- 871 Okunma
- 9 Yorum
- 1 Beğeni
tekrar
Kötü örneklerle dolu bir hayatın içinde bocalayıp duran insanlar olduk çıktık. Haberleri izlemekten vazgeçen bir çok insan var.
İnsanlar çıldırmış gibi. Birbirlerini öldürüyorlar. Şiddete karşıyız diyor eve gidip çocuğunu dövüyor.
Hayvanları gözlemliyor
Gözlerinde ki toprağı sildi, usulca öptü küçük kızın yanağından. Gözünden bir damla düştü; küçük kızın gözyaşlarına karıştı.
Bu annemdi...
"Hiç bir büyük bana masal okumasın!
Ağlayarak haykırdı. Küçük kız minicik burnunu çekti.
Bir el uzandı titreyerek. Gözyaşlarını kuruladı, yanağını okşadı. Saçlarını sevdi.
Bu babamdı...
Utandı bakamadı küçük kızının gözlerinin içine; başını öne eğdi. Ağladı...
Babalar ağlamazdı ki...
Pamuk prenses acıtmadan taradı saçlarını. İncitmeden. Okşar gibi. Anne gibi.
Papatyalardan taç yapmıştı. Taktı sarı saçlarına. Sarı gözlü; bembeyaz papatyalar. Ne tatlı gülümsüyordu.
Annem gibi...
Şirin baba mezarını kazıyor, yedi cüceler tabutunu süslüyorlardı.
Ölmüştüm...
Ufacık bir tabut. Ön tarafa rengarenk uçan balonlar takıyorlar, tabutun üzerine; ninesinin beyaz örtüsünü dedesinin seccadesini seriyorlardı.
En sevdiklerim...
Her taraf annem gibi kokuyordu. Sahi annem neredeydi?
Çok kalabalıktı mezarlık. Tüm masal kahramanları oradaydı. Ve çizgi filim kahramanları.
Cenaze için gelenlerin arasında hiç büyük insan yoktu. Sadece çocuklar vardı.
Derin bir nefes aldı küçük kız. Artık büyükleri hiç sevmiyordu. Sadece korkuyordu.
Tekrar ağlamaya başladı. Canı çok yanıyordu. Yaşadıklarını unutmak için gözlerini kapattı.
Rüya görmeye devam etti. Çok güzel bir rüyaydı bu. Masal gibiydi.
Polyanna’ nın elinde bir demet kır çiçeği; ağlıyordu. Yüzü çok güzeldi. Anne gibi güzeldi.
Anneme benziyordu...
Küçük kız gözlerine inanamadı. Kötü kalpli kargamel bile ağlıyordu.
Ama böyle masal olmazdı ki. Masallarda çocuklar ağlamazdı.
Ağlıyordum...
Canım yanıyordu. En çok da kalbim acıyordu.
büyüklere saygı küçüklere sevgi
değil miydi
ahdimiz
en çok da
bu ağrıma gidiyordu
vasiyetimdir
dedi
küçük kız
okul çantamı fakir bir çocuğa
verin
uçurtmamı göğe salın
boya kalemlerimi
küçük bir çocuğa verin
bulutları pembeye
çiçekleri sarı mor turuncuya
gökyüzünü
maviye boyasın
ne çok şeyde
hevesim kaldı
yok istemem
alın
dünyanızı
sizin olsun
yok
parada pulda
gözüm
unuttunuz mu
ben
çocuğum
varsa yoksa
masal kitaplarım
varım yoğum
oyuncaklarım
sarı topacım
mantar tabancam
renk renk balonlarım
uzaktan kumandalı arabam
içinde gökkuşağı saklı
ışıl ışıl
misketlerim
pembe renkli
bisikletim
sarı saçlı mavi gözlü
bebeğim
onlar
yanlız kalmasın
benim gibi hiç biri
ağlamasın
ksönmesin gözlerinin feri
al yanakları solmasın
hepsini arkadaşlarıma verin
ben oynayamadım
onlar oynasın
toprağıma hiç bir büyük eli
dokunmasın
amcalar
uzak dursun
cansız bedenimden
verin ellerine kazma kürek
küçücük elleriyle
mezarımı
çocuklar
kazsın
tabutuma
dedemin seccadesini örtün
gül ağacı dikin mezarıma
can suyunu babam
döksün
affet beni
gönül koyma
ağlama babam
beni bundan sonra
tek annem
öpsün
isterim
büyüklere saygı
küçüklere sevgi
değil miydi
ahdimiz
en çok da
bu söz ağrıma gidiyordu
vasiyetimdir
dedi
küçük kız
okul çantamı fakir bir çocuğa
verin
uçurtmamı göğe salın
boya kalemlerime hiç bir büyük dokunmasın
küçük bir çocuğa verin
o resim yapsın
gökyüzünü maviye boyasın
bir çok şey de gözüm kaldı
yok yok istemem
alın
dünyanızı sizin olsun
unuttunuz mu
ben
çocuğum
benim yok ki param pulum
varsa yoksa
masal kitaplarım
varım yoğum
oyuncaklarım
uzaktan kumandalı arabam
içinde gökkuşağı saklı
rengarenk
ışıl ışıl misketlerim
pembe renkli
bisikletim
sarı saçlı mavi gözlü
bebeğim
onlar
yanlız kalmasın
sevgisiz kalıp korkmasın
benim gibi
al yanakları solmasın
hepsini
hepsini arkadaşlarıma
verin
verin
ellerine kazma kürek
toprağıma hiç bir büyük eli
dokunmasın
küçücük elleriyle mezarımı da
onlar kazsın
amcalar
uzak dursun
cansız bedenimden
son bir isteğim var sizden
mezarımda
unutma beni
çiçekleri bitsin
ilk can suyunu babam
döksün
affet beni babam
beni
tek anneciğim
öpsün
Ayı yogi bile vardı.
Masal kitapl Elinde kibrit.
Buruş buruş olmuş yüzü, kaşık kadar kalmıştı.
Gözlerinin altı resmen torbalaşmıştı. Feri sönmüs iki yıldız gibilerdi. Göz kapaklarının bir perde gibi, kirpiklerinin üzerine inmesine rağmen, yine de inatla ışıldamaya gayret ediyorlardı sanki...
Ahı gitmiş vahı kalmış denir ya! Bedenen öyle ama bakışlar adeta;
Ben henüz ölmedim, yaşıyorum der gibiydiler...
Garip bir pus çökmüştü derinlere inildiğinde. Gözler kalbin aynası denilir ya... Kalpten gözlere yükselen duman gibi belki...
Bir damla akıyor, bir damla, bir damla daha süzülüyor, ütüsüz bir bezi andıran yüzünden.
Sessiz ve yorgun...
Seksen yaşlarında bu kadıncağızı, ağlatan ne olabilirdi. Kim üzüyordu, kim canını sıkıyordu?
Hangi insafsız ağlatıyordu acaba; ununu elemiş, eleğini asmış bu sevimli ihtiyarcığı...
Karşısında oturan aynı yaşlarda, beli hafif kamburlaşmış, hemen yanı başında bastonu; emre amade bekliyor sahibini.
Belli ki artık üçüncü bir ayağa ihtiyaç vardı.
Ama duruşu güçlü ve bakışları merhametli bir adam...
Pür dikkat dinliyordu kadını. Henüz tanışalı bir saat olmuştu ve derin mi derin bir sohbete dalmişlardı. Yıllardır dostlardı da parkta tesadüfen karşılaşmışlardı sanki...
Saçı başı apak olmuş, bu kadın yetmiş sene öncesine dönmüş ve çocukluğunu anlatmaya başlamıştı.
Adam hiç konuşmuyor sessizce dinliyor, arada bir baş hareketi ve kısa konuşmalarla, tasdik eder tarzda dikkatle dinlediğini belirten sözler söylüyordu.
’"Ya, hımm..."
"Anlıyorum."
Yaşlı kadın, neredeyse hıçkırıklarla ağlar duruma geldiğinde, uzandı ellerini tuttu ihtiyar delikanlı. Sıktı avuçlarının içinde incitmeden, yaprak gibi titreyen elini, yumuşacık ve okşarcasına...
Etraftan bir kaç meraklı bakış, acıyarak baktılar ağlama krizine giren kadına ve karşısında oturan eşine...
Belki de çocukları evden atmışlardı bu sevimli çifti..
Veya huzur evine gitmek zorundalardı. Bunun için üzgünler di...
Böyle dramatik senaryo kuranlar bile vardı içlerinde...
Evet, evet... Uzaktan öyle bir resim çiziyorlardı. Evlatlarından darbe yemiş yaşlı anne ve baba...
Adam nasırlaşmış iri kemikli eliyle, karşısında oturan henüz adını bile bilmediği bu kadının yumuşacık yanaklarını kuruladı özenle. Peçeteye gerek duymadan, şefkatle ve samimi...
Yağan yağmurun ardından doğan güneşin ışıkları gibi, gülümsedi sıcacık... Ağlaması durdu.
Hafifce kızardı pamuk gibi yanakları. Ellini adamın avuçlarının içinden, hafifce geri çekti kucağına yerleştirdi. Diğer eliyle gözlerini silerken, konuşmaya devam etti:
"Ne kadar komiğim değil mi? Sizi tanımıyorum bile, sizinle ilgili hiç bir şey bilmiyorum.
Ve oturdum size içimi döküyorum. Çocukluğum da yaşanmış bitmiş gibi görünen, ama aslında unutmak istediğim sürekli ötelediğim ve en sonunda hiç yaşanmamış gibi, ruhumun maskelemeyi başardığına inandığım bu anılar, ur gibi kanlı bir çıban gibi zonklayıp duruyormuş...
Aslında içimde ki çocuğun, masmavi umutlarının kıvrımlarında, kabuk bağlamış kabuk altından sürekli kanayan bir yara gibi...
Umutsuzluk ve mutsuzluk neden hep omuzlarımda yükmüş şimdi anlıyorum.
İyileşmemiş aslında hep acıtmış içimdeki çocuğu. Ve ben bunu ilk defa ve sizin sayenizde fark ediyorum. Çok ilginç değil mi?
Utanmadan, çekinmeden açtım yüreğimi size.
Ne acı ki, hiç kimse açlığıma susuzluğuma ilaç olamamış bu yaşıma kadar...
Rahatladım. Sanki pamuk gibi, bembeyaz bir bulut kadar hafifledim.
Çok derinlerde bir yerlerde kök salmış zehirli bir yabani dikeni çekip çıkarmış ve fırlatıp atmış gibi oldum sanki... "
"Yooo, lütfen hiç çekinmeyin. Komik falan değil. Ayıp hiç değil. İnanın çok sevindim rahatlamanıza. Sahi isminiz nedir?
"Size ne diye hitap etmemi istersiniz?
"Sidikli; diyebilirsiniz mesela. "
İki yaşlı insan birbirlerine bakıp, kahkahayı basıvermişlerdi şimdi...
Gülmekten ikisinin de gözlerinden yaşlar akıyordu.
Az önce hıçkıra hıçkıra ağlayan kadının gözlerinden bu sefer gülmekten yaşlar boşalıyordu.
Çocukluğunda altını ıslattığı için adını ’sidikli ’ takmışlardı.
Ve bu kelimeden nefret ettiğini, kardeşlerinin hiç birisinin yaşamadığı bu utanç verici durumun, neden sadece on da olduğunun isyanı, ve tüm bunların ruhunda açtığı derin yaraları, hiç tanımadığı bu adama bir solukta anlatıvermişti...
Yetmemiş şimdi de kendisiyle dalga geçecek, içinde ur gibi düğümlenmiş bu lakaba katıla,katıla gülecek hale gelmişti.
Yaşlı adam tekrar uzandı ve yanaklarından süzülen damlaları kuruladı, ismini bile bilmediği park arkadaşının, titreyen ellerinde gözyaşlarının sıcaklığı var dı.
Soğuğun etkisiyle üşüyen ellerinden, yüreğine doğru ılık ılık, bir sıcaklık yayıldı.
Kadın sevgiyle baktı, bu kendi yabancı ama yüreği tanıdık muhteşem insanın gözlerine.
Gülümsedi güneş kadar sıcak, maviş maviş bakan gözlerin ta içine minnettarlıkla. Hafif mahçup ama çocuklar gibi şen...
Geç kalmak duygusu ne kadar acı olsa da...Garip bir mutlulukla titredi yorgun yüreği.
"Aşk değildir herhalde bu duygu? diye kafaları karışmıştı her ikisinin de...
Aynı anda konuştular. Aynı anda gülümseyerek...
"Tanıştığıma çok memnun oldum!