- 1101 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
Berzahtan Kaçış
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
‘Ölümün de hayırlısı olsun’ derler. Dünyada o kadar ilginç ölümler var ki duyduğunda insan şaşırıp kalıyor.
İşte o ilginç dediğimiz ölümlerden birisi de geçen günlerde cami çatısında biriken kar kütleleri bir anda caddede yürüyen kalabalığın üzerine düşüşü ve bunun ardından orada yaralanıp hastaneye kaldırılan yeni evli çiftin ölmesiydi.
Beddualar gerçekleşseydi şimdiye kadar kimse hayatta kalmazdı şu kocaman dünyamızda. Ama hayattayken inanmasaydılar bile, zavallı Merve ile Mert başlarına gelen o kaza sonucu ardından öte yanda artık bedduaların gerçekleşmelerine inanmışlardı. Berzah aleminde her oturup durduklarında ölüm nedenlerinin birilerinin “Başınıza kaçak saray kadar kar düşsün” bedduasından olduğunu düşünüyorlardı.
Ne kadar kafa yorsalar yine bunun kimin yaptığına dair hiç bir fikirleri yoktu.
“Evlenmemiz kimi rahatsız etmişti ki? Birbirimizi sevip kendi yuvamızı kurmuştuk. Yok kardeşim aleviyle evlenilmez. Kime ne lan?
Evlendik işte. Böyle mi olacak bizim cezamız? Hem de cami çatısından düşen karla.”
İşte bu sinir bozucu soruların cevabını bir türlü bulamıyorlardı o iki yeni ölen zavallı genç. Üstelik ruhlarda cinsiyet olmadığından dolayı hiç bir cinsel ilişkiye de giremiyorlardı maalesef.
Bu nedenlerle Mert ve Merve berzah’ta yasak olmasına rağmen ruh geri dönme seansları düzenlemişlerdi. Merve’nin rüyasına gelen ak sakallı dedenin dediğine göre insanlar alemine dönmek için yedi gece ruh geri dönme seansı yapmak zorundaydılar.
“Unutmayın, burada olduğunuz süreç içinde sadece bir kere bu işi yapabilirsiniz.” diye onu uyarmıştı ak sakallı dede.
Geri dönüp hala doğru düzgün başlamadıkları evlilik hayatını sürdürürken ölümlerine yol açan bedduanın kimden geldiğini de öğrenip intikamlarını alacaklardı.
Daha önce yaptıkları gibi o gece yedinci ve son gece olarak işe başladılar. Artık insanlar dünyasına dönmek yolunun son adımlarını atacaklardı. Her gece yaptıkları gibi önce ışıkları kapattılar. Işık dediğimiz elektrik falan değildi. Berzah aleminde sürekli yapılan elektrik zammından dolayı ruhların çoğu faturalarını ödeyememişti ve çoğu evin elektriği kesilmişti. Bu yüzden Mert’le Merve de diğer ruhlar gibi hep mum yakıyorlardı.
Neyse.. odadaki yanan mumu söndürüp işe koyuldular. İki diz üzerine oturdular. Sonra üç defa “Eûzü billâhi mineş şeytânir racîm” dediler ve ardın da yedi kez “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm” söylediler.
Tam da gereken duaların geri kalanını söyleyeceklerdi ki birden evin giriş kapısına ve pencerelere vurulan tekmelerden bütün bina titremeye başladı. İki genç korku içinde birbirlerine sarıldılar. Önce deprem olduğunu sanıp rahat bir nefes aldılar. Nasıl olsa da onlar ölüler ve ölüm korkusu diye onlar için anlamı yoktu. Ama bir an karanlık odalarını aydınlatan el fenerleri ve etraflarını saran berzah polis memurlarını görünce hapı yuttular.
İki genç elleri arkadan kelepçeli “Berzah Genel Emniyet Müdürlüğü”ne götürüldüler. Ağır suç işleyen kişilerle Emniyet Müdürü direk kendisi ilgileniyordu. Bu yüzden polisler o ikisini müdürün odasına götürdüler.
Onları götüren iki polis memurunun odaya girdikleri an “hay Hitler” söylemelerinden şaşırıp kaldılar. Birde karşısında durdukları kişini üst dudağının üzerinde kare bıyığını görüp onun Hitler olduğunu anlayınca az kalsın bayılıyorlardı. Ama yanlarındaki polislerin çimdikleri hem kendilerine gelmelerini sağladı hem de herkes gibi onların da “Hay Hitler” demelerinin gerektiğini anlattı.
İkisi de birden “Hay Hitler” diye bağırdılar.
Emniyet Müdürü olan Hitler bey, polislerin verdiği raporları dinledi “Siz öbürü dünyada evli miydiniz” diye onları sorgulamaya başladı. Evet cevbı duyunca “Peki dininiz nedir? Diye sordu. “Efendim, müslümanız. Ben sünni, eşim ise alevidir.” diye yanıt verdi Mert.
“Huuum, aleviyle sünni.. bir de burada da işlediğiniz ağır suç.” diye Kendi kendine mırıldandı emniyet müdürü. Sonra o ikisine doğru “Anlamıyorum neden bu lanet olası berzah’ta ölüm diye bir şey yoktur. Yoksa siz ikinizi hemen gaz odasına sokardım.” diye bağırdı.
“Aptal herifler, buradan kaçmak kolay olsaydı ben çoktan geri dönmenin yolunu bulurdum” sözlerle konuşmasını sürdürdü.
“Her iki dünyada da işlediğiniz suçlar hep dini konular üzerindeler. Bu yüzden cezanıza gelecek olursak Diyanet Bakanlığı buna karar vermelidir” diye konuşmasına devam edip sonra hemen masasının arkasından ayağa kalktı. “Hadi yürüyün gidelim Diyanet Bakanlığı’na” dedi.
Polis arabasının içinde Berzah Diyanet Bakanlığı’na giderken Mert, Merve’nin ellerini kendi ellerinin içinde tutup korkudan titremekte olan eşini sakinleştirmeye çalışıyordu. İkisi de o an “Keşke bir daha ölseydik de berzahın bu uzun gecesinden bir an kurtulsaydık.” diye düşünüyorlardı. Öte yandan da karşı koltukta oturan Emniyet Müdürü Hitler’in garip bakışlarından tuhaf bir şeyler düşündüğünü sezmişlerdi.
Hitler diyanet bakanının önünde sağ elini kaldırıp “Hay sayın Muhammed Emin el-Hüseyni” diye saygısını gösterdi. Bakan da aynı onun yaptığı gibi sağ elini kaldırıp “Hay Hitler” dedi.
Merve ile Mert olup bitenleri anlamıyorlardı. Nasıl olurda berzah aleminin emniyet müdürü Hitler ve diyanet bakanı da Kudus’un baş müftüsü Muhammed Emin el-Hüseyni olduğunu bir türlü çıkaramıyorlardı.
O ikisi şaşkınlık içinde bunları düşünürken Hitler’le Muhammed Emin el-Hüseyni de birbirlerinin kulaklarına konuşup fısıldıyorlardı. Ne konuştukları belli değildi ama o iki tutuklu gence doğru yönelen ilginç bakışlarından bir şeylerin peşinde oldukları apaçıktı.
“Demek öte yana geri dönmek istiyorsunuz. Öğle mi?” diye bakan konuştu.
Merve ve Mert kendilerini iki katil gibi hissedip kafaların aşağı indirdiler.
“Hadi gösterin bakalım nasıl yapacaktınız bu işi.” diye devam etti.
Merve, Mert’e doğru baktı, Mert de Merve’ye.
“Evet, ne durmuşsunuz. Başlayın bakalım.” diye bakan tekrardan isteğini söyledi.
“Yapmayalım Mert. İçimde kötü bir his var.” diye Merve tedirgin bir sesle konuştu.
“Korkma canım. Bu gece yedinci gece değil mi? Hemen yapıp gideriz bu kahrolası yerden. Üstelik yapmaktan başka seçeneğimiz de var mı?” Mert dedi.
Neyse ikisi de diz üzerinde oturdular ve ruh geri dönmenin son gece seansını Berzah emniyet müdürü Hitler’in ve berzah diyanet bakanı Muhammed Emin el-Hüseyni’nin önünde yapmaya başladılar. Birer birer duaları ve ayetleri söylediler. Merve’nin rüyasındaki ak sakallı dedenin bütün söylediklerini uyguladılar ve sonunda ..
Sonunda tam önlerinde göz kamaştıran bir ışık göründü. Işık gittikçe büyüdü ve onun ortasından beyaz bir kapı açıldı. Gördüklerine inanamıyorlardı. Sevinçten ne yapacaklarını bilemiyorlardı. “ Ne bekliyoruz. Hadi kapıya doğru koş, koş.” Diye Mert eşine seslendi.
Ama ne yazık ki o ikisi diz üzerinde oturduğu yerden kalkana kadar Hitler ve Muhammed Emin el-Hüseyni çoktan kapıya doğru fırlayıp berzahtan kaçmışlardı. Onlar gittikten sonra da kapı kapandı ve ışıkların hepsi kayboldu.
Merve gözyaşlarını tutamıyordu.
“Şerefsizler, bizi kandırdılar” diye Mert Diyanet Bakanlığının boş makamının önünde bağırıp duruyordu.
Kadın doğum hastanesinde hamile bir kadın tuhaf ikizler doğuyordu. Doktorlar ve hemşireler yeni bebekleri ve onları doğan annenin yatağının etrafında çember oluşturmuşlardı.
İkizlerin ikisi de anne karnından çıkarken normal bebekler gibi ağlamıyor tersine yetişkin kişiler gibi yüksek sesle kahkaha edip gülüyorlardı.
İkizlerden üst dudağının üzerinde kare şeklinde bıyığı olanı birden...
“Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. Beni başkan yaptı ve benimle beraber başkanlık sistemini sizler için gönderdi.” diye konuştu.
Bu sahneye şahit olan doktorların ve hemşirelerin çoğu olduğu yerde bayıldı. Geri kalanlar ise odadan hemen dışarı kaçtı.
Konuşan bebek “Ne oldu kardeşim Muhammed Emin el-Hüseyni?” diye diğer ikizden sordu.
“Kardeşim Hitelr, belli ki insanlar senin vaat verdiğin sistemin sevincini kaldıramadılar. Yoksa tarihte daha önce de beşikte konuşan bebek olmuştu.”
Muhammed Ahmedizade
YORUMLAR
Sevgili Muhammed.
Oldukça beğeni ile okuduğum bir öykü yazmışsın.
Hızlı bir akışı, sürükleyici bir temposu vardı. Herşey güzeldi hoştu ama o iki gencin arkasından beddua edenler kimlerdi onu anlayamadım. Hitler ve Muhammed Emin el Hüseyni miydi yoksa?
Günün yazısı olmayı hakketmiş bir yazıydı vesselam.
Selam ve sevgilerimle.
muhammed1347
Sorunuza gelince, çok teşekkür ederim. Yeni bir konuyu aklıma getirdiniz.
Sağ olun. Saygılar.
muhammed1347
Yazıyı okuyup bu güzel cümlelerle yorumladığınız için
çok teşekkür ediyorum.
Ömrün hayrırlısı olduğu gibi Ölümünde hayrırlsı elbette ''
tebrik ederim çok güzel bir yazı idi beğeni ile okudum ..
saygılar..
muhammed1347
Yazımı beğendiğiniz için çok sevindim.
Bundan bilmem kaç bin yıl önceydi….İntikam kelimesinin önce eş anlamlısını sonrada zıttını aramak için yine bilmem kaç bin ya da kaç milyon kitabın olduğu kütüphaneden içeri girince, şaşırdım kaldım. Böyle bir dünyadan içeri girip de PARDON ! kütüphaneden içeri girip de anlamadığım kelimenin araştırmasını yapmak AHMAKLIK değil de nedir?
YediGün içinde iyi ya da kötü bir sonuç bulmak ve o sonuca inanmak gerekecek-miş …YediGün dediğime bakmayın zaman kavramı gözlerimin önünde akmaya başlayınca yedi saat, yedi dakika, yedi saniye ve yedi salise …Belki de An’dır … Alem Berzah’sa mumun tükenişi ,tükenirken yaktığı can ve acının sureti ….Dünyasında Masal-mış(tı)…Asla asla inanma ama…!
Sürenin Aziz’liğine düşen kişi ,eline aldığı her kitabın ilk sayfasında kendisini karşılayan celladına gülümseyerek bir arka sayfayı açıyor…Lakin orada da celladı yeniden onu karşılıyor… Bu sürekli devam edince bu eylemine son vererek, düşünmeye başladı… Aklına gelen tek şey kitapları tekrar karıştırmaktı. Lakin bunu yaparken kitapları tersinden çevirmekti…
Evet bir hayat sonlanırken İnsanoğlu yaşadığı hayata tersinden bakınca her şeye ama her şeye anlam verebiliyor…Çünkü sahip olduğumuz akıl bizimle büyüyor ve geçmişin akıbetini anlayabiliyor .Peki sonlanıyor mu?
İşte insanın cesareti bundan sonra başlıyor…
Dünya, insanı ile anlam kazanır ve insanın verdiği anlamla çoğalır durur… Birileri Tanrının yeryüzünde sopası olduğuna inanır ve sonra etrafındakileri buna inandırmak için savaşır… Savaşı kazanır mı kaybeder mi bilemem…Lakin o öldüğünde onun uğruna savaşanlar dünyayı o adam için yerle bir eder…
Şuan kütüphaneler doldu ve hatta taşıyor… Lakin kitapların içindeki bilgiden çok insanların aklındaki iktidar onları da yok ediyor.. Geride kalanlar boş sayfaların içinde yeni dünyalar kurmanın peşinde… Onların peşine düşenler ise PERİŞAN !
Dünya, bir kişi için perişan olamayacak kadar değerlidir…Değerli olan tel şey ise Tanrının tek bir kez yarattığı her şeye bahşettiği CAN’dır ..
Bazen Dünya Bazen İnsan….Seç Birini Dostum !
Saygılar
muhammed1347
Yazımı okuyup bu güzel yorumla katkıda bulunmana çok sevindim.
Umarım bir gün yine de insanlar intikam sözünü unuturlar ve intikamın
gerekmediği bir dünya düzenleriz gelecek nesillere.
Umarım bir gün toprak değil belki toprağın üzerinde yaşayan insan
değer kazanır.
Harikasın değerli dostum. Vallahi yorum yazacak kelime bulamıyorum makalenizi okuduktan sonra. Yazılarınızın resmen müptelası oldum. Yazmaya devam edin lütfen. Bu tür yazılar kaleminizden yağ gibi akıyor sanki...
Teşekkür ederim, bana böylesi güzel yazıları okuma fırsatı verdiğiniz için...
Sonsuz selam ve saygılar
muhammed1347
Yazılarımı beğendiğiniz için çok mutluyum.
Sağ olun sevgili dostum.
Kederli
Yazılanları, az-çok, iyi veya kötü değerlendirebilecek yetenekte olduğumu sanıyorum.
Başkalarını bilmem, ama ben yazılarınızı merakla ve dörtgözle bekliyorum.
Selam ve saygılar