- 799 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Maya bozuldu, ruhlar koktu!
Bİr yanım deniz, diğer yanım gökyüzü. Havada süzülen güvercin, denizde yüzen rengarenk minik bir balık. Yumuşacık, pamuk şekeri gibi albenili; kabarık ve mavinin her tonunda bir bulut...
Güneşin; yakmadan sever gibi sıcaklığı.
Gecenin sesizliğin de yalnız olmanın huzurunu resmeden; ay...
Yağmur; Rahmet...Merhamet...Bereket...Her şey...
İnsan;
Sevgi, aşk, iyilik, kötülük, güzellik, çirkinlik, merhamet, nefret, adalet, acımak, gülmek, ağlamak...Her şey...
Ekranlarda; bir insanın hayat hikayesi...
Bizim hikayemiz...Koca bir ömrün hikayesi.
Hayat kısa insanoğlu!
Kesildikçe biten otlar gibi yeşermeyeceksin bir daha.
Ömer Hayyam...
Kaç düşen insanın elinden tutabildik, kaç ağlayan gözü silebildik.
Acıyan bir yaraya merhem olabildik mi?
Yetimin karnını doyurduk mu?
Kimsesiz bir çocuğu giydirdik mi?
Bir hiç değildik. Hiç olmaya sevdalandık...
Zengin olduk, fakir olduk, şah olduk, padişah olduk...
Canan olduk....Yar olduk...Yaren olduk...
Cani olduk!
Her şey idik. İnsan idik...
Büyüdük mü? Dünya mı küçüldü?
Sığamadık!
Ezdik...Ezildik...Düştük...Kalktık...Kırdık...Kırıldık...Yaktık...Yıktık...
Daraldık; nefes alamadık...
Her onurlu davranışımızda, her iyilik yaptığımizda, yücelecekti ruhumuz; huzura kavuşacaktık.
İnsan olmaya devam edecektik kısacası...
Neden kolay yolu seçtik?
Tüh dedik. Vah dedik. Hayıflandık durduk. Tıkandı yollar sanki...Durduk. Vazgeçtik...
Devam edemiyorsak yolumuza; Yolun başına dönüp, sıfırdan başlasaydık.
Hemen indermeseydik yelkenleri...Kendimize bir şans daha verseydik. Bekledigimiz rüzgar esecekti belki...
Aslında çok şey var yazacak. Bir hikaye; tüm yazılacaklardan çok daha fazla ibret verici ve akılda kalıcıdır bazen.
Nasıl hikayeler bırakacağız acaba, gelecek nesile... Bizi nasıl okuyacaklar? Bizi nasıl yâd edecekler?
Hikayelerimiz okunduğunda acaba yüzümüz mü kızaracak? Yoksa gurur mu duyacağız? Kendimizle...
İşte çatlak kovanın hikayesi:
’Hindistan’da bir sucu, boynuna astığı uzun bir sopanın uçlarına taktığı iki büyük kovayla su taşırmış. Kovalardan biri çatlakmış.
Sağlam olan kova her seferinde ırmaktan patronun evine ulaşan uzun yolu dolu olarak tamamlarken, çatlak kova içine konan suyun sadece yarısını eve ulaştırabilirmiş.
Bu durum iki yıl boyunca her gün böyle devam etmiş. Sucu her seferinde patronunun evine sadece 1,5 kova su götürebilmiş. Sağlam kova başarısından gurur duyarken, zavallı çatlak kova görevinin sadece yarısını yerine getiriyor olmaktan dolayı utanç duyuyormuş.
İki yılın sonunda birgün, çatlak kova ırmağın kıyısında sucuya seslenmiş.
"Kendimden utanıyorum ve senden özür dilemek istiyorum." "Neden ?" diye sormuş sucu.
"Niye utanç duyuyorsun ?"
Kova cevap vermiş. "Çünkü iki yıldır çatlağımdan su sızdığı için taşıma görevimin sadece yarısını yerine getirebiliyorum. Benim kusurumdan dolayı sen bu kadar çalışmana rağmen, emeklerinin tam karşılığını alamıyorsun."
Sucu şöyle demiş. "Patronun evine dönerken yolun kenarındaki çiçekleri farketmeni istiyorum." Gerçekten de tepeyi tırmanırken çatlak kova patikanın bir yanındaki; rengarenk çicekleri görmüş.
Fakat yolun sonunda yine suyunun yarısını kaybettiği için kendini kötü hissetmiş ve yine sucudan özür dilemiş.
Sucu kovaya sormuş. "Yolun sadece senin tarafında çiçekler olduğunu ve diğer kovanın tarafında hiç çiçek olmadığını farkettin mi ? Bunun sebebi, benim senin kusurunu bilmem ve ondan yararlanmamdır.
Yolun senin tarafına çiçek tohumları ektim ve her gün ırmaktan dönerken sen onları suladın. İki yıldır ben bu güzel çiçekleri toplayıp onlarla patronumun masasını süsledim.
Sen böyle olmasaydın, o evinde bu güzellikleri yaşayamayacaktı."
Çatlak kovanın hikayesi böyle...
Elbette dört dörtlük olamayız. Kusurlarımız var, eksiklerimiz var. Günahlarımız var, hatalarımız ayıplarımız var.
İnsan olmak için kusursuz olmaya değil, kusurlarımızı görüp, yanlışlarımızı görüp, ibret almaya, af dilemeye, nedamet duymaya ihtiyacımız var. Her birimiz bir çatlak kovayız belki...
Mızmızlanacak mıyız? İşe yaramaz görüp kendimizi, kabuğumuza mı çekileceğiz? Sıkıntılar karşısında tıkanıp ümitsizliğe düşmek, yılgınlık gösterip, kenara çekilmek bir acizlik değil midir?
Kalbimiz, aslında bir hak ve hakikat pusulası gibidir. Ona kulak verdiğimizde bize, doğru yolu gösterecekti.
Kalbimizi dinlemedik...
Geriye dönüp baktığımızda, kendimizle gurur duyacak şekilde bitirmeliyiz yürüdüğümüz yolu.
Dikenleri temizlemeliyiz. Bize yakışmayacak her türlü çirkin davranışı terk ederek, saygın ve güzel bir insan olmayı hedef almalıyız.
Hayatımızı kendimizle kavga ederek değil, elimizde ne varsa, yapabileceğimiz ne kadar fırsat varsa; değerlendirmeye bakmalıyız.
Şu, ışık hızıyla geçip giden zamanı, şu hiç bitmeyecek sandığımız ömrü, kendimize layık gordümüz bir değer çerçevesi içinde yaşamalıyız. Kendimizi manevi bir terbiye ile nefsimizin esaretinden kurtarmalı, sağlam bir karakterle, vakarla ilerlemeliyiz hayat hikayemizde...
Yani, kısacası;
DİLERİM; GEÇECEĞİMİZ YOLLAR
ÇİÇEKLERLE BEZENSİN
VE
GÜZEL BİR HİKAYEMİZ OLSUN...
YORUMLAR
O masum gül kokulu mis meleklerin, bir gün mayaları bozulacağını anneler hayal bile edemezler. Mayanın bozulma sebepleri dış etkenlerdir genelde. Anne yürekleri bu durum karşında kahrolurlar..
Kum tanesi gibi aynı olurlar,
Çocuklar hep kardeş doğarlar
Çiçekler gibi rengarenk sarı,beyaz,siyahlar
Koparmayın onlar aynı açarlar...
Oya Gedik
Tebrik ederim Asude hanım...
Sevgilerimle...
Güzel umutlarımızla...
Ve masallar.....Her masal, içinde iyiye ve güzele ulaşmak için hayal edilir...Mutluluk tarif edilemiyor lakin anlatılabiliyor...Ve mutluluk her insanın yaşayabileceği bir duygu olarak insanın taaaa derinlerinde saklı kalarak ortaya çıkacağı zamanı bekliyor...
Sen çocuksun anlamazsın !
Evet hepimiz aynı yollardan geçiyoruz ve ister istemez büyüyoruz. Büyüdüm anne !
Büyük insanların büyük düşünceleri’ ve kanun koyarlar, biz büyümeden !
’Ve hep o büyük insanlar yazdı ellerindeki siyah kalemle ölümün rengini
Ölümsüz düşünceler,ölümlü bedenleri terk ettiğinde asıl savaşlar o zaman başlar . Savaşı kimin kaybettiği ya da kimin kazandığı önemli değil ; Önemli olan,düşüncesi uğruna ölenlerin ardından kalanların ,hangi düşüncelerle yeniden Savaşacakları değil mi?
’İşte bu uğurda’ analar !
Silahların gölgesinde analar. Ellerindeydi dünün umutları.Savaş çanları çaldığında dünden kalan umutlar yarına ulaşmadan buruşturulup yere attığında,her birinin gözlerinden düşen yaşlar,aslında hiç günahı olmayan,yarının umutları çocuklar değil miydi?
Geçmişine sırtını dönebilen siyah, bir bilebilseydi tüm renklerin ilk önce beyaz olduğunu.Bir bilebilse insan onu doğuran anaların göz yaşlarının, memelerindeki süt gibi ak olduğunu.
’Utanan çocuklardır bizden’, bir zamanlar hepiniz çocuktunuz diye
Ayıpladım defalarca defalarca kendimi...Kendimi kendi kelimelerimle dövmek,yerden yere vurup tekmelemek ama kimse görmeden,kimse duymadan.Kapı arkasında sıkıştırılmış bir yabani gibi.
Oysa !
Dünyanın bütün Çiçekleridir Çocuklar …
Gözlerimin Gördüğü son ayrılıkta , bütün çocuklar, güzel yüzlü çocuklardır Aslında…
Çocukluğum, sihirli bir küre içine girmeye çalışan hayallerimin, yaramaz ama bir o kadarda uslu duran yanımız. Mevsimlerin giyip çıkarttığı doğa, gökyüzünün ısrarla ıslattığı günümüz. Şiirler şarkılar ve ardından koşan şair yürekli kimi cesaretli kimi utangaç güzel yüzlü çocuklar. Bizler hep beraber sizler’iz. Uz diyarın suskun çocukları ,şarkıların bestelerine düşürdüğümüz göz yaşları. Ayrılık zamanı geldiğinde ilk gün gibi ,son günüde bizden sayın. Her güzel günün hikayesinde varsınız, güzel yüzlü çocuklarsınız.
Soluk soluğa yitip giderken küçük hayallerimiz ,ellerimizde büyüdükçe küçülür mü masumiyetimiz? Asosun hayalleri yer-gök kavgası veren toprak askerleri ! Beethoven’ın parmak uçları bir çocuğun mutluluk gözyaşları . Masmavi gökyüzünde hamak kuran bulutlar ,sizden ayrı düşen kaç çocuğun göz yaşlarıdır bunlar ? Oysa mızıka çalıyordu çocuklar şiirlerde Atilla İlhan ,masallarda oynarken Kafka’dan oyuncaklar.
Cümlesinde gülücükler, bir diyarın büyümeyen çocuklarıyız bizler. Nesin'den kafiyeler, Nazim dan dır bu sözler,'' Kapıları çalan benim, Kapıları birer birer. Gözünüze görünemem, Göze görünmez ölüler. Hiroşima 'da öleli, Oluyor bir on yıl kadar. Yedi yaşında bir kızım .Büyümez ölü çocuklar.'' Ve ölüyoruz her birimiz, yasarken birer birer, kaç çocuk daha mahrum kalacak gülüşmelerden !
“Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.” muş… Dünya bize mi yabancı diyormuş, ceplerinde misketler, ellerinde çocuklardan kalan çamurlu eldivenler… Çocuklar diyordum çocuklar, her köşe başında bir mendil ellerinde, ısınmak için Andersen’in “Kibritçi Kız” masalından mı çıkıyorlar ?
Yine turnalar geçer şehirden, gözlerine bakarım ve yine çocuklar düşer resimlere duvarlara dağlara. Rüzgar düşer güzel yüzlü çocuklara, sözlerin yankılanır rutubetli odada. Üşürüm, korkulara sığınırım... Yüzüme çarpar hüzünler ,hüzünleri bulutlara saklarım, kara bulutlara Ve çocukları alır ,kaçarım savaşsız dünyalara …
Bir zamanlar asker değil ; çocuktuk...
sevgiler