Gözüm yollarda kaldı 9...
UYARI1: Okuyacağınız bu yazı, absürd öykümün 9. bölümüdür, isterseniz sırasıyla okuyunuz, istemezseniz de siz bilirsiniz, saygılar ve de iyi eğlenceler...
UYARI2: Tarzı biraz farklı gelebilir bu nedenle okumayı hemen bırakmamanızı rica ederim, birkaç bölüm şans verdikten sonra yine de sarmıyorsa zamanınızı çalacağım için kusura bakmayın...
Balodan haberim olmuştu olmasına fekat gözümün tekini kaybettiğimi ev ahalisinden başkası bilmiyordu, başkalarının öğrenmemesi için de korsan bandını kullanıyordum... Bu baloya gitmek ise tek gözümü kaybettiğimin kamuya ifşası demekti yahut gidişimi haklılaştıracak başka bir bahane bulmalıydım... O değil de bu kaybımın başkaları tarafından bilinmesini neden istemiyordum, insanın kendini eksik hissetmesi özünde değil de başkalarına bağlı bir şey miydi yoksa bunu herkesin öğrenmesi gözü kaybettiğimin ve bir daha geri kazanacağıma dair olan inancımın yıkımı demektiydi de bu inancı yitirmeye bünyem henüz hazır mı değildi ya da hikayeye gereksiz gerilimler katan bir yazarın elinde kukla mı olmuştum... Kafamda bu deli sorular dönerken vücudum da odamdaki yer yatağında bir o yana bir bu yana dönmekteydi, göz kapaklarım ağır ağır kapanırken dışarda da kar yağıyordu, hain kedi binanın içine kaçmış, İstanbul’un trafiği azalmıştı...
Aniden...
Sen de kimsin ya da nesin??? Bırak beni, hiyooop kime diyorum, bırak lan canım açıyor... Hey dur, yapma... Iyyy, burası neresi ya vıcık vıcık, sanki, sanki derimde bir yanma var, evet evet bildiğin yanıyorum... Ohhh çok şükür geçti yanma hissi gerçi burası da giderek kötü kokmaya başladı, bayağı kötü kokmaya başladı, anam, bok gibi kokuyo yaaa... Aha, ışık göründü, ıhhh, çok dar ama başarabilirim, ha gayret, ya Allah... Oh beee, bu sefer gerçekten çok şükür... 5 günlük kabızdan sonra ilk taharetin verdiği rahatlama hissini doyasıya yaşıycam diyordum ki “son gülen iyi gülermiş” atasözünde son gülenin kendi olmadığını anlamanın hissine geçmiş buldum kendimi...
Lan, hey, şişşş, noluyo be ahhh, durun ahhh, vurmasana be, yandım anaaammm...
Aaaaa uçabiliyorum, halbuki kanatlarım da yok, oha çok zevkliii... Laaannn düşüyorum, içim bir fena oldu, hemen çarpsam da bu histen bir an evvel kurtulsam, ay çok fena... İnşaallah pamuk ambarına düşerim derkeeennn oyyy, buz gibiii, dişlerim olsa titrerdi kesin... O da ne? Ya-la-ma beee, ıyyy ne bahtsızmışım, ne vardı özgürlüğüme kavuşacak, yeteeerrr...
Aniden...
Kapı çaldı, uyandım ve o anda fark ettim ki rüyamda gözüm olmuştum, herşey çok gerçekçiydi... Gözüm benden ayrıldıktan sonra gerçekten bunları mı yaşamıştı acaba, özgürlük dedikleri hiç de tahmin ettiğimiz gibi güzel birşey değil miydi, belli hakların korunduğu efendi-köle ilişkisi tamamen özgür toplumlardan daha mı mutlu kılardı insanları??? Aklımda bu sorular canlanırken “Gel...” dedim, odamın kapısı açıldı ve Salantur’un kafası kapının arasından göründü...
Salantur: Ev arkadaşım Mami’nin manitası... (Daha evvel belirtmiştim ama yne hatırlatayım dedim...)
“Kahvaltı hazır Açanal” dedi... Yavaşça doğrulup elimi yüzümü yıkamak üzere banyonun yolunu tuttum... Bu yolda başıma neler mi geldi? Hiçbir şey... Her şey normaldi, ardından tam bir aile saadetiyle kahvaltımızı yaptık...
Devamı gelecek...
Dipnot: Yorum yaparsanız sevinirim, yapmazsanız üzülmem...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.