- 2061 Okunma
- 11 Yorum
- 6 Beğeni
Hiç Kimsem...
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Merhaba... Yıllar sonra paçavralaşmış sözcüklerin en bakirini söyleyebilirim ancak sana... Bilhassa o kadar çok zamana inanmıyorum ki, o kısa kirpikli gözlerini, yer çekimine kapılıp aşağıya kıvrılmış burnunu ve kırıklaşmış dudaklarını görmesem, heralde insanlara aptal muamelesi yapacaktım böyle bi soyutluğa inandıkları için çünkü.... Onların taptıkları zaman bana ona karşı olan inançsızlığımdan başka bir şey vermedi...
Merhaba hiç kimsem...
Görmeyeli kırılmışsın belli, insanın kalbi yüreğine yansırmış ya yüzündeki kırışıklarının sayısı acı çektiğin yıllarını göstermiş... Belli, almışsın bazı insanların ahını yahut günahını, kaptırmışsın kendini boş insanlar içinde,yalnız kalmışsın... Üzüldüm üzülmedim değil, belki ben gibi deniz sevdalısı olmayıp karanın o acı kokan toprağına alışsan, kimse seni üzmezdi... Ama kadınlarda olduğu gibi erkekler hep o şair kadınlara aşık olurlar ama dolgun göğüslü, arzularını yerine getirecek ve masrafsız az konuşan kadınlarla evlenirler... Duygudan yoksun ihtiyaç giderip sürüsüyle çocuk yapmak için... Bir fotokopi makinasıyla evlenirler, ne ilginç... Belki de bizi ondan dolayı sevmezlerdi fotokobi makinasından çok hayal dünyamızın yazıcısıyız biz... İki göz kulak evet ama aklen ve kalben farkedilirdi farklı oldukları... işte bu yüzden bulunduğum sahillerin ana karakteri değil de başka anakaraların figüranı olmayı seçtin...
Merhaba hiç kimsem...
O rutubet duvarlarımızda aşkımızı yaşarken bana yemekleri sorardın... Hangi mutfak, kaç porsiyon, kaç kaşık, oturuşu kalkışı, kadehteki sıvıyı ki cıva gibi ele avuca gelmeyen arzuyu içmeyi severdik kadehte ve o arzuyu sana ben alırdım... Onun parasını çıkarabilmek için sokaklardaki tebeşirleri silip çalıştığımı bilmezdin... Yoktu derdin, yoktu... Eldeki avuçtaki paraları saçmayı çok severdin, çünkü deliydin... Ve çok güzeldin... Kuşluk vaktinde kalkar kendine biraz su kaynatıp bardakta soğuk suyla karıştırırdın çünkü akrabanda mideden yakınan çoktu ve sen çok evham seven bir insandın... Neyse sonra gider kendine sütü bol kahve yapardın, kalbin gibi yumuşak severdin ve sonra... Sonra o sana aldığım müzik kutusunu çevirir onun müziğini dinleyip on senedir devam ettiğin o kitabı okumaya çalışırdın... On sene... Kitabı hatim etsen de sıradan yormayan cümleleri sevdiğin için başka kitap okumazdın, yalındı sana göre... Hep akrep 10’u gösterdi mi kolu kırılmış kiremit rengi pencereden güneşi dikizlerdin... Endişelenirdim çıplak gözle güneşe bakıyorsun diye,.. O kara gözler benden çok güneşi bakıyor diye kıskanırdım, eh bende böyleyim işte... En son hayıflanır daha yamasını yeni yaptığım halde dikişi patlamış kırık beyaz montunu giyer, dışarı çıkardın... İlk önce sekerdin yolda çocukluğuna dönerdin, sonra hızlı hızlı yürür sahile varır taş sektirirdin, tam 17 kere sektirmeye çalışırdın çünkü benim doğum tarihim 17 idi... Hoş ölüm tarihim de 17 artık... Unutamam gidişini... Ayakkabılarının içine basa basa yürüyüp kaybolduğunu, unutamazdım...
Merhaba hiç kimsem...
Yıllar sonra, ben yine aynı, değişmemiş... Saçlarımı hiç uzatmamıştım hala uzatmıyorum... O pembe kızılı bıraktım kına sürdüm ama dipleri geldi yine işte... Kendimi boşverdim... Haftada 1 yıkanıyorum... 2 yahut 3 defa haftada kahvaltı yapıyor akşamları ekmek yemiyorum... Çay içmiyorum ama arada bi küp şeker atıyorum ağzıma, sen gittiğinden beri başka tatlı almıyorum, bana yetmiyor işte... Sonra, sonra gece en erken 3 te yatıyorum, 3’e kadar hangi film olduğuna bakmazsızın sadece işkence etmek için bilgisayarı açık tutuyorum... Sonra sabah kahvaltı yapmadan uyanıyor yine bilgisayar başına geçiyorum ve yine Tanrının bana verdiği bir günün daha ırzına geçip atıyorum bi köşeye... Asıl soru gözlerinden geçiyor farkındayım... Yazamıyorum, ne zaman yazdığımı gördün ki?... Boyama kitabı aldım doktor tavsiye etti yalanıyla onu boyuyorum sınırsızca, ordan bi sabır yeteneğini keşfettiğim söylenebilir... Başka... Başka yok gibi, yeteneklerimi kaybettim aslında... Farklılığımı, renklerimi kaybettim... O zaman anladım ki ilham perisi sadece küfürden ibaret... Çünkü çağırdığımızda gelen bir varlığın gitmesi söz konusu olamazdı... Demek ki sende bir küfürden ibaretsin... Yoksa gitmezdin... Neyse, şimdi geldin, kırışmışsın... Kırmışlar seni, ağlamışsın... Çok insanın ahını aldın, çok insanın günahını paylaştın... Deniz sevdalısıydın duramadın acı kokan karada ve yalnızlaştın... Ben ise sana en temizinden bir merhaba söylemekten başka bir hissiyat bulunduramıyorum... Keşke yazabilseydim...
Merhaba hiç kimsem...
Merhaba...
E F T E L Y A ...
(Akdenizi cebinde taşıyan kız...)
YORUMLAR
Ne desem bilemedim... Herşeyi eskitiyormuşum... Her şeyi... Zamansızlığımdan şikayetçi herkes...
Ama Ben Deniz'i karadan seviyorum... Kimse bilmiyor... Kimse... Susuncada kimse anlamıyor...
Konuşacakmışım gibi geliyor... Susamıyorum... Susacakmışım gibi geliyor konuşamıyorum... Ama Sen anlamışsın olayı ben herkesin hiçbirşeyiyim hiç işte hiç kimse...
Kusursuz anlatımları dinleyecek birileri olur elbette ama. anlayacakları muallak. Bunun için en güzel dinleyicidir hiç kimse.
Ney varsa dökeriz satırlara. Kim anlar ki aynı bardaktan içilen sallama bir çayın tadını ? kim bilebilir ki alınan armağanların ambalaj kağıtlarını bile saklamanın güzelliğini? kime anlatabiliriz ki sözlerin incinmişliğin ertelenmişliğin yürekte yaşattığı tusunamilerini?
Bazen bunlar o kadar kutsaldır ki. kendimizden başkasına anlatıp tılsımını bozmamak için kimselere anlatmayışımız bunun içindir.
Kırılganlığın ustaca anlatımıydı. Yazıda kendimden bir çok ortak serzeniş buldum. sevgiyle kalınız .
Hiç' Bir Şey !
Koca bir hiçlik Sartre’den, içine sığamayan Post-Modern cümlelerden arındırdığında kendini, kitaplarında çırılçıplak kalır. Bezgin ve uçları yanık cümleler son noktaya ulaşamadan kül olur. Ne kadar kurtarmaya çalışırsanız o kadar yanarsınız, ne kadar izlerseniz, kor gibi yanan ateş karşısında ter sularında o kadar boğulursunuz. Kaç cümle kaç kişide, kaç kişi bu cümlelerde, bilemezsiniz.
Arkait bir sanrı, geçmişi hüsran ve yıkık sayan üslubun çöküşüne ,yüreğimden dökülen kelimelerin hüsran oluşu ekli. Asaletten yoksun, aruza yakalanan dilim, biraz kendinden yoksun, biraz edepten yoksun. Bab diyarı hayat, her dönemi ahlak yasalarına karşı, ahlaksızca yazan, bade bir tavrı bade’li aşk sayan, hiçlik diyarından kaçan ben. Asla unutulmaz, duygu ve düşünce esiridir bu beden.
İnkar ediyorum, bedeii bir halden, harcıalem bir hayata intikal ediyorum. Dadaizm bulantısını bir gelenek kavgasına getiren yığınla edebi eser ,geçmişin dilini nasıl inkar ederler. Dün ‘’Ölü Ozanlar’’ın bestelerini çalanlar, bugün Dadaizm’e sarılanlar ,yarın bir mezar taşı olmadan edebi hayattan yoksun kalmayacaklarını mı sanıyorlar? Oysa geçmiş, hiçlik diyarından, varlık diyarına bir kapı, edebiyat ise bu kapının tek anahtarı.
Dibace’lerden yoksun tavırlarımız, duygularımızdan yoksun düşüncelerimiz, kayıtsız eylemler gibi kırılgan ve sonuçsuz. Oysa ki bütün öfkelerimizi, sevinçlerimizi, umutsuz ve mutlu günlerimizi yazarken, hep unuttuğumuz ya da sakladığımız sırları açık etmemeye çalışırız. Sıra dışı bir cümleyi yakaladığımızda ya idamını istiyoruz ya da zindanımızda saklıyoruz. Becerebiliyor muyuz kendimizi temizlemeye ? Sanmıyorum ! Her satrın ardında elleri kanlı gözleri yaşlı kelimeler yığıla yığıla cümleler ve metinler oluşturacak. Korku korkmanın içini bizden habersiz daima suret-sizce dolduracak
Hiç’e sayarak her şeyi dolduramayız. Yağan yağmurların altında boğulan şehirleri yaşatan cümleler, yutamadığım koca lokmalar sanki. Ne ağzımdan çıkartabilirim, ne de bu koca lokmayı yutabilirim. Belki de ağzımda çiğneye çiğneye, ondan, bundan dilendiğim su ile, geçmişin sürahisine doldurarak yutmaya çalışacağım. Belki boğulurum, belki kurtulurum. Kim bilir !
Hoşça Kal Hiç' Kimse ....
saygılar