- 492 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BUZ TUTAN ANILARIM
Doğup büyüdüğüm Sultan Şehir Sivas’ın bitmek bilmeyen kışlarından olsa gerek anılarımın çoğu kış aylarına aittir. Elimden kuş gibi uçup giden ve bir daha dönmeyen çocukluğumu hayal ettiğimde garip bir hüzün çöker içime. Rahmetli babam mekanı cennet olsun çok iyi bir kaynak ustası idi. Bana ve kardeşim Ercan için şahane bir kızak yapmıştı. Kızağın ana gövdesi demirden, oturağı ve elceği (tutamak) tahtadandı. Oturağın üzeri de kuzu postu ile kaplıydı. Arkasındaki kedigözleri geceleri ışıl ışıl parlarken, bisikletçilerden bir haftalık harçlığıma kıyıp da aldığım zemberekli zil namı dillere destan olmaya başlayan kızağımıza ayrı bir hava katardı . Bu durum bizi mutlu ettiği kadar kötü niyetli kişilerinde iştahını kabartırdı. Hatta bir gün başka mahalleden gelen birkaç çocuk kızağı zorla elimden almaya kalkmıştı da gürültümüze yetişen bizim mahallenin çocukları sayesinde tehlikeyi savuşturmuştuk.
Bin dokuz yüz atmışlı yılların sonlarına doğru bir elin parmakları kadar sayıda olan otomobiller, damlardan kürünen karlardan dolayı iyice daralan yolları biz çocuklara ve zavallı atların çektiği faytonlara bırakırdı. Üstünde kaymaktan cam gibi buza dönen kaldırımlarda birinin düşmesiyle duyulan feryat tüm sesleri bastırırdı. Bunun üzerine özellikle kaldırımın hizasındaki ev sahipleri tarafından bir kova yanmış kömür külü buzlu yere dökülerek daha sonra oradan geçenler korunur ama kızak kayan çocukların zevki katledilirdi.
Birde uzun ve soğuk kış gecelerinde pencereden bakar sokak lambasının ışık huzmesine düşen kar tanelerine dalar giderdim. kuzine sobanın üzerinden dedemin (oda rahmetli oldu) beş vakit kullandığı sıcak suyun güğümü eksik olmazdı. O güğümden damlayan suların cızırtısı, üzeri muşamba kaplı tahta masadaki kocaman çalar saatin tiktaklarıyla ,sobanın kenarında kıvrılan kedinin mırıltısı ile birleşir ve benim için dünyanın en güzel orkestrasını oluştururdu.
Anneme bize kim bilir kaç kez anlattığı masalları bir kez daha anlatması için yalvarır o mübarek dizinin dibine çöreklenirdik. Sağ olsun bizi kırmaz ipek gibi yumuşak sesi ile masallara başlardı. Masallara kendimizi kaptırır kah saraylarda gezinir kah bir fakirin derdiyle ıstırap çekerdik. Dualar la uyumadan önce sabah kuşlar yesin diye pencerenin pervazına ekmek doğrardık. İnanırdık ki rızkımızdan ayırdığımız o küçücük lokmalar büyük hayırlara vesile olacak nice kuşun canını kurtaracaktı.
Yine kar yağıyor belki uzaklarda bir yerde yine masal anlatıyor bir anne yavrularına ve yine aynı orkestranın sesi kazınıyor çocukların hafızalarına ve ben yine rızkımdan küçük lokmalar hazırlıyorum kuşlara…
Erkan İlter