- 673 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MÜSLÜMANLARIN AVRUPALI'LARDAN GERİ KALMA SEBEPLERİ..
Bu soru daha doğrusu iddia çok fazla dillendirilmesinin yanında, bana yöneltilen sorular içinde de en sık rastladığım bir soru oldu. Oldukça önyargılı ve tarihi gerçeklerden uzak bulduğum bu iddiaya kısa değinmek gereği duydum.
İslam ülkelerinin günümüzde içinde bulunduğu durum, bu teze kaynaklık ederken, Müslümanların dinleri nedeniyle geri kaldığı vurgulanmaya çalışılmaktadır. Peki söylemin gerçeklik payı ne kadardır?
İslam dini eğer geri kalmanın sebebi olsaydı, tarih boyunca Müslümanların yaşadığı ülkeler hep geri kalması gerekirdi.
Oysa durum bunun tam tersidir. İslam’ın doğuşuyla birlikte dünya üzerinde çok hızla yayılmış, 18. yüzyıla kadar da İslam ülkeleri dünya üzerinde hep başat güç olmuşlardır.
Bu gerçeği hatırlamak için Avrupa’nın içlerine kadar giren Endülüs’ü yada kısaca Osmanlı tarihine bakmak yeterli olacaktır. Ayrıca bilim tarihine göz atıldığında tıptan kimyaya, felsefeden sosyolojiye kadar bir çok konuda Müslüman bilim adamlarının oraya koyduğu çalışmalar görülebilecektir.
Peki nasıl oldu da Müslümanlar günümüzdeki duruma gelmişlerdir.Buna neden olarak dini göstermek belki de en oryantalist ve en kolaycı yaklaşımdır ama bu gerçek değildir.
Müslümanların geri kalmasını tetikleyen nedenlerden ilki yaşadıkları Moğol istilasıdır.
Moğol istilası ile büyük bir yıkım yaşayan Araplar bir daha eski güçlerini hiçbir zaman gelememişlerdir.
Moğol istilası sürecince yaşananlar incelendiğinde, koskoca Arap- İslam medeniyetinin nasıl yok edildiği görülecektir.
Arapların yaşadığı bu yıkımdan sonra göreceli olarak bu istiladan daha az etkilenmiş olan Müslüman Türk toplumu İslam bayrağı devralmış ve Yüzyıllarca dünyaya nizam vermiştir.
Osmanlı Türklerinin yıkımını hazırlayan süreç ise dünya ticaret yollarının değişmesiyle ortaya çıkmıştır.
Daha önceden dünya ticaret yolu olan “ipek yolu” hep Müslüman halkların kontrolünde olmuşken, Ümit Burnunun geçilmesi ve Yeni Dünya’nın keşfi ile bu durum değişmiştir.
Artık Dünya ticaret yolları karadan denizlere kaymıştır. Bu ise Osmanlı için çöküşün başlangıcı olmuştur.
Bu gidişin farkına varan Sokullu Mehmet paşa, döneminde Hindistan seferini planlanmış ve bu yönde bir donanma Hint denizine gönderilmiştir.
Hatta Osmanlı’nın yeni ticaret yollarının hakimiyetini ele geçirmek için Osmanlı donanmasının rahatlıkla Hint Okyanusuna indirebilecekleri bir kanalın Süveyş’te açılması için proje başlatmasına rağmen dönemin teknik imkanlarından dolayı bunda başarılı olunamamıştır.
Sokollu Mehmet Paşa yine aynı dönemde Karadenizden Hazar Denizine kanal açmayı planlamıştır.Biri Karadenize diğeri Hazar Denizine dökülen iki ırmağın birbirine yakın olduğu arayı açarak Osmanlı ile Türklerin yoğun oldğu Türkistanı birleştirmeyi düşünmüştür.
100 bin amele ve mühendisle başlanılan kanal harekatı bir süre sonra yoğun Sibirya soğukları karşısında mücadele eden Osmanlı askerlerine Rusların bir ani hucumu karşısında geri çekilmekle nihayetlenmiştir.
Osmanlı Yeni Dünya olan Amerika’da da bir koloni kurmayı düşünse de, iç denize uygun olan Osmanlı gemileri okyanus şartlarından başarı gösterememiştir.Bu ve benzeri bir çok neden ticaretin dolayısıyla sermayenin Müslümanların elinden batının eline geçmesine sebep olmuştur.
Ticaret yollarının el değiştirmesinin dışında batı ortaya koyduğu emperyalist sömürgeci yaklaşımlarla, hem Amerikanın hem de uzak doğunun hem de Afrika kıtasının zenginliklerini çalıp kendi ülkelerine taşımışlardır.
Özellikle Osmanlının zayıfladığı 18. yüzyıldan sonra emperyalist ülkeler İslam dünyasını işgal etmiş ve Müslüman toplumları kendi hedefleri doğrultusunda dizayn etmişlerdir.
Bugün Ortadoğu ve tüm İslam coğrafyasının antidemokratik rejimlerin hakim olması ve diktatörler tarafından yönetilmesinin temel nedeni Birinci Dünya Savaşı sonrası emperyalist devletlerin yaptıkları bu dizayndır.
Dolayısıyla İslam dünyası tarih boyunca her zaman geri olmadığı gibi, günümüzde de daha az gelişmiş olmasının nedeni de yine İslam dini kaynaklı değildir.
Aksine Müslümanlar ekonomik ve siyasi nedenlerle geri kaldıkça dine ve hayata bakışı da gerilemiş ve dinden uzak bir taassuba gömülmüşlerdir.Bu taassubun içinde yeni düşünce ve fikirler üretemez noktaya gelmiştir. Yine bunun sebebi İslam’dan kaynaklanan dinamikler değil, İslam’a rağmen ortaya çıkan tutuculuktur.
Batının günümüzde ileri gitmesinin dini nedenlerden olmadığını ortaya koyan bir diğer argüman da yine gelişmiş batı ile aynı dine ait olan bir çok ülkenin de göreceli olarak geri kalmış olmasıdır.
Bugün Afrika’da bulunan bir çok Hıristiyan ülke sömürü kaynaklı geri kalmışlığı en acı şekilde yaşmaktadır. Hastalık ve açlığın pençesinde bir hayat süren bu insanların mahkum oldukları hayatın nedeni dinleri değildir.
Onlar da gelişmiş batı ile aynı dine hatta mezhebe sahip olmasına rağmen, kaynaklarının ve insanlarının yüzyıllardır yağmalanmasından dolayı yoksulluk içinde yaşamaya mahkum edilmişlerdir.
Benzer şekilde Güney Amerika’yı buna örnek verebiliriz. Bugün hemen hemen tamamına yakını Katolik olan insanların oluşturduğu Şili, Paraguay, Uruguay, Arjantin gibi Güney Amerika ülkeleri yine ekonomik açıdan geri kalmışlık içindedir.
Aynı şekilde Soğuk savaş yıllarından demir perde ülkesi olarak anılan bir çok Avrupa ülkesi de benzer durumdadır.
Bu ve benzeri örnekler Müslümanların geri kalmasının nedeninin din olmadığını ve batının da gelişmesinin temelindeki motivasyonun yine dinden kaynaklanmadığını ortaya koymaktadır.’
***
Mısırlı âlim Muhammed Mutevelli eş Şa’ravi şöyle der:Ben San Francisco’da iken bir müsteşrik bana sordu:
-Sizin Kuran’ınızda bulunan şeylerin tamamı doğru mu?
Cevap verdim:- Kesinlikle evet.Tekrar sordu:
- O halde Allah niçin kâfirlerin müminlere galip gelmesine imkân veriyor?
(Hâlbuki Kuran diyor ki: “Allah kâfirlerin müminlere galip gelmesine asla imkân vermez.” Nisa: 141)
Dedim ki: - Çünkü bizler müslümanız, mümin değiliz de ondan.- Müminlerle Müslümanlar arasındaki fark nedir?
Şeyh Şa’rafi şöyle cevap verdi:- Günümüzde Müslümanlar namaz, zekât, hac ve Ramazan orucu gibi İslam’ın ibadet cinsinden bütün sembollerini yerine getiriyorlar fakat onlar tam bir sıkıntı ve yokluk içindedirler!!
İlmi, iktisadi, sosyal ve askeri sıkıntılar… vs.
Bu yokluk ve sıkıntıların sebebi nedir?Kuran’da geçen bir ayette şöyle denilir:
“Göçebe Araplar biz iman ettik, diyorlar. Onlara de ki: Siz iman etmediniz. Fakat Müslüman olduk, deyin. Çünkü iman henüz kalplerinize girmedi.” (Hucurat: 14).
Bana sordu: O halde onlar niçin sıkıntı ve yokluk içindedirler?- Bunu Kur’an-ı Kerim açıklıyor. Çünkü Müslümanlar müminler merhalesine yükselemediler. Şunları iyi düşün:Onlar gerçek mümin olsalardı Allah onlara mutlaka yardım ederdi.
Bunun delili Allah’ın şu ayetidir:
“Biz müminler yardım etmeyi üzerimize borç kıldık” (Rum 47).
Eğer mümin olsalardı diğer ümmetler ve halklar arasında daha önemli ve saygın bir konumda olurlardı.
Bunun delili Allah Teala’nın şu ayetidir:
“Gevşemeyin / yılgınlık göstermeyi ve üzüntüye kapılmayın. Eğer (gerçekten) inanıyorsanız üstün gelecek olan sizsiniz.”Eğer mümin olsalardı Allah Teâlâ diğer milletlerin onların üzerinde herhangi bir hakimiyet kurmalarına izin vermezdi.
Bunun delili Allah Teâlâ’nın şu ayetidir:
“Allah kâfirlerin müminlere galip gelmesine asla imkân vermez.” Nisa: 141)
Eğer mümin olsalardı Allah Teâlâ onları bu hor ve hakir durumda bırakmazdı.
Bunun delili Allah Teâlâ’nın şu ayetidir:“Allah müminleri içinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir.” (Âli İmran: 189).Eğer mümin olsalardı Allah Teâlâ her durumda onlarla beraber olurdu.
Bunun delili Allah Teâlâ’nın şu ayetidir:
“Muhakkak ki Allah müminlerle beraberdir.” (Enfal:19) Fakat onlar Müslümanlık aşamasında kaldılar, müminlik aşamasına yükselemediler. Allah Teala buyuruyor ki: “Onların çoğu mümin değildirler.”
O halde müminler kimlerdir?Buna da Kur’an-ı Kerim şöyle cevap veriyor:
Onlar:“Günahlarından uzaklaşan tövbekârlar,ibadetlerine devam eden âbidler, Allah’a hamd edenler,
lezzetlerden uzaklaşarak oruç tutan zahitler,rükû ve secdeleriyle Rablerine boyun eğenler,
iyiliği emredip, kötülüğü engelleyenler ve Allah’ın belirlediği sınırları aşmayanlardır.” (Tevbe 112)
Yani Allah Teâlâ zaferi galibiyeti, hâkimiyeti ve yüksek bir durumda bulunmayı müminlere vaat etmiştir, Müslümanlara değil.
Müslüman ile mümin arasındaki farkı mukayeseli olarak açıklayan güzel bir yazı. Paylaşmak istedim.
Günahlarından uzaklaşan, ibadetlerine devam eden, iyiliği emredip, kötülüğü engelleyen ve Allah’ın belirlediği sınırları aşmayan mümin lerden olabilmek duasıyla..
Yine Mısırlı meşhur alim Şaravi anlatıyor;İslami bilgisi zayıf ve dini yanlış yorumlayan geçlerden biriyle tartışıyordum. Sordum;-İslam ülkelerinden birinde bir gece kulübünü havaya uçurmak, helal mi yoksa haram mı?
Genç;-Elbetteki helal, onları öldürmek caizdir.Şaravi;-Onlar Allah’a karşı günah işlerken siz onları öldürürseniz, cennete mi yoksa cehenneme mi daha yakın olurlar?
-Tabiki cehenneme...-Peki, şeytan onları nereye götürmek istiyor?-Tabiki cehenneme.
-Öyleyse siz şeytanla aynı hedefi paylaşıyorsunuz. Onun da amacı insanları cehenneme sokmak!
Şaravi o gence şu hadisi hatırlatır:
Bir Yahudi cenazesi geçerken Resûlullah(sav) ağlamaya başlar. Derler ki;- Seni ağlatan nedir, Yâ Resûlallah?
Der ki;-Fırsatı kaçırdı, ateşe gidiyor.
Şaravi gence son olarak şöyle der:
İnsanların hidayeti ve ateşten kurtulmaları için koşan Resûlullah(sav) ile aranızdaki farkı iyi düşünün.
Siz bir vadide, sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) farklı bir vadide!
***
BATIYI KÖRÜ KÖRÜNE TAKLİT ETMEK...
Almanya’da RAMAZAN-I ŞERİF ayında bir fabrikada çalışan Türk işçilerini papazın birisi evine iftar yemeğine davet eder.Bazıları mazeret belirtip davete katılmazlar bazıları da papazı kırmamak adına davete icabet ederler ve iftar saatinde papazın evine misafir olurlar.,
Papaz efendi elinde bir KUR’AN’ı KERİM olduğu halde işçilerin yanına gelir ve onlara :-Ben KUR’AN okunurken dinlemekten büyük zevk alırım biriniz okusa da ben mutfakta uğraşırken bir yandan da KUR’AN dinlesem der. KUR’ANI KERİM’i masanın üzerine bırakıp mutfağa geçer.Bu arada odada sanki buz gibi bir hava esmektedir.
Herkes bir ümit diğerinin gözünün içine bakar ama nafile. Kimse KUR’AN okumayı bilmemektedir. İçlerinden birisi
"yahu içinizde FATİHA okumasını bilen yok mu açsın KUR’AN’ı FATİHA’ı okusun papaz nerden anlayacak ki"
Bir tanesi "ver ben biliyorum der ve rastgele bir sahife açıp başlar FATİHA okumaya. Bu esnada papaz odaya gelmiştir. Bakar KUR’AN okunuyor fakat ortada bir sayfa ve hemen müdahale eder.
"Bir dakika sen KUR’AN okumuyorsun. çünkü okumakta olduğun sure FATİHA’dır ve o da KUR’AN’da baştadır" der ve devam eder.Aslında ben sizleri buraya denemek için çağırdım. Nasıl oldu da altı asır adaletle dünyaya hükmeden OSMANLI’nın torunları bu gün bize hizmet eder hale geldiler diyerek merak ediyordum sizler benim sorumun cevabı
oldunuz.
Sizin ecdadınız OSMANLI dinine sımsıkı bağlı olduğu için dünyaya hükmetti, sizler ise KUR’AN’dan uzaklaştınız ve bu gün hizmet eder hale geldiniz der.
Bu tespiti yapan hırıstiyan bir din adamıdır.
Müslüman bir din alimi aynı şeyi söylese eminim bir çok insan hatta kahir ekseriyet o din alimini gericilikle suçlar ve linç
kampanyaları başlatırlar. Halbuki bu tespit o linç ehlinin kendisine hep misal aldığı batı
medeniyetinin inandığı dinin din adamına aittir.
Bu noktada merhum OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ nin
"Ey avrupa ne olur artık islama geç de bizler de seni taklit edelim" feryadı aklıma geldi.
Maalesef çok acı...
Bugün, bütün milletlerde Avrupalı, Amerikalı gibi olma özlemi var. Bu ülkelere düşman bile olsalar para gücüne dayalı propagandaların tesiri ile gizli bir hayranlık var.
Paranın, ekonomik gücün etki alanına girmeyen hiçbir şey yoktur. Siyaset, moda, kültür hatta inançlara bile tesir eder. Tarih boyunca bu hep böyle olmuş bundan sonra da böyle olacaktır. Örneğin, Osmanlılar 15. 16.17. asırlarda siyasi sahada olduğu gibi sosyal ve ahlaki yönden de dünyada örnek alınan, taklid edilen devlet konumundaydı.
Osmanlı medeniyleti, mensubu oldukları İslam dinine ve onun güzel ahlakına, iyilik, çalışkanlık, adalet gibi emirlerine dayanıyordu. Bu emirlere sarıldıkları müddetçe çağının zirvesine çıkmış ve diğer milletlere üstün ve örnek olmuşlardı. Ekonomik yönden de karşılarında rakib olabilecek bir kuvvet yoktu.
Bu güçten dolayı dünyada Osmanlı örf ve adeti, Osmanlı modası hakimdi. Her Batılının içinde, İslamiyete düşman da olsa gizli bir Osmanlı hayranlığı vardı. Bunun için İslam ahlakını, adaletini yaymak kolay oldu, milletler toplu olarak İslama geçti. Çünkü 10. yüzyıldan beri Avrupa’da medeniyet yoktu, halk açlık, sefalet, hastalık ve zulüm içerisinde inim inim inliyordu.
Batı, Osmanlı medeniyetinden çok şey öğrendi. Haçlı seferleri ve çeşitli vesilelerle İslam memleketleri ile olan irtibatları sırasında bu medeniyeti tanıma fırsatı buldular. Rönesans denilen hamlelerinde bunun büyük tesiri oldu.
Şartlar zorladı, Avrupalılar, deniz yoluyla Hindistan’a ulaşabilme çarelerini aradılar. Bu yüzden pekçok deniz seyahatleri yaptılar. Bu faaliyetleri sırasında denizcilik bilgi ve tecrübeleri genişledi. Denizcilik mektepleri açarak bu bilgi ve tecrübelerini ilerlettiler. Donanmalarını bu bilgilerle teçhiz ettiler.
Osmanlının son zamanlardında ve daha sonraki zamanlarda, İslam medeniyeti bütün dünyada orijinalliğini kaybetti. Orijinal olmayan bir sistem model olamaz. Bunun sonucu bu modele yakın orijinal bir medeniyet olan Batı medeniyeti ortaya çıktı.
Yakın derken maksadım, inanç yönü değil tabii ki. Çalışmak, insana ve emeğe değer verme, teknolojiyi kullanma gibi değerlerdir. Bunlar zaten dinimizin emridir. Kim olursa olsun dinin dünya ile ilgili emirlerine uyarsa, dünayada rahat eder, ahıret ile ilgili emirlerine uyan ahırette de rahat eder.
Aslında biz, kıymetini bilmediğimiz, bunun için de elimizden kaçırdığımız değerlerin peşindeyiz. Fakat Batı bizden aldığı bu değerleri tekrar bize verirken KDV’sini de ihmal etmiyor. Bu da, kendi örf adeti ve inancı. Yani kırk katır mı kırk satır mı?
Dinimizde Avrupalıları ve Batıyı Yahudiyi teknolojide taklit etmek yasak değildir.
Teknolojide silahta binalarda benzemeye İslam dini karşı değil ibadette ve itikatte onlara benzemek uygun görülmüyor.
Peygamberimiz yahudilerle ticaret yapıyor ,yahudi komşusuna ikramda bulunuyor,Kurban etinden bile gönderiyor ama ibadette onlar ne yapıyorsa eshab-ı kirama tam tersini yaptırıyor.
Müslüman çocukların onların çocukları gibi alabulus traş olmasını yasaklıyor.
Müşrikler namazda resme secde ediyorlar diye kıble yönünde ve evlerde resim fotoğrafın açık bulundurulmasını yasaklıyor.Onlar tek oruç tutardı diyerek iki gün oruç tutulmasını emrediyor.Yoksa bizde onlara benzer bir farkımız kalmazdı.
Ama Peygamberimiz uzak diyarlardan getirilen yağla çalışan fitilli bir lambayi mescitte kullanıyorlar.
Devrin silahı düşmanın silahı ile silahlanın buyuruyor.
Onlar tank top kullanırken bizim hala kılınç ok kullanmamamız gibi.
Bunu İstanbulun fethinde Hz.Fatihin en büyük topları Macar usta Urbanı getirtip yaptırmasında Sultan Abdulhamidin telgrafı ilk defa sarayda kullandırmasında,1900 lerin başında saraya aedet elektirkli otomobil getirip kendisinin kullanması gibi..
Torpido fırlatan ilk denizaltıyı yaptırıp suya indirmesinde görmekteyiz.Ama ibadet hususunda yahudiler ne yaparsa siz onların aksini yapın benzemeyin buyuruyor.
’Son yıllarda, bazı yazarlar köşelerinde bu sorunun cevabını arıyorlar. Bu konuyu tartışmaya açtılar. Bazıları da bundan istifade ederek “Vur abalıya” misali İslamiyete, İslam büyüklerine saldırmayı fırsat bildi. Aslında önemli bir konu bu.
Herkesin çala kalem fikir beyan edeceği bir konu değil, uzmanlık istiyen hassas bir konu. Daha önemlisi de uzman bile olsa kişilerin art niyetli olmaması.
Asırlar önceki gelişmeler ile ilgili fikir yürütmek kolay değil. Tarihi olayları kendi zamanlarındaki şartlar içinde değerlendirmek gerekir.
O günün şartlarını bilmeden, “bu da yapılır mıydı? Bu hatayı ben bile yapmam!” gibi serzenişler büyük yanlış olur, başkaları da yanıltılır.
Müslümanlar niçin geri kaldi? Sorusunun cevabını bulabilmek için, isterseniz önce meseleyi biraz geriden ele alalım, konunun iyi anlaşılması için. İslâm tarihi incelendiği zaman görülür ki, İslâm dünyasının en kuvvetli olduğu dönem, 7. ve10. asırlar arasıdır. 17.ve 18.asır, Fetret Devri, bir bakıma ayakta kalma mücadelesinin verildiği dönem. 19. ve 20. yüzyıl ise, Batı’nın üstünlüğünü mecburen kabullenme ve onların kontrolüne girme devri.
İslâm dünyasının yükselmesini, onuncu asra kadar Müslüman Araplar sağladı. On birinci asırdan itibaren, bayrağı Türkler ellerine aldı. Türkler, doğuda Bizans’ı çökerterek Viyana kapılarına kadar ilerlediler. Endülüs Devleti de Avrupa’yı batıdan sıkıştırmaya başladı. Böylece Avrupa iki güç arasında sıkıştı.
Bu kıskaç sebebiyle, yarı vahşî bir hayat süren Avrupa, gerçek bir medeniyet ile tanıştı. Güçsüzlüklerini anladılar. Kendilerini tenkit etmeye başladılar. Bu öz eleştiri, Avrupa’nın toparlanmasına sebep oldu. Birçok buluşların, üstün başarıların kaynağında, zaten çaresizlik yatar.
Bernard Lewis’in "İslam’ın en büyük talihsizliği" dediği kurak Ortadoğu coğrafyası, bir de denizlerden kopunca, Avrupa’nın ürettiği sosyal gelişmeyi üretemedi, elindeki mirası bile yitirdi.
Hele de dünya ticareti Akdeniz’den okyanuslara kayınca islam âlemi çöktü!
Avrupa’da gelişmeler olurken, Müslüman dünyası elde edilen zaferlerin rehavetine kapıldı. Sahip olunan üstünlük sebebiyle, Avrupalıları küçümsediler. Avrupa teknolojide, buluşlarda hızla ilerlerken, Müslümanlar bu yenilikleri ciddiye bile almadılar.
Müslümanların bir dezavantajı da, zirvede olmaları... Çünkü, zirvede kalmak, zirveye çıkmaktan çok daha zordur. Zirvede rüzgârlar sert eser. Zirvenin düşmanları çoktur. Bir dezavantaj da, insanın zirveye ulaşınca, gayretinin zayıflaması...
İnsan isteklerine kavuşunca, rahata düşkünlük, uyuşukluk hastalığına tutulur. Zirveye çıkmada en büyük etken olan aşk, şevk kalmaz. Makam mücadelesi ve mal mülk yarışı başlar.
Bu kural, her devirde, her medeniyet, her cemiyet, cemaat ve millet için geçerlidir. Böyle durumda, herkes, külfetsiz nimet peşine düşer. Başka bir ifadeyle, herkes birer mirasyedi olur. Herkes, geçmişteki birikimden, payına düşeceğinin peşindedir. “Her nimet külfet karşılığıdır.” prensibi unutulur, vermeden alan hazır yiyiciler çoğalır. Hâlbuki ayet-i kerimede, “Bilinsin ki, insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.” (Necm-39) buyurulmuştur.
Bu tehlikeli hastalığa, Osmanlı da maalesef yakalandı. Bunun neticesinde, devlet ricali oyun, eğlence peşine düştü. Yeniçeri, kendi vatanında, sanki bir işgalci orduydu. İkide bir kazan kaldırdıkları için, halkın ve padişahların korkulu rüyası hâline gelmişti.
Tanzimattan sonra fen dersleri kaldırıldırığı için Medreseler teknolojiden kopuk haldeydi. Tekkeler, tembellerin barınağı oldu. Memurluk, gizli işsizlerin sığınağı durumundaydı. Aslında, görünüş olarak, medeniyeti zirveye çıkaran bütün müesseseler ayaktaydı. Fakat bunların gerçek temsilcileri yoktu. İçleri boşaltılmıştı.
Bütün bunlar, dinimizin yasakladığı şeylerdi. Zaten ne zaman insanın başına bir iş gelmişse, bunun altında mutlaka dine uymamak yatar. Hâlbuki dinimiz boş kalmayı yasaklamaktadır. Ayet-i kerimede, “Boş kaldın mı hemen başka işe koyul!” (İnşirah-7) buyurulmaktadır. Aynı hâlde bile kalmak uygun görülmemektedir. Hadis-i şerifte de, “Mümin gayretlidir; iki günü eşit olan zarardadır.” buyuruldu.
Demek ki, gerilemenin sebebi Müslümanlık değil, Müslümanlardır. İslamiyetin emirlerine uyan kim olursa olsun, muvaffak olur. Avrupalılar bilmeyerek de olsa bu emre uyup; çalıştılar, çabaladılar ve neticede zirveye ulaştılar.
Osmanlının Yükselme devrinde ilim adamları ve Devlet adamlarının ilime ve bilime önem verdiğini ama duraklama ve gerileme devrinden itibaren müslümanların kahvehanelerde gün geçirdiklerini Avrupalıların Rönesans ve Reform hareketlriyle fen ve teknolojide ilerlemek için Osmanlı eserlerini tercüme edip bilim alanında bizi geçtiklerini, görüyoruz.
Bizi geri bırakan dinimiz değil asla bunu söyleyemeyiz.Devlet adamlarının basiretsizliği saray entrikaları Batılı casusların içerden ve dışardan Osmanlıyı yıkma çalışmaları sonucu bugün bu hele getirildik.’Dinlerarası Diyalog Tuzağı-93.
Cumhuriyetin ilk yıllarında yerli uçak sonra Nuri Demirağın yolcu uçağı yapma girişimleri ve nihayet biçerdöğerde Holandalıların oyunları,F.16 lar, ve Devrim arabası nasıl engellendi bu konuları uzun uzadıya okumak lazım.
Bizi engellemek için bugünde PKK terörü bize 0-40 yıla ve 500 milyar tl.zarara yol açmadı mı..
Dinimiz bize dünyayı bırakın demiyor ki.
Sevgili Peygamberimiz sav.Bugün ölecek gibi ahirete hiç ölmeyecekmiş gibi de dünya işlerine çalışın demiyor mu.
Kıyametin koptuğunu görseniz bile elinizde bir ağaç fidanı varsa onu dikin diyen bir Peygamberin ümmmetiyiz.
Dünyayı ihmal eden yok ama ahireti namazı orucu ihmal eden pek çok.
Hem bir kulun yapacağı iş var bir de Devletin askerin yapacağı işler var.
Dinimiz asla teknolojiye,ilerlemeye mani değildir.
Siz füze yaptınız uzaya gönderdiniz de buna dinimiz ve din adamları mı mani oldular.
Batıdan geri kalmamızda bir başka etkende dilde yapılan yenilik ve reform dur diyebiliriz.
Bir gecede en alim insanlar cahil duruma gelmemiş midir.
Elli yılda ancak o günkü eğitim durumuna tekrar gelindi desek yanlış olmaz.
Japonya ve Almanya da bu eğitimde dilde değişiklik olmadığı için kısa sürede savaşın izleri silinmiş kalınan yerden ilerleme başarılmıştır.
Biz hala irticayla başörtüsü ile PKK terörü ile uğraşmakta değil miyiz?
Bizi bize bırakmıyorlar bu hengameli çetin coğrafyada ve bırakmayacaklarda..
Allah bu asil millete dirlik düzenlik versin.
Gençlerimize akıl şuur versin.Öğretmenlerimize ve din adamlarımıza çok iş düşüyor bu konuda.
Bu işin şakası yok ya bu coğrafyada bir arada Kürdüyle Türküyle Çerkeziyle Lazıyla Arnavuduyla yaşayacağız ya da birlikte batacağız..
29.12.2015//KIRIKKALE
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.