- 604 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YEMİNİ VERDİĞİM
Yağmurlu bir gündü, yine umudum kaldırım köşesinde dileniyordu. Gençliğim bastonunu ve belini tutarak ağır ağır geçip gitti yanımdan. Çocukluğum desen ölmüş birkaç sene önce, etraftan duydum. Yalnızlığım, fötr şapkasının altından garip bir gülümsemeyle baktı, yakında görüşeceğiz dercesine. Birkaç güneş ışığını aldım, cebime koydum, lazım olacaktı belli ki, hava gayet soğuktu çünkü. Birkaç dal oksijen tüttürdüm-eski tiryakilerdeniz ya-sonra ayakkabımın kirini sildim çamurla. Düşen yapraklara basmaca oynadım kendi başıma ve yenildim. Yenilmenin tadı bir başka olurdu bu havada. Yalnız kendisi pek uğrar oldu bugünlerde. Otobüs durağında bekleyenlere dil çıkarıp, kahkaha atarak alay edesim geldi, gitmesini söyledim, gitti. Dilime bir şarkı takıldı, bayağı da sıkı tutunmuş düşemedi yol boyu. Bir abla kardeşini okula bırakıyor, takım elbiseli bir adam arabadan iniyor, bir çocuk annesine bir şey alması için yalvarıyordu. İnsanlar her zamanki gibiydi anlayacağınız. Savaş dedikoduları vardı etrafta, onları yere atıp ezdim sertçe. Yok oldular fikrimce. Ne hoş sürpriz karşımdaki dala kondu al serçe. Konuştuk havadan sudan, sevdiceği varmış keratanın, dertleşti uzun uzun. Doğum gününde sürpriz yapacakmış ona, ne alayım diye sordu. Kara dut dedim, yiyecek olmaz dedi. Küçük açık yeşil ceviz yaprağı dedim, giyecek olmaz dedi. Vay ulan kerata işini biliyorsun sen de he dedim, tabi abi farklı bir şey olmalı, biz de az buçuk kanat çırpmasını biliriz dedi. Baksanıza şu kerataya, nasıl da konuşuyor yemini verdiğim. Serçeler bile nankör olmuş. Bu ne gurur, bu ne kibir? Sinir kaptım sabah sabah, bir anda devam ettim kaldırım taşlarını saymaya. Arkadan cik cik sesleri geliyordu hala…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.