- 768 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Fabrika Kızı
(Okuyacağın her şeye inanacaksan hiç okuma daha iyi)
"Yeni gelenler buraya toplansın hemen!" Diye bağırarak bir nidada bulundu, Formen Yasemin Hanım. Hava epey sıcak, millet oruçlu; işe yeni başlayanlar da heyecanlı, bir o kadar da tedirgindi. Ilk günümüz olduğu için henüz ne yapacağımızı bilmiyorduk. Tanıdığım bir tek Atakan Bey vardı. Onunla da iş görüşmesine gelirken tanışmıştık. Yeni yeni tanışmalara göre aramız gayet iyi, samimiydi. "Hadi bayanı bekletmeyelim de işe başlayalım biran önce" dedi, Atakan Bey. Kafa sallayarak onayladım. Formen Yasemin Hanım, isimlerimizi, ev adreslerimizi, telefon numaralarımızı ve TC kimlik numaralarımızı alırken bayağı asabi, kızgın görünüyordu. Tatlılığı, sempatikliği o kadar ağır basıyordu ki bütün asabiliğini ve kızgınlığını örtüyordu.
Ilk kez çalışacaktım bir tavuk fabrikasında. Yeni insanlarla tanışmak, samimileşmek en büyük hazlarım arasındandı. Bu tavuk fabrikasında da oldukça fazla işçi bulunuyordu. Dolayısıyla heyecanım ve sabırsızlığım üst safhadaydı. Etrafı, işçileri gözlüyor; hal ve hakaretlerinden doğan sorulara içimden cevaplar veriyordum. "Şu kıyafetleri giyin, ellerinizi sabunlu su ile yıkayın, şu makinadan geçin..." diye tek tek talimat vermeye başlamıştı bile Formen Yasemin Hanım. Ilk iş günü ya, heyecanla tek tek yapıyorduk biz de.
Merdivenlerden yavaş yavaş, etrafı gözetleyerek iniyordum. Nasıl bir yerdi orası öyle! Tavuklar, koliler tek tek dizilmiş makinalara; havada her yeri gezecek şekilde hiç durmadan geçiyordu. Yürürken dikkatli yürümek lazımdı. Yerler kaygan, etraf da makinalarla dolu...
Bizi hemen klipse (paketleme) yönlendirdiler. Bu arada hafif sakallı olduğum için de Formen Yasemin Hanım "burası bir iş yeri. Sakallı makallı iş yerine girmek yasak" cümlesini de eksiltmedı tabi. Gülerek tamam dedim. O da asabiliğini hiç bozmadan çekti gitti.
Ardından hemen Formen Nevruz Hanım geldi. O da bayağı sinirli görünüyor! "Hoş geldiniz beyler. Sizler yenisiniz değil mi? Neyse bakın şu şöyle... bu böyle... o öyle..." olacak derken, işe çoktan başlamıştık bile. Gece saat 02:40 civarı iken mola falan dediler, çıktık biz de. O gece bayağı yorulmuştum. Sabaha kadar ayakta kalıyorsun, banttan geçen tavukları alıp paletliyorsun. Yorucu bir iş oluyor tabi.
Bir, iki hafta derken milletle samimi olmuştum artık. Gülüşmeler, şakalar, şarkılar, türküler ağızdan ağıza dolaşıyordu. Ortam fazlasıyla sesli fakat çok güzel. Iş her ne kadar yorucu olsa da ortamın güzelliği bütün yorgunluğumu atıyordu.
Formen; Sakine Abla, Nevruz, Handan Abla ve diğerleri... hepsini tanıyordum artık. Hepsi de sağ olsunlar çok iyi insanlardı.
Yeni bir iş gününe başlamak için kıyafetleri giymeye gitmiştim. Herkesin belli bir kıyafeti yoktu. Kıyafetler günlük yıkandığı için artık size hangi kıyafet denk gelirse. Isteyen ismini yazıp sahiplenebiliyordu tabi. O gün kıyafetin üzerindeki yazıya dikkat etmeden giymiştim. Işe başlayalı takriben üç saat olmuştu. Moladan inip, eldiven, çizme vs giymek için çalıştığım bölüme gidiyordum. Oraya vardığımda bir bayan yaklaştı. "Pişt pişt" dedi. Adımla çağırmayanlara hiç bakmam prensip olarak. Ve bakmadım. Bir iki defa da öyle çağırdı. Baktı ki bakacağım yok, geldi; sırtıma dokundu. "Sabahtandır sana sesleniyorum, neden bakmıyorsun?" Dedi. "Pardon, duymadım"
"Neyse, şey diyecektim; üzerindeki yazının anlamını biliyor musun?" Dedi. Giyerken yazıya dikkat etmemiştim zaten. Baktığımda bir de ne göreyim! Arapça, eşek anlamında birileri yazı yazmış. Duruma sinirlendiğim için hemen oracıkta "hangi karaktersiz, adını büyük harflerle buraya yazmış" diyerek bağırdım. Fakat ne ses çıkaran oldu ne de bir tepki veren. Oysa çok isterdim yapanın karşıma çıkmasını. Bayan, "hadi git izin alıp değiştir de millet görünce dalga geçmesin dedi" onaylayıp, hemen izin aldım ve değiştirmeye gittim. Bayana bir teşekkür etmeyi de unutmuştum sinirden. Üstümü değiştirdikten sonra aşağıya inerken bayanı arıyordu gözlerim. Bir teşekkür borçluydum ona. O yüzden borcumu ödemem benim için bir görevdi. Fakat göremedim. Nihayet onu yemekhanede yakalamıştım. Yanına vardım:
"Uyarınız için teşekkür ederim"
"Önemli değil, kim olsaydı aynı şeyi yapardım"
(Gülümseyerek) "ben de sandım ki sadece bana özel uyardınız"
(O da gülümseyerek) "yanlış anlamışsınız" dedi. Gerçekten çok tatlı, sempatik bir siması vardı. Bu konuşmadan sonra iş saatinde dakikalarca birbirimize bakıştığımız, gözlerle güldüğümüz olurdu.
Aradan haftalar geçmişti. Artık iştiyakla konuşmak istiyordum onunla. Ama hangi bahane ile?....
Nihal Abla diye bir abla vardı. O da gereğinden fazla sempatik, komik bir ablaydı. Her derdinizi sonuna kadar dinler, derdinize derman olabilmek için elinden geleni yapardı. Lakin, bir derdini dinleyemez, ağzından laf dahi alamazdınız. Hemen arkamda çalışıyordu. Yaklaştım ona:
"Abla" dedim, "buyur Erkan’cım" dedi.
"Şu bir tane kız var ya, kıyafetteki yazı uyarmak için yanıma gelen"
"Evet, ne olmuş ona?" Diyerek sözümü kesti.
"Birşey olmadı abla, adını soracaktım sadece"
"Hıııı" dedi. "Buketi diyorsun sen?"
"Evet abla" dedim. "Nasıl biri? Yani huy falan?" Der demez ürkütücü gözlerini açtı, gülerek:
"Hayırdır Yazar Bey, yoksaaaaa" dedi. "Yok be ablaaaa" diyerek sözünü kestim. Aslında evet ablaydı. Çünkü karnımda, doğmak için bekleyen aşkın hoşlantısı vardı. Adını öğrenmiştim. Buket’ti.
Nihal abla ile konuştuktan sonra derhal Buket’ın olduğu bölüme gittim. Yine bakıyordu, ayırmıyordu gözlerini. Ben de ayırmıyordum gözlerimi. Yanına yaklaştım:
"Kolay gelsin" dedim gülümseyerek. O da gülümseyerek sağol anlamında başını sallamıştı. Bakışları, birşeyleri ifade ediyordu. Buna adım gibi emindım.
Yemekhanede yemek molasında iken yeni çıkmış olan kitabımın ayraçlarından bir tane aldım, ona verdim. "Mrb, almak ister misin?" Aldı; ayraçın üstündeki fotoğrafa, adıma ve metne bakıp, gözlerime baktı. (Gülümseyerek) "sen yazar misin?"
"Bilmem, öyle diyorlar" dedim. Ve hemen ardından:
"Üzerindeki iletişim adreslerinden herhangi birinden bana ulaşır mısın?" Dedim. O her ne kadar neden, niçin gibi sorular yöneltmişse de bana, ısrarlarım neticesinde "bakarız" cevabını almış, sabaha kadar iş yerinde sevinç dolu bir vaziyette işime koyulmuştum. O gece bir umut sarmıştı dünyamı.
Sabah iş bittikten sonra servislere binildi, servisler işçileri tek tek adreslerine bıraktı. Eve varmıştım artık. Facebook, twiter, instagram gibi sayfalarımı açık bırakmıştım. Buket mesaj atacak diye. On dakika geçmeden telefona bir mesaj geldi:
"Slm"
"A.slm, tanıyamadım?"
"Beni asla tanıyamazsin :) :)"
"Aslında tahmin ediyorum? :)"
"Et bakalım :)"
"Buket?" Dedikten sonra hemen aynı numara aradı beni. Açtığımda bir kahkaha sesi mevcuttu:
"Ay Erkan, öldüm gülmekten ya, sen kimden mesaj bekliyorsun böyle?"
"Kimsiniz?"
"Benim ya Sibel Abla’n"
"Of Sibel Abla ya! Hayal kırıklığına uğrattın ha!"
Sibel Abla, iş yerinde kalite kontor yapıyordu sanırım. Kendini çok sıcak kanlı bir hanımefendi idi. Gayet tatlı ve sevimli bir konuşmaya sahipti. O da açıköğretim fakültesinde okuduğu için üniversite, üniversiteye yerleşim puanları gibi konular sürekli sohbetimizin ana başlığı olurdu.
Telefonu kapadıktan sonra gece iş yerinde uyuya kalmamak için hemen uyudum. Akşam iş yerinde Buket’i görür görmez yanına yaklaştım:
"Neden aramadın?"
"Ya sen ne söyleyeceksen şimdi söylesene!"
"Yok yok. Sen ara" dedim, gülümseyerek.
"Eyi bari" dedi.
Yeni bir umut daha sarmıştı dünyamı. O gece de iş yeri gayet güzel, zevkli, hızlı geçiyordu.
Sabah kahvaltıya otururken tanımadığım bir numaradan mesaj gelmişti. Bu defa kesin odur dedim. Ve mesajı açtım:
"Slm" yazıyordu, cevap verdim:
"A.slm, tanıyamadım?"
"Tanımadığına neden cevap veriyorsun?"
"Belki tanıdık çıkar diye :)"
"Hem ara diye ısrar ediyorsun hem de tanımadım diyorsun!"
"Buket, sen misin?"
"Evet evet. Eeee, ne diyecektiniz sayın yazar bey?"
"Dur dur! Önce aradığın için şu heyecanı üzerimden atayım bi :)"
":) :) at bakalım" dedi. Birşeyler bahane edip havadan sudan konuşup onu tanımaya çalışıyordum. Aradan bir iki hafta geçmişti. Ve ben ona aşıktım. Bunu ona da itiraf etmiştim bir hafta sonu bana yolladığı günaydın mesajından sonra. Fakat beklediğim tepki zuhur etmemişti. Sadece gülümsemişti. Daha önce iş yerinde hiç kimse ile çıkmadığını, iş yerinde kimse ile çıkmayacağını söylemişti bana. Hiç yılmadım. Daha çok mesaj atıyordum, daha çok iltifat ediyor daha çok seviyordum. Tabiri caizse edebiyatı en üst mevkide kullanıyordum. Ne yaptıysam, ne ettiysem kabul ettiremedım. Bir gece ona çok çocuksu bir hediye takdim etmiştim. Hediyeyi görünce bana:
"Hem çıkmak istiyorsun hem de dalga geçer gibi çocuk çocuk hediyeler alıyorsun" dedi. Haklıydı aslında ama hediyeyı açıp neticeyi beklemiyordu. Israrla almasını, sabah eve vardığında açmasını söylemiştim. Nihayetinde kabul etmişti. Ve sabah kahvaltıda iken bir mesaj geldi:
"Evet, evet, evet; Seni Seviyorum" yazıyordu. Çok sevinmiştim.
Çikolata kaplı, oyuncak yumurta almıştım. Çikolatasını kırılmadan ayrılacak şekilde ısıtıp içindeki kutuyu açıp oyuncağı çıkarmıştım. Bir şiirle beraber çıkma teklifi ettiğim bir not bırakmıştım içine. Sonra tekrar çikolatayı yapışacak kadar ısıtıp, kapatmıştım. Ardından eski folyosu ile de sarınca ona vermiştim. Aslında o da başından beri beni seviyormuş. Onun için daha ne kadar savaşacağım diye de teklifimi kabul etmiyormuş.
Herşeyimiz, her günümüz, her haftamız iş yerinde çok güzel geçiyordu. Gizli gizli konuşmalar, buluşmalar vs.
Üniversite gereği Iş yerinden ayrıldıktan bir ay sonra aileler konusunda anlaşamayıp ayrılmıştık. Şimdi ikimiz de ayrı kollarda, başka kişilerle mutluyuz...
Kalite kontrölcü; Sibel Abla’ya, Formen; Yasemin Çelik, Sakine Abla, Handan Abla, Nevruz, Operatör; Fatih’e ve çalışan Nihal Abla’ya sonsuz sevgi ve selamlarımı yolluyor; hepsinin de hayatın meşakkatli kollarında hayatın en güzel yerlerine gelmeleri için Rabbime niyazlarda bulunuyorum...