçaklar alarm durumuna geçmişti. Son olarak kumanya dağıtılacağı haberi asık suratlarımıza biraz neşe getirdi.
Son anons ise ’’Dikkat dikkat F-100 arıza hangarında silah dağıtımı yapılacaktır tüm personelin gelip silahlarını alması duyurulur’’ Olağan üstü bir durum vardı ama henüz bir açıklama gelmemişti, savaş mı çıkacaktı yoksa.
Hava kuvvetleri komutanımız Tahsin Şahinkaya idi, bereket kendisi ile hiç çalışma şanssızlığım olmadı, nerede komutanlık yaptıysa personelin canına okumuş, hayatından bezdirmişti, orduda iç hizmet ve askeri ceza kanunu vardır, vardır da bu kanun komutanın yorumuna göre değişken bir yapıya sahiptir, hiç bir ast üstü sorgulayamaz, hele mevki kıdem artıkça, terfi zamanı gelince bu korku içlerine sinerdi.
Bandırmaya atanmadan önce Şahinkaya burada üst komutanlığı yapmış, Üste tavuk çiftlikleri kurduğu söyleniyor, personelin araçlarını gizlice takip eder hız sınırını aşanın sırtına 28 gün yazarmış, onun döneminde cezaevi hiç boş kalmazmış kısacası sevilmeyen korkulan bir generaldi.
Denetlemelerde bir de dikkatimi çeken şey denetleme ekibi, kuvvet komutanı ve ya hava kuvvetleri komutanı birlikleri gezerken biz astsubaylara ortalıkta gözükmeyin saklanın gibi işaretler yaparlardı, (saç sakal kılık kıyafet kontrolları ise defalarca yapılırdı ), korkuları olur ya, ya komutan bize bir şey sormaya kalkarsa ve şikayet konusu bir cevap alırsaydı. Hele biz sırtında yağlı tulum ve ayağımızda yağ ve yakıttan şekil değiştirmiş postallarla çalışan çömezleri cüzzamlılar gibi teftiş heyetinin önünden kaçırırlardı.
Vakit gece yarısını geçmiş biz kumanyaları beklerken, bizim hangar kalabalıklaşmaya başlamış, sandıkların önüne konana masa önünde kuyruk oluşmaya başlamıştı.
’’Silah dağıtılacak’’ dedi. bir arkadaş. Olay yavaş yavaş netleşmeye başlıyordu, ülkede siyaset iyice çıkmaza girmiş, öldürülen öğrenciler, gazeteciler, profesörler, tam bir kaos içindeydik, siyasi partiler birbirine girmiş, bilmem kaçıncı tur Cumhurbaşkanı seçilemiyordu ya muhtıra verilecek ya da darbe olacak sezgileri içindeydik.
Bırak ülkeyi ordu bile ayni bölünme içindeydi, atölyede Demirelciler, solcular, ülkücüler, hepimiz ayrı havadan çalıyorduk, herkes kendi adamını kolluyordu.
Tabanca, silah denince oyun oynayanlar oyunu, muhabbet edenler muhabbeti bıraktı doğru hangara, benim kişisel tabancam yoktu, almaya da hiç heveslenmedim, bazı arkadaşların ikinci silahları vardı. Kuyruğun bir ucuna bende iliştim, kuyruk yavaş yavaş ilerliyordu, zimmetle 2.3 imzadan sonra silahını mermisini alanın hemen yürüyüşü değişiyor, kendisine bir haller oluyordu, kuyrukta beklerken Yzb.İlhan Akal kuyruğun yanında silah dağıtan astsubaya beni işaret ederek
Bu astsubaya, Abdullah İnaler’e silah vermeyin dedi. Güldüm, ben gülünce suratının fiziki haritası epey değişime uğradı.
’’O kadar sakıncalıysam beni tutuklatın Binbaşım dedim. Yine ağız burun mimikleri yürüyüp gitti.
Sıram gelince bir tabanca ve 2 kutu mermi de bana verdiler, saat 03.30 sıralarında da Türk silahlı kuvvetlerin yönetime el koyduğu haberi anons edildi.
Hükümeti deviren askeri yönetim Genel kurmay başkanı Or. Gen. Kenan Evren, K. K. Komutanı Or. Gen. Nurettin Ersin, Hava Kuv. K. nı Or. Gen. Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuv. Komutanı Or. amiral Bülent Ulusu ve Jandarma Gen. K. Or. Gen. Sedat Celasun’dan oluşuyordu.
Darbe sonunda dışarıda ne olup bittiğini bu sayfalarda anlatmaya kalksam sayfalar yetmez gelelim burada nizamiye içinde kendi yaşadıklarımıza, uykusuz geçen günler sonunda biraz normale döndük, ara sıra eve gidip gelmeler başladı, beni F-100 Atölyesine aldılar. Gözlerinin önünde olacakmışım, devre arkadaşımı F-5 hattına benim yerime verdiler. Ve günlerdir beklediğim sarı zarfı tutuşturdular elime Ankara ile ilgili olmayan başka bir savunma kağıdıydı, görevle ilgili, amire itaatsizlik vs. doldurup verdim. netice 15 gün oda hapsi.
İdareci Ahmet başçavuşa gittim, savunmamın yetersiz görüldüğü 15 gün oda hapsime ne zaman başlayacağımı sorduğumda, çünkü hemen girmek istiyordum,
’’Sen bizdensin’’ dedi, ’’yarın hazırlıklı gel’’
İşte dedim beni buralar getiren nedenler.
15 günlük cezam sırasında bir gece hapishane nöbetçi amirliği tarafında basıldı, albay hapishanede içki içiyor diye şikayet edilmiş, yapılan aramada dolaplarımız da içki şişesi bulundu. Albay her akşam kafayı bulunca Ankara ya telefon bağlatmaya çalışıyordu.
’’Beni Berrin ablaya bağlayın, bunlar beni burada çürütecekler diyordu.’’ Kuvvet komutanını şikayet etmek istiyordu. Berrin ablada hava kuvvetleri komutanı Şahinkaya’nın eşiymiş.
İçki baskınından sonra biz hapishane ekibine Üs komutanı da 15 gün oda hapsi cezası verdi, cezamız çıktı 30 güne. Ben o ara buzlu rakı içerken üşütmez miyim, haydi hastaneye, ciğerleri üşütmüşüm. On gün hastanede yattım. ardından on beş gün hava değişimi. Hava değişimi ver elini Bandırma.
Minik kızım Hande büyümüş 16 aylık olmuş, koşturuyordu, onlarla özlem giderdim. Erdek te sezon sonu bir hafta tatil yaptık.ve 15 gün sonra tekrar Diyarbakır’a kalan cezamı çekmeye hapishaneye girdim. Arkadaşlar albay hariç benden önce çıktılar ama yeni gelenler vardı.
Bizim belalı İlhan Bnb...Onun hapishanede yattıklarını senelik izinden düşeceğim derken, 10 gün hastane,15 gün hava değişimi çıldırtmıştı onu. 18 eylülde ayrıldığım Atölyeye 45 gün sonra dönmüştüm, yaz bitmiş sonbahar gelmişti.
F- hattına göndermediler, F- 100 Uçaklarında görev yapıyordum, anlaşılan sürgün cezası devam ediyordu, bir ara bir savunma daha geldi, sebepsiz 5 gün mesaiye gelmedin diye, bende bu anı bekliyordum. bende bana karşı ön yargılı hareket, ediyor, adil davranmıyor, iç hizmette tutunabileceğim bir kaç maddeye öne sürerek onu mahkemeye vermek için dilekçe verdim ve bu sene bana sicil vermemişti. onun amirliğinde görev yapmak istemediği, gerekirse birlik, gerekirse tayin edilmemi istedim, devamlı, hapis tehdidi altın sağlıklı ve emniyetli görev yapamayacağımı, bildirdim, her an kötü şeylerin olabileceğini, artık sağlıklı düşünemediği belirttim
Dilekçem bir müddet Bakım komutanlığında bekledi, onunda bu sene onun terfi senesiydi, tabi dilekçemin bekleme süresi dolunca bir üst makama başvuracaktım.
Sanırım yapılan haksızlığı anlayacaklar umudum vardı. Birkaç gün sonra beni Bakım K lığına çağırdılar. Malzeme komutanı Osman albay gelmişti.
Benimle gayet olumlu bir konuşma yaptı, hataların her iki tarafta da olduğunu, benim de çok inatçı, itaatsiz olduğumu söyledi, dilekçeni geri al ,İlhanda savunmayı yırtıp atacak, sende F-5 hattında ki görevine dön dedi.
O anda aldığım karar doğru mu yanlış mı bilemiyorum ama şarkta ki Son yılımı ailem ve minik kızımla huzur içinde geçirmek istiyordum, kabul dedim, dilekçemi geri alıyorum, yalnız bana bir hafta izin ailemi getireyim.
İzin dönüşü F-5 hattındaki görevime devam ettim, artık ne karışanım ne de soranım vardı. Bu olaydan sonra üs içindeki hapishaneye girenlerin sayısında epey azalma oldu. Anlaşılan İlhanda epey fırça yemişti.
F-100 çalışan arkadaşların durumu pek değişmedi, eski uçaklar her uçuştan sonra dökülüyor, bir sürü arızalar geliyordu, yedek malzeme ise gelmiyor, uçaklardan aktarma yapılıyordu. Olan yine bakımın cefakar astsubaylarına oluyordu, Sabah 08.00 de başlayan mesai bazı günler sabaha karşı 03.00-04.00 de kadar devam ediyordu. Hafta sonu mesaileri ise artık olağan hale gelmişti.
Dışarıda hayat ise demokrasinin askıya alınmasıyla sol kesime karşı kıyım tüm hızıyla devam ediyordu, evimizdeki kitapların çoğunu yaktım, fişlenenlerin evi basılıyordu. bereket bize dokunan kapımızı çalan olmadı, olmadı da İstanbul Üniversitesi İşletme fakültesinde okuyan sol görüşlü erkek kardeşimin tutuklandığı haberi geldi, müddet yatmış sonra çıkarmışlar, ama mahkemeleri yıllarca sürdü.
1981 baharında tayinim Balıkesir’e çıktı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.