- 1202 Okunma
- 4 Yorum
- 1 Beğeni
LİMON AĞACI
Uzun süren uykuların ardında bir sahneydi önümde açılan. Uzadıkça uzayan bir yolda, eski zaman otobüslerinin birine binmiş gidiyorum .Umudun çığlığıydı duyduğum, koştuğum. Bavulumda hiçbir zaman yanımdan ayrılmayan dostlarımla birlikteyim. Çünkü biliyorum Feride ile konuşmadan hiçbir Çalıkuşu gerçekleştiremeyecek hayallerini. Zehra’yı tanımadan bilmesi mümkün olmayacak kimsenin uğrunda mücadele edilecek değerlerin var olduğunu. Şahin Yeşil Gece’de gitmeseydi üzerine cehaletin, kör karanlığın bugün ip gibi uzanan ve güneşe götüren bu yollarda, umuda el açan toprak yollarda dönmeyecekti hiçbir tekerlek.
Uykudan uyandıran yolculuğun getirdiği yorgunluktan çok heyecanın verdiği dayanılmaz bir histi.Uzun bir film sahnesini böldüm ilk durağında sonra hiçbir zaman silinmeyecek cümleler yazdım beyaz sayfalara, ucu sivri kurşun kalemimle;
" Şimdi düşme vaktidir yollara. Bacaları tütmeyen okulların bahçelerine bahari götürmenin vaktidir. Issızlığını bozma vaktidir kuru ot bağlamış, çorak toprakların."
Yolculuğum bir kışın ortasında başladı. Doğu’nun kar kokusuyla tanıştım ilk. Ardından uzun,sıralı kavakları karşıladı beni, gizli tümsekli yollarında. Hüzünlü türküler yankılandı Tendürek’in eteklerinde Süphan bürünürken beyaza. Her şey sıradandı, sıradışı olan birkaç yaşanmışlığın dışında.
"Yeşil gözleri vardı. Hiçbir zaman çıkarmadığı gözlüklerinin arkasından gülümserdi. Hep o camın arkasında gizlediği başka şeylerin olduğunu düşünürdüm.Harflerin gölgesinde öğrettiği o büyük şeyi hala hatrımdadır. Bu yolculuğumda valizimin en küçük fakat en özel yerinde saklarım; "Fedakarlığını." Kelime anlamını o zaman için bilmesem de kulağıma hoş gelirdi, samimiyeti ısıtırdı içimi. O günden bu günedir soğumamış olmam bundandır bilirim. Çünkü ilk öğrendiğimdi, ilk öğretmenim."
Tarifi edilmez o heyecanın, çalar saat benzeri kalp atışımı ısrarla artırdığı vakit adımladım giriş kapısını. Sonra derin sessizliğin bürüdüğü dört duvar iki renge boyanmış, bir yazı tahtası, birkaç sıra.
Oysa sıradan birçok ayrıntı.
Fakat her şeyi daha da anlamsız kılan, var olan bütün maddiyatı yerle bir eden,hiçbir romanda eşine rastlamadığım masumiyet, titreyen bir çift el,anlatamadığım, onlarca göz.
İçinde ne var biliyor musunuz?
Dünyanın neresine gidersem gideyim bulamayacağımı bildiğim ; sevgi. Karşılığı beklenmeksizin bir tepside sunulmuş ve hiçbir şekilde geri çevirme şansın olmayan.
Sonra "umut" beni buralara çağıran Ayşe’nin, Ali’nin Kadir’in sesi. Yazı tahtasına dokunan mürekkepli kalemin sesi, rüzgarın sesi yazın ortasında serinleten.
bam telinin sesi; yüreği titretip geçen.
Çocukluğumun o sisli defterlerindeki hayalimi hatırlarım. Hep bir limon ağacı olmak istediğimi söyler annem. Neden bunu istedim diye düşündüğümde hafızamın terk edilmiş toprakları hatırlatır kendini. Çocukluğumu geçirdiğim beş odalı evi anımsarım. Ege’nin yaz güneşi kasıp kavururken betonarme binaları, bunaltırken herkesi sıcağı yakmazdı tenimizi, şikayet etmezdik güneşin o kızgın halinden.Pencereye bakan kanepeye oturup kocaman gövdesini izlerdim, sonra yeşil yapraklarını.Henüz olmamış haliyle fakat olduğundan iri limonlarını...Gölgesinde kaldığım limon ağacına özenirdim hep.
Şimdi ben de bir limon ağacıyım. O çocukluk hatırasında kalmış resimdeki gibi limonlarını sarıp sarmalayan koca gövdeli bir limon ağacı.
Bahçenin bir köşesinde elindeki çubukla toprağı eşelerken gözyaşlarını silmeye çalışıyor. Yanına yaklaşıyorum. Yüzündeki o üzgün ifade, tebessümümle sarsıntılı bir hıçkırığa dönüşüyor. Yüzünü avuçlayan ellerini kaldırıyorum. Şaşkınlıkla karışık sebebini soruyorum gözyaşının;
"Tavşanım öldü öğretmenim? " gövdeme bir ağırlık çöküyor, limonlarımın biri ağırlaştıkça bükülüyorum. "Nasıl?" diye soruyorum. "Öldü,biliyorum"diyor. Israrla sordukça kararlı ses tonuyla daha çok bükülüyorum; "Öldü o, bir daha gelmeyecek."
Limonlarımdan biri büyüyor, ekşiliğiyle tanışarak dünyanın.
"Siz de gideceksiniz, değil mi öğretmenim?"
Dönüyorum. "Nereye?" diye sormaya vakit bırakmadan:
" Önceki öğretmenlerimiz de gittiler. Siz gitseniz bile biz özleriz sizi. Yeni öğretmenimize sizi anlatırız hep."
"Gidiyorum, öyle mi? " Her gidiş koca bir oyuk açıyor kalplerinde, derin izler bırakıyor kötülüğe bulanmamış yüreklerine.
Limonlarım bana kızdı, köklerimde acımsı bir kuruluk.
"Siz hangi gün doğdunuz öğretmenim?"
"Ben size altın gibi parlayan bir kolye alacağım o gün. Hem de bir liraya, biliyor musunuz?"
Yüzündeki çukurlaşmış tebessümüyle büyütüyorum gövdemi. Limonlarımdan biri kocaman kalbini gösteriyor, sarıya dönüyor yeşil elbisesinden atarak acılığını.
"Haydi hep birlikte mektup yazıyoruz!"
"İstediğimize yazabilir miyiz öğretmenim?
"Evet, hatta çok sevdiğiniz bir oyuncağınıza bile."
"Ben babama yazabilir miyim? Kuş gibi uçtu o da.Gider mi mektubum babama öğretmenim?
"Gider tabi ki..."
"Çook öpücük koyacağım zarfın içine.Çook."
Yapraklarımı döküyorum. En ufak bir esintide savruluyor her biri. Limonlarımdan biri mektubunu süslüyor. Adresi belirsiz olsa da biz göndereceğiz onu; kuşların kanatlarına takıp.
" Siz gerçekten bizim için mi geldiniz?"
"Evet. "
" Anneniz özlemez mi sizi?"
"Özler tabi ki. Ama sizin için gönderdi."
" Uçakla geldiniz değil mi öğretmenim, bulutlara değdiniz siz?"
" Evet."
" Bizim için geldiniz değil mi?"
"Evet bulutlara değerek, sizin için."
Pamuk şeker pembesi yumuşacık bulutlara değe değe. Turkuaza çalan Van Gölü’nü izleyerek. Limonlarımdan biri yağmur damlasını düşürüyor yapraklarıma. Gözlerim olduğunu hatırlatıyor bana, bulutlara yakınlaşıyor yeryüzü.
Yıl boyunca büyür. Büyüdükçe dallanır ve hiçbir engel tanımaksızın uzanır gider. Kışın keskin bir soğuk vursa bile dökmez yapraklarını. Dikenli dalları vardır; çünkü meyvesine uzanıp koparmaya çalışan elleri kanatır. Meyveleri yanında çiçeklerini saklar.Çiçekler her meyvesinin özel olduğunu anlatır aslında.Çiçeklerinin altında büyür meyvesi.Koyu yeşilden sarıya geçene dek serpilir,ağırlaşır. Fakat kararlıdır dallarında nöbet tutan dikenler; meyveler kendilerini idare etmeyi öğrenene dek, büyüyüne dek kimsenin koparmasına izin vermeyecek.
Ana vatanı bilinmez onun.Çünkü her memleket kucaklar, toprağını açar ona. Soğuk iklimler biraz yorsa da birkaç uğraşla köklerini salar, büyütür, meyve verir. Kendi ülkesi yoktur. Çünkü tam anlamıyla hiçbir yere alıştırmaz kendini. Her zaman yetiştirecek başka çiçekler belirir dallarında, meyvesini büyütür, düşer toprağa.
Limon ağacıyım ben.
Çiçeklerim Van Gölü’nün kenarından açtı dallarımda. Doğu’nun uçsuz bucaksız kokularından vardır yapraklarımda. En ufak bir rüzgar bile korkutmaz gövdemi. Çünkü güçlüdür meyvelerim. Dikenli dallarım cehaletin ellerini kanatır, belini kırar boynunu büker koparmak için eğilen dalların.
"Ben büyüyünce masal yazacağım hep öğretmenim."
"Neden?"
"Çünkü çocuklar masalları sever. Ben de çocukları sevindireceğim hep."
"Nasıl bir masal yazacaksın peki ?"
" Ayakları üşüyen çocuklara ayakkabı getirecek sihirli bir lambam olacak. "
Limonlarımdan biri meyvesini veriyor.Yağmura değiyor gözlerini açar açmaz,kalbindeki aydınlığı büyüterek.
Çocukluğumun o silik resmini çiziyorum gözlerimi kapatıp. Sayısızca meyveleri getiriyorum önüme.
O kadar çoklar ki. Her toprağın kimyasına alışmış, her yağmuru köklerine sindirmiş.
Doğu’nun karını tanıdım ilk. Sonra kasıp kavuran güneşini. Köklerimi tanıştırdım toprağıyla.İnci gibi meyve verdi hepsi.Şimdi gün be gün büyüyorlar.
Tam oldukları zaman düşecekler toprağa. Sonra işte yolum düştüğünde uzaklara hepsinin gölgesi kalacak ardımda.
Gözlerimde yağmur biriktireceğim giderken, ellerimde küçücük eller harfler çizecek beyaz yapraklara. Ara sıra göz göze geleceğiz önündeki eksik dişlerden biri görünmesin diye gayriihtiyarı gülümserken bir çocuk.
Sonra yaşamı sırtlayan karıncayı koyacağız bir kavanoza;
Sırtındaki yükü nasıl taşıdığına şahitlik ederek.
Ben büyük bir limon ağacıyım.
Sayamayacak kadar çok meyve vereceğim.
Sözümü pempeye çalan bulutlara yazıyorum.
Sonra ucu sivri kalemimle, beyaz bir kağıda.
Bütün trenler, uçaklar,otobüsler tek bir adrese yol alacak inanın bana...!
"umuda."
NURAY KAÇAN-2015
VAN-
" VAN ŞAİRLER VE YAZARLAR DERNEĞİ İLE ERCİŞ İLÇE MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ İŞBİRLİĞİYLE DÜZENLENEN 24 KASIM ÖĞRETMENİN ÖYKÜSÜ YARIŞMASI İKİNCİLİĞİ ALAN ÖYKÜMDÜR."
"Anlatılanlar, yaşananlar tamamıyla gerçektir. Bu öyküm Doğu’nun her karış toprağında fidanlarını yeşertmeye çalışan bütün güzel yürekli öğretmenlere adanmıştır."
YORUMLAR
Sevgili Nuray.
Aynı topraklarda öğretmenlik yapmış bir meslektaşın olarak büyük bir zevkle ama daha da çok gururla okudum yazını.
Öğretmen olmak işte böyle bir şey. Bunu öğretmenlik yapmamış birinin, hele hele de o coğrafyaları tanımamış birinin anlaması çok zor.
İşte bu tür hatıraları okuyunca o çocuklar için birer ışık olmaya çalışanları katledenlere bir kez daha binlerce lanet ediyorum.
O çocuklara '' Siz de mi gideceksiniz?'' endişesini yaşatanlara lanet ediyorum.
Söylenecek çok şeyim var lakin bu güzel, pırıl pırıl, ışıl ışıl öğretmenimin sayfasında içimdeki öfkeyi daha fazla dökmeyeyim.
Ellerine, yüreğine sağlık.
Selam ve sevgilerimle.