- 2563 Okunma
- 8 Yorum
- 1 Beğeni
KEMOTERAPİ SÜRECİNE İLİŞKİN PET CT ÇEKİMİ VE SONUÇ:
Nisan 2015 ten beri süren rahatsızlığım ile ilgili evrenin önemli bir dönüm noktasına geldik.
29 Aralık sabahı 07.30 sularında uyanıp hastaneye gittim.
Saat 10.00 itibari ile elimde bir şişe Erikli su ile Pet CT tomografi filmi çekimi için bekleme odasına alındım. Daha sonra görevli hemşire, allerjimin olup olmadığını sorup, anthistamin yani bitkilere karşı allerjim olduğunu belirttim, başkaca bir allerjimin olmadığını söyleyince sol elimin damarı üstünden radyokaktif maddeyi enjekte etti. Bana bir buçuk litrelik suyu içmem için bir saat zamanım olduğunu söyledi. Saatimi kurarak her beş dakikada bir birer ikişer bardak içmeye başladım, bol su içince tuvalete çıkmak gerekeceği için de gösterilen radyokatif tuvalette de ihtiyacımı giderdim. Sürem dolunca tomografi odasında sedyeye soyunarak uzandım ve ve film çekimi aşamalı olarak yapılıp tamamlandı.
Yapılan bu çekimin neticesi iki gün sonra saat 14.30-15.00 dolaylarında belli olacağı için saat 15.30 a onkoloğum ile görüşmek üzere randevumu sekreterlikten aldım, merakla bekleme aşaması başlamış oldu. Zaman geçiyor elbette...
30 Aralığı 31 Aralığa bağlayan gece doktorum Filiz hanım hastanede nöbetçi idi ve incelenen Pet CT raporunun temiz olduğunu bana müjdeledi. Çok sevindim, ancak rapor yazılı olarak henüz elimde değildi.
31 Aralık sabahı erken uyanıp yine hastaneye gittim. Aç karna idim keza kan şekeri değerlerimin aç karna ölçülmesi genel değerlendirme için daha sağlıklı olacağı düşüncesinde idim. Kan değerlerimi aldım değerlerde herhangi bir ürkütücü durum çıkmadı, ancak trombosit geçen haftaya göre biraz azalmıştı, bunun kemoterapi ilaçlarının etkisini devam ettiğinden ve beslenmemi birazcık ihmal ettiğimden kaynaklı olduğunu düşünüyorum...
Nihayet randevu saatim yaklaştıkça raporum da yazılı olarak elime verildi.
Elbette ben bir tıp bilimcisi olmadığım için bu raporu tam anlamıyla anlayacak bilgi birikimine sahip değilim. ancak genel olarak da doktorların hastanın moralini bozacak söylemlerden özellikle kaçındıklarını da tecrübe edindim.
Hastanede yattığım, gidip geldiğim muayene ve tedavi süreci içerisinde pek çok kemoterapi hastası ile karşılaşmıştım ve bunların içinde yıllardır tedavi gören durumu benden çok çok ağır kanser vakaları ile mücadele eden insanlar tanımıştım. Onlara baktıkça kendi halime bin kere şükrediyordum bir yandan. Doktorum Filiz hanımın dediği gibi erken evrede tanı konulup, tedaviye ameliyat ile erken müdahale edilmesinden dolayı çok şanslı idim. Yoksa kanser illeti, işgalci düşman orduları gibi zamanında yeterince güçlü ve donanımlı bir savunma mekanizmasının harekete geçirilmemesi halinde, vücudumuzun tamamını zamanla işgal atına alarak ilerlediği her alanda önüne gelen hücreleri öldürüp yok ediyordu. Vücudu en kolay ele geçirmenin yolu, kanımızın dolaşım sistemi olan damarlar vasıtası ile belirlediği hedeflere kolayca ulaşıyordu kanser.
Randevu saatinde değerli onkoloğum sayın Prof. Dr. Mustafa Özdoğan ile görüştüm, soyunarak sedyeye uzandım... Karın nahiyesini deneyimli elleri ile muayene ederek, sırtımı dinleme aleti ile dinleyerek muayenesini tamamladı ve Pet CT raporuna göz attı. Bu arada ben sabırsızlandığımdan olsa gerek, ’ Doktorum Filiz hanımın dün akşam bana verdiği bilgiye göre, Akın hoca, ’ Cinsi kötü imiş ama atlatmış temiz görünüyor’ demiş, ama ben şu filme bakınca buna tam kani değilim, sarı ışıyan bölgelerde henüz kanserin sürdüğüne dair emareler var, sanırım bir süre daha ışın tedavisi almam gerekecek, ama ben bu işin uzmanı değilim siz biliyorsunuz ne yapılacağını!’ gibi sözler ağzımdan çıktı. Bunu üstüne onkoloğum ’Sadece renklere bakılarak şu şöyledir diyebilmek çok doğru olmaz, yazılı rapordakiler değerlendirmeye esas teşkil ediyor. Şu aşamaya kadar yapılması gereken şeylerin hepsini yaptık, durum iyi görünüyor, ama tekrar etmeyecek garantisi veremem, üç ay sonra CA değerlerine bakarak tekrar kontrol edelim!’ dedi.
’Bunu siz mi söylüyorsunuz?!’ diyerek sevinç ifademi belirtmek üzere elimi havaya kadırınca o da elini kaldırdı ve havada ellerimizi şaklatarak geldiğim iyi durumu kutlamış olduk. Mustafa bey bu konuda hastaları ile oldukça sevecen hareket eden bir kişiliğe sahip. Bu duyguyu hissetmek hastaya güven veriyor.
İlaçlarımı kesip kesmemem konusunu, bu arada fıtık ameliyatı olmamın sakınca yaratıp yaratmayacağı sorularımı sordum, kemoterapi ve kan sıvılaştırcı Hibor adlı ilac kesmemi belirtti. Sadece kalp aritmisi ile ilgili kullandığım concor adlı ilacı kullanıp kullanmamam konusunu kardiyoloğum ile görüşmemi belirtti. Her sabah yarım bir tablet Concor tablet yutuyorum ve bu ilaç kâlbin biraz daha yavaş tempolu çalışmasını sağlıyor ve kalp ne kadar yavaş çalışır ise bir aracın motoru gibi, daha uzun ömürlü oluyormuşuz.
Buraya kadar anlattıklarım evet güzel şeyler, ancak bu tam anlamıyla tedavi olduğum anlamına gelmiyor henüz.
O nedenle biraz daha bilgilenmek, daha doğru adım atabilmek için tavsiyelerinden çok ciddi anlamda yaralandığım
Onkoloji Diyetisyeni’de onkoloji-hematoloji ve nutrisyon sorumlusu Sayın Dr. Mehmet Refik Sezgin bey ile de görüştüm. O da raporlarımı tetkik etti. Olumlu sonuçlar hakkında beni aydınlattı ve moralimi bir kat daha düzelltti. Özellikle filmde görülen sarı ışımalar beni tedirgin etmişti, o burada görülen üst bölümdeki görüntülerin tedavi öncesi döneme ait olduğunu alttakilerin ise yeni görüntüler olduğundan bahis ile arada dağlar kadar fark olduğunu, normal hayata dönme sürecine başlayabileceğimi açıkladı, ancak bunun temkinli yavaş olması gerektiğinin altını önemle çizdi. Örneğin eski alışkanlıklarımıza birdenbire dönmenin çok ciddi sıkıntılı durumlar yaratabileceğini, bunun normal bir bedende sorun olmaz iken, mideden ameliyat geçirmiş bir bünyede reaksiyonlarının daha sıkıntılı hissedilebileceğini anlattı. Örneğin alkol, haftada bir kadeh, ayda dört kadehten fazla içilmemesini, yine sigaranın özellikle kesilmesini ve içilen ortamlardan uzak kalınmasını anlattı. Keza sigaranın zehirinin bir kısmının duman ile ağızdan alındığını, kısmen atıldığını, ancak kısmen de ağzımızda eriyen zehirin de mideye indiğini ve damarlarda daralmaya yol açtığını açıkladı.
Ben sigara ve alkol artık kullanmadığım için bu sıkıntılarım zaten olamayacaktı, ama bilgilenmek çok yararlı idi.
Ayrıca bu sarı ışımalar hemoglobinin yoğun olduğu bölgelerde de olabilirmiş...
Ben de kendisine onkoloğumun ilaçları 3 ay kesmemi önerdiğini ve 31 Martta kontrol verdiğini belirterek, bu arada vücudun bağışıklık sisteminin güçlendirilebilmesi için nelerin alınabileceğini sordum:
’ Öyle bir yola kesinlikle tevessül etmemem gerektiğini, İmmünial sitemin çok hassas dengeler ile hareket ettiğini, bir yandan bir hastalığın tedavisi için alınan bir uyarıcının başka bir hastalığın tetikleyicisi olabileceğini’ ifade etti. Gayet normal biçimde daha önceki tavsiye ve öneriler doğrultusunda dikkat etmem gerektiğini belirtti ve kendisine çok teşekkür ederek hastaneden ayrıldım.
Bu arada 31 Aralık sabahı hastaneden eve kan verip dönerken korkunç bir kaza ile karşılaştım; mahallemizde bir motosiklet sürücüsü hızla bir otomobile sağ yandan bir kavşakta çarpmış, yerde cam kırıkları, az ileride çarpışılan 48 plakalı bir otomobil ve olay yerine intikal etmiş bir ambulans vardı.Henüz ambulans hareket etmemiş ve durum ciddi olmalı ki ambulans içinde ilk müdahaleler yapılmakta idi.
Hayat işte anlık bir mesele ve ben aylardır bir hayatta kalma mücadelesi verirken, bu tür bir ani dikkatsizliğin ağır kaza ve ölüm ya da yaralanmalar ile sonuçlanması, çok ibretlik bir sahne ve tam anlamıyla zihinleri şok eden bir travmatik vaka idi. İşte ben sadece bu nedenle yaşamım boyunca ehliyet almamayı tercih etmiş ve bir kişini ölümüne sebep olursam vicdan azabından kurtulamayacağımı ve kendimi affedemeyeceğime kendimi inandırmış bir kişiliğe sahiptim. Yaşam boyu üç kez kaza geçirmiştim ve bu kazalar bende böyle bir karar almama neden olmuştu.
Hani bir türkü var; Musa Eroğlu çalıp söylüyor, ’ Ömür bir nefes arası, size de gelir sırası’ çok duygulandırıcı bir türkü benim için.
Herkes bir biçimde hayat mücadelesi verirken gün geliyor ve hayatın içinden şu ya da bu biçimde çekip gidiyor, kimi geç kimi erken... Ama şairin dediği de doğru, ’ Her ölüm erken ölümdür’
İşte böyle dostlar, yaşam savaşında umudumuzu ve direncimizi koruyabilmemiz, sahip olduğumuz olanaklar ile öz gücümüzün bileşkesine bağlı. Şayet olanaksızlıklar ön planda olursa moral % 50 nin altına düşer ise ölüm bir adım öne geçiyor.
Yeni yılın başladığı bu ilk günde bu yazıyı kaleme aldım, fakat bu yazıyı kaleme almadan önce çok değerli sevgili doktorum sayın Filiz Kaymakcı’nın bana Pet CT raporu hakkında saygıdeğer bilim insanı uzmanı Dr. Hakkı hocamız ile istişare ederek bana verdiği sevinçli haberden dolayı kendisine can-ı gönülden teşekkür ederken, o an ki yaşadığım duygu dolu anları kısaca bir bir şiirle ifadelendirdim ise de de o anlar sözcüklere sığmayıp, yüreğimin bedenime sığmayıp, gözlerimden taştığı anlardır.
...
YENMİŞİM KANSERİ!
...
Mutluluk gözyaşları bunlar,
Ve insanın iyi ki seven dostları var
Dostlar sayesinde yaşanıyor
En güzel, en büyük mutluluklar!...
Bu bilimin, bu azmin zaferi
Bu inancın başarısı
Bu hâyâl değil, gerçeğin şiiri
Kanserden kurtuldum dostlar!
Doktorum Filiz Kaymakcı
Yine hastanede nöbetçi,
Az evvel müjdeledi
Ahizede beni mutlu eden sesi
En güzel Yeniyıl hediyesi;
Bir yanda merak heyecan
Bir yanda endişe
Beklenenen en iyi haber;
Yenmişim kanseri!
Akın hoca petciti filmini incelemiş
’ Evet cinsi kötü imiş
Ama atlatmış
Hiçbir şey görünmüyor; tertemiz!’
...
Sevgili doktorum Filiz
Müjdeni alır almaz
Tüm dünyalar benim oldu,
Yine doldu gözlerim
Bu kez kederden değil
Sözcüklere sığmayan mutluluktan;
Şaban Aktaş; bendeniz
Bir illetten daha kurtuldu!
Ey sevgili dostlarım
Ey sevgili doktorlarım
Hepiniz iyi ki varsınız
Hepinize sonsuz sevgi saygı
Hepinize bin şükran!...
Bilim ile aşk kadar
Kim kimin elinden tutar,
Tanrım beni kurtardın
Diğer hastaları da kurtar!..
Şaban AKTAŞ
30.12.2015- 21.35
...
Nisan 2015 ten beri, hastalığımın seyri sırasında bana maddi ve manevi desteklerini esirgemeyen tüm dostlarıma, bana bilimin ışığında can veren tüm doktorlarıma, modern TIP biliminin gereklerini uygulanmasında emeği geçen tüm Medstar Antalya Hastanesi çalışanlarına candan teşekkürü bir borç bilirim.
’Beni Türk hekimlerine emanet ediniz!’ diyen büyük önderimiz Atatürk’ün şu sözleri ile yazımı noktalamak isterim.
"Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum.
Benim manevi mirasım bilim ve akıldır...
Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor...
Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur...
Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar".
Mustafa Kemal ATATÜRK
Hepinize en içten mutlu, barış, sağlık, huzur dolu bir Yeniyıl dileklerim ile selam ve sevgiler sevgili dostlar...
Şaban AKTAŞ
01.01.2016
YORUMLAR
’Beni Türk hekimlerine emanet ediniz!’ diyen büyük önderimiz Atatürk’ün şu sözleri ile yazımı noktalamak isterim.
"Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum.
Benim manevi mirasım bilim ve akıldır...
Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor...
Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur...
Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar".
Mustafa Kemal ATATÜRK
Merhaba Hocam ,
Bazı insan vardır ışığıyla aydınlatır dünyayı. Bir gülüşüyle yerleşir bütün yüreklere Hep sıcacık ve hep orada, hep o haliyle kalıverir ya işte öyle bir şey
yeni yeni hayatlar ve yaşamlar katar insanlığa
bilgi, sevgi sunar yıkmak için karanlığı
ne çok şey değişiyor aslında hayatımızda
yıkanıyoruz acılarımızla ruhumuzda
Mustafa Kemal Atatürk Adı her geçtiğinde aklımdan ve yüreğimden, iyi ki varsın Atam diye şükrediyorum içimden daima her nefeste
Sizin gibi insanlar vardır işte, gerçekten vardır.
Kıymetli yüreğinize selâm ve saygımla
çok teşekkür ederim
.
Şaban Aktaş (Homerotik)
Şaban Aktaş (Homerotik)
Şükürler olsun güzel bir sonuç inşallah 3 ay sonrasında da güzle haberlerin devamı gelsin.
kaç gündür aklımdaydı ancak bakabildim kusura bakmayın,
siz düzenli yazıyorsunuz ancak ben düzensiz uğruyorum
sağlıkla kalın
Şaban Aktaş (Homerotik)
Merhaba hocam,
Öncelikle azminizi ve sevgi zekanızı kutluyorum . Çok geçmiş olsun hocam.
Değerli paylaşım ve bilgilerinizi yenice keşfettim .
çok faydalı bilgiler var . Özellikle yoğurt ve doğal beslenme alışkanlığı . Doğal minerallerede vucüdumuzun ihtiyacı olduğunu yenice fark ettim .
daha uygun bir zamanlama ile yazı ve bilgilerinizi okumak için yeniden uğramak üzere aşağda ki bilgileri faydalı olabileceğini düşündüğümden paylaşıyorum . Haberin içeriği ve doğruluğu tartışılabilir. Araştırıyorum . Tam net bir yanıt alamadım .
huzurlu bir akşam dlilyorum
saygılarımla
.
DÜNYANIN YÜZDE 70 'İNİ ÖLDÜRMEK İSTİYORLAR
Finlandiya’da Lapland bölgesinin eski Sağlık Bakanı Dr. Rauni Kilde’den domuz gribi hakkında çok cesur açıklama. Domuz gribi aşısının bir aldatmaca olduğunu söyleyen Dr. Kilde, “Bu aşı ile mümkün olduğunca dünya nüfusunun çoğu öldürülmek isteniyor, bu nedenle önce küçük çocuklara ve hamile kadınlara uygulanması öneriliyor” dedi. Bu düşüncenin eski ABD Başkanlarından Henry Kissinger’e ait olduğunu söyleyen Dr. Kilde, 14-15 Mayıs 2009 tarihinde yapılan Bilderberg toplantısında bu kararın alındığını belirtti. Dr. Kilde, bir televizyona yaptığı açıklamasında, “ABD, hiçbir maddi kayıp yaşamadan hatta milyarlarca dolar kazanarak dünya nüfusunu üçte iki oranında azaltmayı hedeflemektedir” diye konuştu. Dünya Sağlık Örgütü’ne domuz gribinin ölümcül bir salgın olduğu yönünde beyanda bulunması için baskı yaptıklarını belirten Rauni Kilde, “Böylece aşıyı tercihli değil zorunlu yapmak istiyorlardı. Özellikle hamile kadınların ve çocukların ilk önce aşı ile zorunlu tutulması gelecek nesilleri hedeflediğini göstermektedir” açıklamasında bulundu. Finlandiya hükümetinin sınıflandırmayı kabul etmediğini ve aşının zorunluluğunu kaldırmak için, hastalığın derecesini normal olarak gösterdiğini ifade eden Kilde sözlerini şöyle sürdürdü; “Hiç kimse aşının bir yıl, beş yıl ya da 20 yıl sonra ne gibi etkilerinin olacağını bilmiyor: Mutlak kısırlık mı? Kanser mi? Ya da ölümcül herhangi bir hastalık mı?” Dr. Rauni Kilde, “Amerikan yönetimi ileride bundan dolayı doğacak herhangi bir sıkıntıdan dolayı ilaç şirketlerine bir sorumluluk yüklenmemesi için şimdiden önlemini aldı ve onları tüm sorumluluklardan muaf tuttu. Bu bile işin ciddiyetini göstermeye yeter” dedi.
HİLAL HABERhttp://www.hilalhaber.com/saglik/gizli-orgutlerin-domuz-gribi-ve-asi-oyunu-h17065.html
Hilal Haber
.
YAŞAYANKELİME tarafından 1/13/2016 10:50:37 PM zamanında düzenlenmiştir.
Onkoloji uzmanı Dr. Yavuz Dizdar, kanserin DNA ya da hücreyle değil bağ dokuyla alakalı olduğunu iddia ediyor. Kemoterapiye karşı çıkan Dr. Dizdar, hastalığın tedavisi için ev yapımı yoğurt yenmesini, paça çorbası içilmesini tavsiye ediyor.
'Kanserin çaresi paça çorbası ve evde yapılan yoğurt'
Çapa Tıp Fakültesi’nden onkoloji/farmakoloji uzmanı Yrd. Doç. Dr. Yavuz Dizdar, kanserin sebebinin DNA veya hücrelerde değil, hepsinin içinde yaşadığı bağ dokusunda aranması gerektiğini söylüyor. Dizdar, karar.com'dan Ürün Dirier'in haberine göre hastalara en güçlü toksin temizleyicisi olarak ev yoğurdunu, en güçlü doku yenileyici olarak da paça çorbasını tavsiye ediyor.
Kanserin asıl sebebi nedir sizce? Bu konuda çok tartışmalı iddilarınız var...
Kanserin çoğunlukla düşünüldüğü gibi DNA hasarı veya hücresel bir sorun olduğunu düşünmüyorum. Sorun bağ dokuda. Eğer siz bağ dokusunu bozarsanız hasta artrit de olabilir, diyabet de, kanser de, kalp hastası da… Zaten sadece kanserde değil tüm hastalıklarda genel bir artış söz konusu. Demek ki geniş bir popülasyonu etkileyen bir etken var.
BAĞ DOKUNUN BOZULMASI HÜCRELERİ ETKİLİYOR
Nedir bu etken?
Bunun en önemli etkeni bana göre ilaç endüstrisinin tamamıyla gıda endüstrisinin içine girmiş olmasıdır. Bozulmayan sütler, yumurtalar, ekşimeyen yoğurtlar, aylarca saklanabilen katkı maddeli yiyecekler, antibiyotikle 40 günde büyütülmüş piliçler… ABD’de kanser 1950’lerde sorun olmaya başlıyor. Çünkü ilaçla çok hızlı büyütülen piliç endüstrisi 40’lardan sonra pazara hakim oluyor. Piliç diyorum tavuk demiyorum. Çünkü bu yediklerimiz tavuk değil, başka bir canlı. Bağ dokusu bozulmuş hasta bir canlı.
Kimyasallar tıpkı piliçte olduğu gibi bizimde mi bağ dokumuzu bozuyor?
Evet aynen öyle. Siz bağ dokusunu bozduğunuzda, onun içinde yaşayan kemik iliği ve karaciğer hücresi gibi hücreleri de etkiliyorsunuz. Eğer bu doku onarılabilirse kanser dahil pek çok hastalık da kendiliğinden iyileşecektir. Yani benim düşünceme göre sorun hücre veya DNA’da değil kalıpta. Beslenmedeki aşırı farklılaşma nedeniyle, hammaddeye bağlı olan bağ doku yapı değiştiriyor. Bunun sonucunda 20 yaşındaki bir kız bile meme kanserine yakalanabiliyor. Mesela yeni nesilde boy uzun, kemikler iri diye bunun iyi beslenmeyle alakalı olduğunu söylüyorlar. Oysa formun değişmesinin sağlıkla hiçbir ilgisi yoktur. Bu form değişiminin sonuçlarını ileriki yıllarda göreceğiz.
KEMOTERAPİ YERİNE...
Kemoterapi hakkında şüpheli olduğunuzu biliyoruz. Kemoterapiye bakışınız nedir?
Biz şu an tıbbın boşluk ve tanımsızlık dönemindeyiz. Eğer kanserli bir hastaya tedavi uygulanmazsa ne olacağını bile bilmiyoruz. bu hastalara kemoterapi yaparak iyilik mi kötülük mü yapıyoruz belli değil. Bence hastanın beslenme koşullarını düzeltip kontrol etmek daha faydalı olabilir. Kemoterapi belli bir yerden sonra faydadan çok zarar getiriyor. Kemoterapi bağ dokusunu oluşturan kolajeni yıkıyor. 4 kür, 6 kür kemoterapi demek sürekli olarak hastayı kaynaklardan mahrum bırakmak demek. Bu kolajen yapının yerine konulması şart. Aksi halde bir süre sonra enfeksiyonlar başlıyor. Hastaların büyük kısmı zaten kanserin kendisinden değil, kemoterapinin yan etkisinden ölüyor.
PAÇA ÇORBASI YARARLI
Hastalara ne tavsiye ediyorsunuz?
Bir kanser hastası paça çorbası içmeli. Kolajen tüm hayvanların iskelet sisteminde yoğun olarak bulunur. Ama paçada özellikle fazlaca bulunur. Kolajen moleküllerinin bağlanmasında da C vitamini aktiftir. O yüzden hastalara tavuk suyuna limonlu çorba içirilirdi. Ama bugün gerçek tavuk kalmadığı için tavuk suyunda kolajen de yok. O sebeple paça tavsiye ediyorum. Kolajen tüm dokuları baştan sona yeniler.
YOĞURDU EVDE YAPIN
Kimyasallardan vücudumuzu temizlemek için ne önerirsiniz?
Vücut toksik madeleri bir yere kadar tolere eder ama güvenlik sınırı olarak ısrarla söylüyorum ki yoğurt gerçek olmak zorunda. Vücudu kimyasallardan temizleyecek en önemli unsur yoğurttur. Mutlaka hastaların ev yoğurdu yaparak yemeleri gerekiyor. Çünkü markette satılanlar gerçek yoğurt değil. Sütün de gerçek olması gerek. UHT süt, işlem görmüş süt gerçek süt değildir. İçinde yaşam yoktur. İki proteini birbirine bağlayan sülfür molekülünün en güçlü kaynağı süttür. karar.com/ Ürün Dirier
Kaynak:http://www.cagdasses.com/guncel/30658/kanserin-caresi-paca-corbasi-ve-evde-yapilan-yogurt
ÜŞENMEDEN OKUMANIZI TAVSİYE EDERİM !
Onkoloji alanında 30 yıldır çalışan bir bilim adamı ve aynı zamanda bir tıp doktoru olan Prof. Dr. Vincent castronovo, kaderin bir cilvesi ile 2011 yılında gırtlak kanserine yakalandı ve kendi
uyguladığı tedavi yaklaşımı ile bu hastalıktan tamamen kurtuldu.
Prof. Dr. Vincent castronovo kanser ve beslenme ilişkisi konusunda çalışan dünyaca ünlü Belçikalı bir bilim adamı ve tıp doktorudur.
Bu yazıyı kendisi ile 12 Nisan 2012 de Belçika RTL radyosunda yapılan söyleşiden derledik.
Kansere yakalandım
Meslek hayatımı kansere karşı savaşmaya adadım. Bilhassa ölümlere sebep olan metastazların oluşmasını sağlayan mekanizmaların deşifre edilmesi üzerinde uzun yıllar çalıştım.
15 yıldan fazla bir süredir, bilim ve tıp dünyasında fazla üzerine gidilmeyen beslenmenin kötü huylu tümörlerin ortaya çıkmasında ve gelişmesinde oynadığı anahtar rol üzerine yoğunlaştım.
Geçtiğimiz yıl, 2011 yılı Şubat ayında ben de reflüye bağlı olarak gırtlak kanseri teşhis edildi. Sonunda 30 yılı aşkın bir süredir mücadele ettiğim bu kötü hastalık beni kendi evimde yakaladı.
Hem doktor hem hasta olmak
Liege Üniversitesi Hastanesinden uzman bir doktor ekibi ve kendi geliştirdiğim tedavi stratejimle bu hastalıktan tamamen kurtuldum. Hastalıkla geçirdiğim bu serüvenli yolculuktan sonra, eskisinden çok daha sağlıklı bir hayata kavuştum.
Ben her iki tarafı da gördüm. Hem doktor hem hasta. Tabii benim meslekten olmam ve bu konu üzerine zaten çalışıyor olmam bu hastalığı daha iyi anlamamı ve adımlarımı ona göre atmamı sağladı.
Benim tedavi yaklaşımım 4 unsurdan oluşuyor:
Beslenme, Egzersiz, Sevgi ve Dostluk
Reflü deyip geçmeyin
Bende senelerdir reflü sorunu vardı. Bunu çok önemsemedim çeşitli ilaçlarla antibiyotiklerle bunu geçiştirdim.
Ancak sürekli olarak yukarı çıkan bu asit gırtlak dokusunu tahriş ediyor ve enfeksiyonlar oluşturuyor. Buradaki enfeksiyonları önlemek için aldığım antibiyotiklerle beraber gırtlak dokusundaki bağışıklık mekanizması duyarsızlaştı ve oluşabilecek bozuk genetiklik hücreleri yok edemedi. Ben kanser olduğumu son safha da öğrendim.
Kanserin beslenme ilişkisi
Uzun süre kanserin kalıtsal olduğu düşünüldü. Ancak kanser kalıtsal değil, çevresel etkenlere dayanan bir hastalık.
Akciğer kanserinin %90 sebebi sigaradır. Bunu herkes biliyor. Mevcut kanserlerin %40 sebebi ise doğrudan beslenme ile ilişkili.
Bazı kanser türlerinde bu oran çok daha yüksek, örneğin benim uzmanlık alanım olan barsak ve mide kanserlerinin %54ünün sebebi beslenme ile ilişkili.
Araştırmalarımız sırasında biz şüphelendik acaba bu kansere yakalanan hastaların beslenmelerinde herhangi bir şey var mı?
Daha sonra bunu bizim kanser araştırma merkezimizde inceledik. Gördük ki analiz etiğimiz hastaların tamamına yakınında bir beslenme bozukluğu var.
Araştırmayı derinleştirdiğimizde bulgularımız şaşırtıcı idi. Vakaların tamamında beslenme ile kanser arasında istatistiksel olarak göze batan doğrudan nedensel bir ilişki var.
Beslenme ile kanser ilişkisini şu şekilde izah edebiliriz. Beslenme bozukluğu bağışıklık sisteminin düzgün çalışmamasına yol açıyor, vücudu koruyan hücrelerin üremesi yeterli hammadde olmadığı için
yavaşlıyor.
Vücutta zaman zaman dış etkenlerle oluşan bozuk genetiklik hücreler yok sekteye uğramış bu bağışıklık sistemi tarafından yok edilemiyor.
Şeker zehirli
Çağımızdaki en büyük tehlike şeker. Bundan 100 sene önce yılda 1kg şeker tüketirken şu an sizin tüketiminiz 72kg oldu.
İnsan vücudu buna alışkın değil vücuda giren bu kadar şekere karşı ne yapacağını bilmiyor. Vücutta iç iltihaplanma oluşturuyor. Bizi bugün meşgul eden pek çok hastalığın sebebi bu iltihaplanmadır.
Obezitenin tıptaki adı iltihaplanmadır ve sebebi şekerdir.
MS hastalığı bir iltihaplanma hastalığıdır. Beynin bazı bölgeleri iltihaplanma yüzünden dopamin üretemez hale gelir. MS hastalığının sebebi bu dopamin üretememedir.
Kanserinde gelişmesi için ortamı hazırlayan bu iltihaplanmadır.
Yetersiz beslenen zenginler
Yetersiz beslenme yiyeceğin az olduğu fakir ülkelerin sorunu değil. Günümüzde zengin saydığımız batı ülkelerinde bir yetersiz beslenme söz konusu.
Tükettiğimiz besinlerin çoğu endüstride işlenip rafine ediliyor ve faydalı her şeyden arındırılıyor. Örneğin ekmek buğdayın en faydalı olan kabuğu atılarak yapılıyor. B12, protein ve demir gidiyor geriye saf nişasta yani şeker kalıyor.
İlginçtir ki gıda endüstrisinin diğer bir kolu da bu artıkları alıp bunlardan vitamin destek ürünleri yapıp bize ayrıca satıyor.
Palmiye yağı zehirli
Bize hayvansal yağların kötülüğünden bitkisel yağların iyiliğinden bahsedilir. Oysa bitkisel bir yağ olan palmiye yağı toksik bir yağ.
Maalesef palmiye yağı gıda endüstrisinde en çok kullanılan yağdır. Bugün süpermarket raflarında gördüğünüz ve üzerinde "bitkisel yağ" yazan yiyeceklerin neredeyse tamamında palmiye yağı kullanılır. Çünkü diğer yağlara göre sıcaklığa çok dayanıklıdır. Gıdalar işlenirken uygulanan yüksek
ısılı işlemlere dayanıklıdır. Bu yağ ayrıca uzun süre yapısı bozulmadan durabilir. Bu şekilde hem yiyeceklerin raf ömrü uzatılmış olur hem de fabrikada yağı depolama ve üretme maliyeti düşürülür.
Son zamanlarda gıda şirketleri yaşanan ekonomik kriz yüzünden karlılıklarını koruyabilmek için maliyet düşürmeyi iyice ön plana aldılar. Örneğin diğer yağların yerine palmiye yağı kullanılması onların karlı
kalabilmesine yardım ediyor. Bu yüzden daha çok şirket bu yağı kullanmaya başladı.
Ben herkesi uyarıyorum bu yağ toksiktir, kanserojendir lütfen palmiye yağı bulunduran yiyeceklerden uzak durun. Henüz bu yağın kullanımı yasaklanmadı, ancak yaptığımız baskılarla Avrupa Birliği
geçtiğimiz günlerde palmiye yağı bulunan gıdaların üzerinde bunun açıkça yazılması için bir yasa çıkardı. Bundan önce sadece bitkisel yağ yazıyorlardı. Bitkisel yağ dedikleri ise çoğu zaman bu palmiye yağıdır.
Kanseri nasıl yendim?
Önce tıbba güvendim. Ancak bununla bırakmadım beslenmemi planladım ve besin destekleri kullandım. Kemoterapi sırasında probiotikler kullandım. İnsanın barsağında bizim için vazgeçilmez olan bakteriler vardır. Bu bakterilerin bizim için hayati önemi vardır. Bunlar olmadan bazı besinleri hazmedemeyiz. Ayrıca gerekli bazı enzim ve vitaminlerin üretilmesini sağlarlar. İlginç bir nokta şu,
geçtiğimiz günlerde aslında beynimiz ile barsakta yaşayan bu bakteriler arasında karşılıklı bir iletişim olduğu bulundu.
Kemoterapi sırasında maalesef barsaklardaki bu bakteriler ölüyor. Bu yüzden onları yenilemek için
probiotik kullandım. Probiotikler bu bakterilerin uyur halde bulunduğu kültürüdür. Bunlar barsağa yerleşir ve azalan veya yok olan barsak florasını yeniler.
Bunun yanı sıra vitamin hapları aldım. Mineraller aldım.
Omega-3 yağlarını düzenli olarak beslenmeme dâhil ettim.
Yeteri kadar protein aldım.
Kızartmaları kestim.
Hepsinden önemlisi ise şeker almayı kestim.
Doktorlarım çok açık fikirli idi benim getirdiğim önerileri her zaman değerlendirmeye aldılar. Böyle bir şansım oldu. İletişimim diğer hastalara göre çok daha kolay oldu.
Çiğnemenin önemi
Memelilerin beslenmesinin ilk ve en önemli aşaması çiğnemedir. Maalesef sosyal yaşam biçimimiz ve değişen ve rafine olan gıdalar bizleri çiğneme davranışından uzaklaştırdı. Çiğnemek bizler için biyomekanik bir olaydır ve vücutta bazı sistemleri harekete geçirir. Bunun yansıra parçalanan gıdalar
kolayca hazmedilir. Barsaklarda oluşan gazların sebebi iyi çiğnememedir.
Önerdiğimiz kanser tedavisi
Biz merkezimizde hastalara bir kan testi yaparak hangi vitamin, mineral ve yağların eksik olduğunu tespit ediyoruz.
Buna göre hastaya uygun bir beslenme planı oluşturuyoruz. Çünkü zaten bir kere yetersiz ve yanlış beslenme yüzünden insan hasta olmuş. Hastalığın tedavi sürecinde bu yanlış mutlaka giderilmeli ve vücutta eksik olan ne varsa beslenme ile yerine konulmalı. Aksi halde bir iyileşmeden söz edemeyiz.
Yiyecekleri çiğneyin ve strese kapılmadan yavaş yavaş yiyin. Yemek yemeyi aceleye getirmeyin yemek için kendinize zaman ayırın.
Yağlı balıkları tüketmeyi ihmal etmeyin. Ton balığı tüketin, bu balığın içinde yüksek miktarda vücut için dışardan alınması şart olan yağ asitleri bulunur. Bu yağ asitlerini vücudumuzun çalışması için
gereklidir. Ancak vücutta üretemeyiz dışardan alınması gerekir. Haftada en az 3 kez yağlı balıkları tüketin.
Şekerden uzak durun. Şekeri ve türevlerini (nişastalar, karbonhidratlar) hayatınızdan çıkarmaya çalışın. Hızlı şekerleri kesinlikle tüketmeyin.
Brokoli tüketin. Bunun içinde kanserin metastaz yapmasını önleyen bir madde var.
Yağları pişirmeyin. Yakmayın. Üzerinden duman çıkan bir yağ toksiktir.
Sıcaklık yağların kimyasal yapısını değiştirip onları zehirli hale getirir.
Yağı mümkünse pişmenin son aşamasında ekleyin.
Brokoli ve diğer sebzeleri tüketirken bunları suda kaynatmayın. İçinde faydalı olan her şeyi suyuyla atarsınız. Tüketirken bunu ağır buharda pişirin. Yağını da sonradan ekleyin üstüne.
Kanınızdaki bakırı azaltın. Bunun için ıspanak tüketin.
Kızartmalardan uzak durun. Palmiye yağı ve ay çiçek yağını kullanmayın.
Gülün.
Profesör Dr. Vincent castronovo kimdir
Profesör Vincent castronovo, Belçika'da Liege Üniversitesi Onkoloji Araştırma Merkezinin yöneticisi ve aynı üniversitenin tıp fakültesi bölüm başkanı.
Pek çok ödül almış bir bilim adamı. Saygın uluslararası tıp ve bilim dergilerinde yayınlanmış iki yüzden fazla makalesi bulunuyor. Klinik onkoloji alanında çalışma yapan bir bilim adamı olmasının
yansıra, kendisi aynı zamanda bir tıp doktoru ve cerrah. Amerika'da ulusal kanser araştırma enstitüsünde uzun yıllar çalışmış ve 1992 yılında ilk Metastaz Araştırma Laboratuvarını kurmuştur.
OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ !
Sevgili mucize adam, olum bir nefes arası siz de değilmiş sırası, sizlerin bizlere aktarmaniz gerekenler varmış daha. İnanın sizin adınıza ve sevdiklerinize sizi bağışladığı için, Allahima tesekkur ettim. Bilim, ilim,inanç,akil ve allahın doktorlarimiza bahsettiği o şifalı eller. O zaman iyi ki dogdunuz,mutlu seneler.
Şaban Aktaş (Homerotik)
Saygılar.
Şaban Aktaş (Homerotik)
Baki selamlar...