- 784 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
CEHENNEM DÜNYADIR SIRAT DA NEFİS
Onur Bilge
Nefsimizi tam anlamıyla tuşa getirebilseydik! Ateş, lav, zehirli gaz, duman dolu, patlamaya hazır bomba olan nefsimizi benliğimizle birlikte yok edebilseydik! Yani dünyayı, yani özünün gerçeği olanı, cehennemi… Dünyanın özü değil mi, cehennem? Dünyanın boyalı, aldatıcı yüzü değil mi, cehenneme bilet kesen? Yaşarken, yeryüzü cehennem, birinci bedene… İkinci bedene de aslı…
Cehennem, derinliklerle, kat kat derinliklerle anlatılmış. Cennet, yüksekliklerle… Yaşayanlar için dünyanın taş, toprak, canlılık, hayat dolu kısmı olan soğuk tabakası, bir elmanın kabuğu kadar ince, ateş dolu, cehennemine oranla. Dünyanın kabuğu olan, yaşanılabilir kısmı, kat kat, gitgide ısısı artan, yakan, kavuran, eriten ateş tabakalarıyla cehenneme benziyor. Madem ki bizden, yıldızları, ayı, güneşi tefekkür etmemiz isteniyor; gökler, yukarılar, cehennem benzeri güneşle, belki de cennet misali diğer gezegenlerle önümüze serilmiş, cennet de cehennem de tanıtılmış. O halde, bizim, dünyevi isteklerden vaz geçmemiz, onun makyajlı yüzüne aldanmamamız gerekiyor. Aksi halde içine dalar, bir türlü çıkamayız. Cehennem azabı henüz dünyadayken başlar. Ruh, hafif beden, yükselmeye çalışırken, nefis etkisiyle ağırlaşmış madde beden yeryüzüne yapışır kalır, hatta yeraltı bataklığına gömülmeye başlar. Kurtulmak için çırpındıkça daha da batar. Yer altı dünyası ve ona inenlerin durumları malum…
Nefis, ne pistir! Şeytanidir. Ateş gibidir. Çünkü şeytan da ateşten yaratılmıştır. Nefsi arzularımız bizi yakar kavurur. Onları gerçekleştirmek için yanar tutuşuruz. Hem hedefe ulaşmak için maddi ve manevi varlığımızı helak ederiz hem de çabuklaştıramadığımız hissine kapılarak, kendi kendimizi yer bitiririz.
Nefis Sırat’tır. Nefsin istekleri, bu köprünün üzerindeki engeller ve çengellerdir. Sırat’ı geçmek isterken arzularımıza, tutkularımıza takılır, ilerleyemeyiz. Oysa amacımız; bizi cennete ulaştıracak olan o köprüyü yıldırım hızıyla geçmektir. Nefsi isteklerimizden vazgeçersek, o çengellere takılıp kalmaz, cehenneme düşmekten kurtulur, karşıya yani cennete kolayca, hızla geçiveririz. Önemsizleştirerek vazgeçtiğimiz isteklerimiz, engel teşkil edemez, yolumuz açılır.
Nefis, insanı aşağıların aşağısına çeker. Kula kul eder. Başına iş açar. Aza kanaat ettirmez. Sürekli ister... Çok, daha çok, en çok... Oysa ihtiyaçlar sonsuzdur, tatmin edilemez. Para, mal, eşya, ev, kat, yat, villa, mevki makam, şöhret nam…
Gelir seviyesi, yaşam standardı bizden yüksek olanlarla görüşmek, isteklerimizi körükler. Aksine, fakirlerle arkadaşlık edip, halimize şükretmeli, azla yetinmeyi bilmeli, daha fazlasını isteyerek kahrolmamalıyız. Zengin, çok malı mülkü, parasal varlığı olan değildir. İsteklerini aza indirgeyebilen, hatta sıfırlayabilendir.
Erenlerden birinin yolu, bir camiye düşer ki; o gün, o vakitte devrin padişahı da oraya, namaza gelecektir. Adamın biri erene beklemesini, padişahın yanında namaz kılmasını, ondan yardım talep etmesini, verecekleriyle ihya olacağını söyler. O da padişahın yanında namazını kılıp, dua eder. Bakar ki; padişah, istiyor da istiyor! Hazinesinin bir o kadar daha olmasını, topraklarına bir o kadarın daha eklenmesini, haremine birilerinin daha katılmasını, daha neler neler istiyor, duası hiç bitmiyor! Eren yavaşça kalkar, gider. Padişah bakar ki kendisinden ihsan istemek üzere gelen bu fakir adam oralarda değil, etrafındakilere onun derhal bulunup, huzuruna getirilmesini söyler. Ondan bir şey istenmeden gidilmesini hakaret telakki eder.
Adam bulunup getirilir. Padişah, onun neden kendisinden bir şey istemeden gittiğini sorar. O da:“ Padişahım, benim birkaç altına ihtiyacım vardı. Bunu siz de verebilirdiniz. Fakat, yanımda o kadar çok şeye ihtiyacınız olduğunu belirttiniz ki bende, sizin benden de fakir olduğunuz kanaati hasıl oldu. Benden daha çok ihtiyaç sahibi olduğunuz için sizden bir şey istemekten vaz geçtim. Anladım ki siz benden de acınacak durumdasınız. Onun için duamı değiştirdim: “Senden istediklerimden vazgeçtim Allah’ım. Padişah Efendimiz neler istiyorsa Sen ona onları ver!” dedim ve oradan uzaklaştım.“ der. Padişahın isteklerinin bitimsizliği, fakirliğinin; ihtiyaçlarından vazgeçenin zenginliğinin anlatıldığı bu kıssadan herkes hissesini alacaktır.
Hırs ve tamah, insanın daima fukara olarak yaşamasının nedenidir. Ne kadar çok nimet inerse insin, kanaatkâr olmazsak, şükredemeyiz. Oysa hamd, şükrü kapsar. Teşekkür kula, hamd Allah’adır. Allah’ın bize ilk emri: ’OKU! ’, Kuran’ı okumaya başladığımızda, ilk söylettirdiği: ’EL HAMD! ’ dır. Çünkü bizlere her an, arka arkaya, aralıksız, iç içe nimetler inmektedir. Kuldan ilk istenen, nimetlerin gerektiği gibi farkında olmak, taksimata rıza göstermek, ihsan eden Allah’a HAMD etmektir.
***
Onur BİLGE
YORUMLAR
Yazınız ibretlerle dolu teşekkürler... Bir hikaye vardır bilirsiniz belki:
GÖZ ÇUKURU
Halinden yoksul olduğu anlaşılan bir adam, deniz kenarında oltayla balık tutuyordu Tesadüfen oradan geçmekte olan ülkenin padişahı bu gariban adamla ilgilendi ve ona, "Oltana ben burada iken ilk takılan şey ne olursa sana onun ağırlığınca altın vereceğim" dedi Biraz sonra oltaya takıla takıla ortası delik bir kemik takıldı Hükümdar balıkçıya, "Ne yapalım, şansın bu kadar, oltana ağır bir şey takılmadı" diyerek alıp sarayına götürdü Saraya varınca adamlarına, balıkçıya elindeki kemiğin ağırlığınca altın vermelerini emretti Kemiği terazinin kefesine koydular, öbür kefesine de altın koymaya başladılar Beş, on, yirmi, elli diyerek altınları koydular ama kemik yerinden oynamıyordu Görünüşte dört beş altını zor tartar göründüğü halde, tahminlerin on misli üzerinde altın koydular kemik bana mısın demedi Altını doldurmaya devam ettiler, terazinin kefesi doldu taştı ama kemik tarafı yerinden kımıldamıyordu Bunda bir sır olduğunu anladılar Bir bilgeyi çağırıp bu sırrın ne olduğunu sordular Bilge kemiği eline alıp şöyle bir baktıktan sonra şu açıklamada bulundu:"Bu kemik açgözlü bir insanın göz çukurudur Siz bunu tartmak için bütün hazineyi koysanız yine yerinden oynamaz Çünkü doymaz Ama bir avuç toprak bunu doyurur" Nitekim bir avuç toprak alıp terazinin kefesine koydu ve kemik yukarı kalkıverdi .