- 1201 Okunma
- 5 Yorum
- 1 Beğeni
BİR KİŞİ EKSİK OLSUN
Kısmetten öteye yol bulunmazmış.
Hayat bana öyle bir yol çizmiş ki; inişlerinden çok çıkışları var. Tırman, tırman bitmiyor.
Otuz beş yaşımda, görevli olarak, tek başıma vatandan, anadan, yârdan ayrı düştüm yollara. Hedef: Almanya’nın Bremen eyaleti. Sebep: Yurtdışındaki işçi ailelerinin çocuklarına Türkçe ve Türk Kültür Dersleri vererek benliğini kaybetmeden hayatlarını sürdürmelerini temin maksadıyla devlet tarafından verilen eğitim hizmetinin bir neferi olmayı yürekten istemek.
Vardık ve bizden evvel orada bulunan meslektaşlarımızla tanıştık. Vazifemize başladık.
Bir taraftan, vazifeli olduğum üç ayrı okulda öğleden sonralarına programlanan derslerimi verirken diğer taraftan da içinde bulunduğum devletin lisanını öğrenmeye çalışıyorum.
Haftanın iki gününde sabahtan öğleye kadar bağlı bulunduğumuz Hannover Konsolosluğu’nca resmî kanaldan tertiplenmiş olan lisan kursuna (!) devam ederken, diğer yandan gene haftanın iki günü akşamları kendi isteğimle Bremen Eyalet Hükümetinin Halk Eğitim Merkezlerinde verilen lisan kursuna devam ediyorum.
Akşamları verilen kursta değişik milletlerden insanlar var ve hepsinin tek gayesi içinde yaşadıkları memleketin insanları ile temel ihtiyaçları teminde olsun anlaşabilmek.
Öğleden önceleri gittiğim kursta ise sadece Türk Devleti tarafından görevli gönderilmiş Türk Öğretmenler var. Kursta ders veren eğitici kişi meslekte oldukça tecrübeli, Türkiye’de dört yıl süreyle İstanbul’daki Alman Lisesi’nde görev yapmış, Türkçeyi oldukça ileri düzeyde bilen ve konuşan, aynı zamanda Türkiye’nin 38 ayrı vilâyetini gezip tanımış bir Alman öğretmen. Bu öğretmen Türkiye vilâyetlerini tanırken aynı zamanda insanlarımızın karakteristik özelliklerini ve zaaflarını da tanımış tam bir misyoner.
“Misyoner” kelimesini özellikle kullanıyorum, çünkü bu adam sürekli Almanya’nın devlet olarak ekonomik gücünü, kültürel olarak sağlam temeller üzerine oturduğunun propagandasını yapabileceği materyalleri çok güzel bulup değerlendiriyor. Bununla beraber, hitap ettiği kitlenin zaaflarını ve zayıf noktalarını da üstüne basa basa aşağılar tavırlarla gözüne sokmayı mahirane şekilde yapıyor. En fazla üstünde durduğu iki husustan birincisi Kürt vatandaşlarımızın yaşantısı, yoksulluk, ulaşımdan kaynaklanan zorluklar, eğitim noksanlığı ve lisan ayrılığı. İkinci husus ise resmî görevle orada bulunan biz öğretmenlerin kendi aralarındaki 1980 öncesi siyasî kamplaşmaların izlerini kaşıyıp, belli başlı konularda nasıl ayrı düşünce sergilediğimize ve kendi aramızda sert tartışmalara girdiğimize bakarak kenardan kıs kıs gülmek. Tabii ki bütün bunları yaparken çorbada tuz misali lisan öğretimi konusuna da zaman zaman uğramakta. Yani asıl yapması gereken iş olan lisan eğitimi ikinci plânda kalıyor ve hazret, sürekli kendi milletinin üstünlüğünü bizlere anlatmak ve fikren bizim kabulümüzü sağlamak telâşında.
Bu minval üzerinde zaman akıp geçerken bir ders günümüzde ortaya atılan bir konu üzerinde –aynı zamanda hukuk fakültesini de bitirerek avukat olma hakkını kazanmış olan bir meslektaşımız- söz alarak konuşmaya başladı ama daha girizgâh faslında “Zaten Hitler…” dediği ân Alman hoca elini kaldırıp konuşmayı durdurdu ve söylediği söz şuydu: “Hitler bir Almandır ve onunla ilgili olarak sadece –bir Alman olarak- ben konuşabilirim. Alman olmayanların Hitler hakkında konuşmalarına izin veremem!” Ve: Arkadaşımız, lâfı ağzına tıkılmış olarak susup konuşmaktan vaz geçti.
Bu sırada ben söz alıp: Bayım (ismini özellikle yazmıyorum), siz, bizim ülkemiz ve devlet adamlarımız ile ilgili olarak her türlü sözü söylerken biz, dünyaca bilinen gerçekleri söyleyemeyecek isek bunun adına ne denir? Ben, bunu kabul etmiyorum. Ve sizi asıl yapmanız gereken lisan dersine davet ediyorum. Lâkin bu davetimi evvelce de birkaç kez yapmış olmama rağmen siz aynı tavrınızı sürdürdünüz. Ben burada devletimin görevlisi olarak bulunuyorum ve resmî bir anlaşma gereği olarak bu kursa iştirak ediyorum. Bugünden sonra ise resmen protesto ediyorum ve sizin derslerinize de gelmeyeceğim, Almancayı da öğrenmeyeceğim. Dünyada sizin lisanınızı konuşan bir kişi eksik olsun! Diyerek ders yapılan mekânı terk ettim.
Gerçekten de o günden sonra tekrar derse gitmedim. Ve gerçekten de görevim bitip ülkeme döndüğüm güne kadar mecburiyet olmadıkça Almanca konuşmadım.
Bu tutumumun değerlendirmesi ise ayrı bir yazı konusu olur. Ben şimdilik sadece bir hatıramı naklettim.
Saygılarımla…
-muhacir bozkurt-
Mustafa KÜTÜKCÜ
02.01.2016 – DENİZLİ.
YORUMLAR
Çocukların ayağındaki çizmeleri gördükçe, sizin ne zorlukla öğretmenlik yaptığınızı düşünüyorum...
İmtihanlarıma yedi hafta süre kaldı, sekiz dersim var... Türk Dili-1 3. ünitedeyim(ISBN:978-975-06-1804-8)...
Sağlık dileğim ve saygımla...
kadiryeter 2016
w.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=149275
muhacir bozkurt'a
Sevgili Hocam.
Öncelikle bu yazıya bu kadar geç geldiğim için kusuruma bakmamanı istirham ediyorum.
Yazıda bahsettiğin o Alman'a karşı tavrını da can-ı gönülden kutluyorum. Yalnız ben o Alman Hocayı da kutluyorum. Belki şaşırdın buna ama bence o da kutlanmayı fazlasıyla hakkediyor.
Değerli Hocam düşün bir kez.
Aynı durum tam tersi olarak Türkiye'de yaşansa ve bir Alman Atatürk'ü ya da bir başka Türk büyüğünü ağzına alacak olsa hemen anında, daha o Alman ağzını bile açmadan '' Sen bir Alman olarak onun hakkında konuşamazsın, Ancak bir Türk olarak ben konuşurum'' diyebilecek kaç kişi çıkar?
Bir diğer husus: Biz Türkler sağcı oluruz ya da solcu oluruz, memleketimizin meselelerini kendi aramızda tartışırız. İyi de bunu bir Almanın yanında yapıp niçin zaaf ve zayıflıklarımızı ortaya koyarız?
Evet bir Türk için o Alman Hoca çok antipatik bir insan ama şayet bir Alman olsaydım alnından öperdim onu vatanperverliğinden dolayı.
Hocam !
Umarım çok karıştırmamışımdır.
Sizin beni anlayacağınızı bildiğim için böyle bir yorum yaptım.
Selam ve sevgilerimle.
muhacir bozkurt
Aynı duygu ve düşünceleri paylaşıyoruz.
Yazıda bazı sözlerimi zikretmedim.
Alman hocanın adı Hans Dieter Mische idi. Biz ona Türk telâffuzu ile sadece Mişe derdik. Kendisine aynen şöyle söyledim: "Siz, bir Alman olarak eli öpülecek bir Almansınız. Sizi takdir ve tebrik ediyorum. Fakat takdir ve tebrik etmem, sizi sevdiğim anlamına gelmez. Sizi sadece milletinize ve dininize bağlılığınızdan dolayı tebrik ediyorum. Ben bir Türk'üm ve müslümanım. Bundan sonra bir Türk olarak sizi protesto ediyorum ve devletimi temsilen kendimi bu derse gelmekten men ediyorum. Bugünden itibaren beni bu mekânda göremeyeceksiniz."
Bu sözü söyleyip çıktım.
Salonu terk ettikten sonra içerde buz gibi bir hava esmiş ve Alman hoca o günkü dersi iptal etmiş. Bütün arkadaşlarım çıkıp geldiler ben otobüs durağında beklerken ve bazıları bana çıkıştılar: "Sen, nasıl olur da bir Alman'a eli öpülesi dersin?" diye.
O arkadaşlarıma: "Evet; o adam eli öpülesi bir Alman. Ama bir Alman olarak eli öpülesi bir adam. Keşke onun açtığı tartışmalarda, bizi, millet olarak aşağıladığı tavır ve davranışları karşısında bizim de kendi aramızdaki sağcı-solcu temeline dayalı beyin yıkanmışlıklarımızdan kaynaklı fikir ayrılığına düşmeyip de tek yumruk olup ona karşı gelebilseydik. Onun önünde tartışmalara girip onu güldürmeseydik. Ben asıl buna üzülüyorum. Benim bugünkü tavrımdan dolayı eğer konsolosluğumuz benim hakkımda herhangi bir resmî işlem başlatır, beni görevden alır da geriye iade ederse, ben bunu alnıma vurulmuş bir şeref mühürü olarak ömrümün sonuna kadar saklamak üzere güle oynaya memleketime dönerim. Ama bu tavrımın karşılığının böyle olacağını da sanmıyorum. Çünkü konsolosluk da bir Türk Devleti temsilciliğidir. Bu olayı en azından ferdî plânda bir dik duruş olarak görmeyi bileceklerdir. Sizler isterseniz derslere gelmeye devam edebilirsiniz. Ben gelmiyorum artık."
Bu sözlerimi söyledim ve sözümde de durdum.
Büyükelçi Onur Öymen idi o zamanlar. Bir vesîle ile Bremen'e geldiğinde, Türk Dernekleri yetkilileri ve öğretmenlerin katıldığı bir toplantıda bu konuyu gündeme getirdiler. Büyükelçi bana: "Nedir bu mesele?" diye sordu. Ben de aynı şekilde anlattım. Ve hattâ şunu söyledim kendisine: Siz, aile olarak Türkiye'de sol zihniyete sahip bir aile ferdi olarak tanınırsınız. Peki, sol zihniyete sahip olmanız kendi devletinizi temsil esnasında devletinizin aşağılanmasına rıza göstermenize sebep olur mu?" Böylesi bir soruyu hiç kimse beklemediği için bir anda orada havada bir elektriklenme oldu. Dikkatler büyükelçiye çevrildi. Büyükelçinin cevabı: "Türk, her zaman dik durmasını bilmiştir!"
Başka tek kelime lâf edilmedi bu hususta ve konu kapandı.
hocam ömrünüze bereket, daha nice talebeler yetiştirirsiniz...
gündeme takılmadan, siyasi tarafgirliklere girmeden bir gencimizin - hangi aile ortamında yetişirse yetişsin, - temelindeki milli ve manevi bileşenleri tam ölçüsünde sizler vermeyi bilirsiniz. ömrünüzü bu yolda harcamışsınız..
ve buralarda görebildiğim, tanıyabildiğim kadarı ile..
üslubu ile efendiliği ve mütevaziliği ile örnek alınacak bir büyüğümüzsünüz...
rabbim eksikliğinizi göstermesin...
en kalbi selam ve saygılarımla..
muhacir bozkurt
"Sanal Dünya" denilen internet ortamında insanlar birbirlerinin gerçek kimliğini bilmeden dostluklar, arkadaşlıklar edinmekte. Bu arkadaşlıkların bazıları, bazı vesîlelerle yüz yüze tanışıp gerçek dostluğa dönüşme imkânı bulmakta. Diliyorum, sizinle de yüzyüze görüşme ve tanışma nasip olur. İnsanlar birbirlerine samimiyeti hissettikleri ölçüde yakınlaşır. Rabbim hissiyatımızda yanıltmaya.
Bu vesîle ile kalbî selâmlar iletiyor, hoşnûd eden değerlendirmeniz için teşekkür ediyorum.
Muhabbetle...
Yinsani
teknoloji herşeyin süresini kısalttı, eski dostluklar kırk yıllarla anılırdı, şimdikiler dört yıllarla anılıyor...
rabbim hissiyatınızı yanıltmaya, inşaallah. amin..
mevlam nasip eder elbet, ha burda ha ötede...
ancak yaprak bile iradesinden habersiz düşmüyor ise,
bir kelamın bir selamın bile hesabı sorulur bize..
rabbim selamımızı, kelamımızı muteber eyleye, ihlaslı eyleye, cümle ümmeti muhammediyeyi utandırmaya inşaallah.
muhabbetle.
Yazınızın üstüne gurur duyduğum bir fotoğraf eklemişsiniz...
Hissiyatınıza noter oldu.
Yazınızı okumaya başlamadan, fotoğraftaki çocukları saydım.
Çeketinizin altına giydiğiniz kazağın desenlerini inceledim.
Türk Bayrağımızı bu fotoğraf içinde ve gereken yükseklikte gördüm.
Millî duygularımıza saldıranlara gösterilen sab'ra şaşıyorum!.
Menfaat, ahlâkın önüne geçti ise, milletçe ödeyeceğimiz bir felâket var demektir!.
Bu, büyük bir maddî ya da doğal deprem olabilir!...
Biliyoruz ki, ölü değiller; Şehidlerimiz, bu kadar kederi aslâ kaldıramazlar!.
Allah, Sizi, bütün hastalıklar ve yakın-uzak gizli düşmanların şerrinden korusun... Âmîn.
yazınızı okurken Sizinle gurur duyduğumu ve beni de temsil ettiğiniz için minnet duyduğumu bildirir,
Saygımla Selâm ederim... şimdi daha güçlüyüm; çünkü, BEN DE TÜRK'ÜM.
kadiryeter Kadir Yeter. 03.01.2016 TRABZON.
w.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=149275
muhacir bozkurt Mustafa KÜTÜKCÜ DENİZLİ.
muhacir bozkurt
Yaşadığım bir hâdiseyi teferruatına ve kritiğine girmeden sadece "hatıra babından" anlatmaya çalıştım.
Samimî ilginiz ve övgüleriniz için kalbî teşekkürlerimi iletiyor, aynı bayrağın sevdalıları olarak Rabbimden ferdî ve millî huzur, sıhhat, selâmet niyaz ediyorum.
Kalbî selâmlarımla.