- 1648 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ali Turan: Sevdası Devrimci Yol
Ali Turan: Sevdası Devrimci Yol
Muhittin ÇOBAN
Devler vardır cüce gibidir, Cüceler vardır dev gibidir; bir de devler vardır dev gibidir. Sadece kalıbıyla değil duruşuyla dev gibidir, koftiden değil yüreğiyle dev gibidir; dostluğuyla, arkadaşlığıyla, yoldaşlığıyla, sevgisiyle, aşkıyla, babalığıyla, abiliğiyle…
Benim abimdi, ama yol arkadaşımdı da!
Daha iyi tanımam mahpuslukta başladı.
Tüm-Der’ in (Tüm Memurlar Derneği) başkanlığına seçildiğin de gidip gelmeye başlamıştım. Tüm- Der İnönü parkının karşısında, Bankalar Caddesiyle buluşan Cemal Gürsel caddesindeydi. Derneğe geliş gidişlerim de görür, selamlaşırdık.
Baraj da, Çamlığın yanındaki, kayalıklar üzerine kurulan Mühendislik te okurken de görürdüm. Semtimize yakındı Mühendislik. Sürekli artan faşist saldırılardan kendilerini korumak için okulun öğrencileri toplu olarak gidip gelmeye başlanmıştı. Öğrencilerin en uzunlarından biriydi. İlk dönemlerde okula gidip gelmeleri çok zor oluyordu. Solcu bilinen öğrenciler sürekli Ülkücüler tarafından dövülüyordu. Bu toplu dayanışmalı gidip gelmeler öğrencilerde cesareti oluşturmuştu. Ali abi de bu gidip gelmelerde bir kez çok güzel nasibini almıştı ülkücü öğrencilerden. Okul koridorun da sıkıştırılmış, sınıfa kıstırılmış, kaçacağı yer olmayınca kavgaya girmiş, birkaç tekme, birkaç yumruk atmış, kalabalık gelen yumruk ve tekmeler karşısında kendini korumaya geçmiş, bu koruma esnasında aldığı darbelerle sol kaburgası ezilmiş, sağ kulağının üstünde kafasında şişmeler olmuş, alt dudağına aldığı sağlam bir yumrukla patlamış kanlar gömleğine, okul sırasına ve karo zemine damla damla saçılmıştı.
Faşizme karşı duruşu daha örgütlü hale getirmek için Mühendislik Yüksel Okulu Dayanışma Derneğini kurdular, yapılan ilk seçimde de yönetime girmişti.
12 Eylülden aylar sonra 26.02. 1981 de bir grup arkadaşıyla yakalanmış, günlerce işkencede kaldıktan sonra 26.05. 1981 günü Sıkıyönetim Askeri savcılığına çıkarılmış, ifadesi alındıktan sonra tutuklanmış, Adana Kozan yolu üzerindeki kapalı cezaevine getirilmiş, kapı altında hoş geldin sıra dayağından geçirildikten sonra görüş kabinlerin altında gün yüzü görmeyen sulu hücrelere atılmış, bir hafta nemli, küflü askeriye battaniyesinin üzerinde sırt üstü yatmış, akşam yapılan sayımda –o sırada hücrede 0n üç kişi kalıyordu- dik durmadığı için –dik duracak halde değildi, hücrenin havasızlığı, nemi, rutubeti tansiyonunu düşürmüş, aniden ayağa kalkarken başı dönmüş, düşmemek için hem elini, hem kalçasını duvara vermiş, yetmiş derecelik açıyla ancak ayakta durabilmişti- Ramazan onbaşı elini açmasını istemiş, elini açmayınca sinirlenmiş, diğer askerlerin yardımıyla koridora sürüklenmiş, polis okulunda polislerden gördüğü işkence yetmemiş gibi, bir de beş asker tarafından dövülmüştü.
Hücreden çıkarıldıktan sonra 9 bölümündeki 12. Koğuşa verildi. 12. Koğuş 11. Koğuşun üstünde, benim kaldığım koğuşun karşısındaydı. Günler sonra gökyüzünü ve güneşi gördüğünde bitkindi, solgundu, güçsüzdü ama inançlarını yemiş değildi. Uzundu, kemikliydi, kaslıydı, zayıftı. Yakalanma süresi içinde sekiz kilo vermiş daha bir zayıflamış, kaburga kemikleri sayılır hale gelmiş, elmacık kemikleri çıkmış, gözleri pörtler gibi olmuştu. Mavi tek tip elbisenin içinde üç numaraya kesilmiş saçlarıyla Hitlerin toplama kamplarındaki partizanları anımsatıyordu.
Yasaklı yıllardı. Her şey yasaktı. Gazeteler yasak, radyolar yasak, televizyonlar yasak, kitaplar yasak, konuşma kökten yasaktı. Yakalandığında cezası ya dayak ya da hücreydi.
Alt koğuşta olduğumuz için avantajlıydık, bahçeyi tümden görebiliyorduk. Konuşmak istediğimiz kişi yanına bir arkadaşı alır, duvar dibine gelir, pencere önünde volta atar arkadaşıyla konuşuyormuş gibi yapar bizimle konuşurdu.
Sabah bir, öylen sonu bir saat olmak üzere iki saatlik havalandırmaya çıkma süresi verildiğinde biraz olsun rahatlamıştık. Volta atmanın yanında spor yapma, futbol oynama olanağımız olmuştu. Ali abi ise volta atmayı, ara ara spor yapmayı tercih ediyordu.
Yargılanma sürecimiz başlandı. Hepimizin saçı üç numaraya kesilmek istendi. Direndik, olmadı. Gergin olan ortam daha gerilecek, işkenceler yeniden artacak, hücreler bizimle dolup taşacaktı. Saçı kesilen tuvalete gidiyor, bir arkadaşına jiletle kafasını kazıtıyordu.
Sabah kapı atında toplandık. Herkes birbirine bakıp gülüyor. Ali abi ortadaydı, kafası yeni zeytinyağıyla yağlanmış gibi parıl parıl parıldıyordu. Bu tavrımız idare tarafından isyan olarak algılanmış olsa da o an yapacağı bir şeyi yoktu müdürün, yüzbaşının. Hepimizi mahkemeye götürmek göreviydi, bu emri ihlal edemezdi. “Bu bana küfürdür, siz görürsünüz” diyerek dışarı çıktı yüzbaşı.
Dazlaklar olarak mahkeme solandaki yerlerimizi aldık.
Ali abi kenardaydı, askerlere yakın yerde oturuyordu.
Cezaevindeki yaşam koşullarımız düzeltilsin diye kimlik bildirimin de bulunmayınca, ortam gerildi. Askerle arbede çıktı. Sandalyeler coplar havada geziyordu. Ali abinin yanında bulunanlar şanslıydı. İlk göze Ali abi geliyor, coplar Ali abinin sırtında, kafasında şaklıyordu.
T.C. 6. Kolordu Komutanlığı Sıkıyönetim 1 Nolu Askeri Mahkemesi, Yasadışı THKP-C Devrimci Yol Örgütü Adana Grubu Sanıkları Toplu davasının 96 Nolu sanığı olarak; “Yasadışı Devrimci Yol örgütüne girerek, örgütün sorumlu mevkiinde yönetici olarak görev almak, örgüt adına seminerler düzenlemek, karşıt görüşlüler ile çatışmak, cezaevinde bulunan arkadaşlarına yardım etmek, Yasadışı gösteri düzenlemek ve katılmak, örgüte yeni elamanlar kazandırmak ve örgüt propagandası yapmaktan eylemine uyan TCK. nun 146/1 maddesi gereğince cezalandırılması…” denilerek yargılanmıştı.
Antakya sevki başladı. Mevcudiyetimizin hemen hemen yarısı Antakya cezaevine sürüldü. Ali abi de gitmeyenler arasındaydı.
İkinci toplu sürgün Mersin E Tipi caza evineydi. Mersine sürülenler arasında Ali abi de vardı. Aynı cemse ile gittik. Bir saatlik Mersin yolu iki buçuk saatte tamamlandı. Adana da en fazla elli arkadaşımız kalmıştı. Dört cemse arkası arkasına nizamiyeden geçerek kapı önünde durdu. Ali abi önde ben iki arkasında, ikişer sıra halinde indirildik, cezaevine sokulduk, üst koridorda sıraya dizildik.
Hazırlıklar yapılmış, koğuşlar hazırlanmıştı.
İsimler okunarak koğuşlara dağıtım yapıldı. Ali abiyle yine ayrı koğuşlara düştük.
Mersin den gruplar halinde Adana ya mahkemeye götürüldüğümüzden mahkemeye gidiş gelişlerimizde de karşılaşamamıştık Ali abiyle.
İki kez karşılaştığımızı anımsıyorum Mersin cezaevin de, her ikisinde de revirde olmuştu. Futbol oynarken bir çarpışma sonucu bir arkadaşı ters düşüp, dengesini bulamayınca başı yere çarpmış, bu çarpma esnasında çenesi açılmış, oluk oluk kan akmış, peşkiri çene bölgesine dayayarak arkadaşını revire pansumana getirmişti. İyimser bir gardiyanın yanında bir dakika kadar konuşmuş, hal hatır sormuştuk.
İkincisi de ben revir de doktor sıramı beklerken Ali abi doktor odasından çıkıyordu:
Ali abi nasılsın?
İyiyim dedi.
Hayırdır, neyin var?” dedim.
Elindeki çocuk pudrasını gösterdi.
Her yanım pişti, doktor da bu pudrayı verdi” dedi.
Başka konuşmamıza izin vermedi gardiyanlar. Ali abiyi koğuştan alıp getiren gardiyan konuşmamamız için Ali abiyi ittire ittire götürdü, beni getiren gardiyan da önüme geçti, kolumdan tutarak yönümü değiştirmeye çalıştı.
Mersin cezaevin de aylar ayları ağır ağır kovaladı.
09.10. 1984 günü Ali abinin tahliye haberi geldi, mahpusluk günleri bitti. Sevindik!
01. Ağustos 1991 günü ben tahliye oldum. Hayat bizi bir kez daha buluşturdu.
Bağımsız Belediye başkanlığı döneminde Adana Büyük Şehir Belediye Başkan adayımızdın. Güzel, örnek çalışmalara imzalar atıldı. Mahalle mahalle, cadde cadde, dükkan dükkan gezerek seni Belediye Başkanı olarak tanıtmak hepimizin duyduğu bir gurur oldu. Birlikte afişe çıktık. Sen de bizimleydin. Ziyapaşa bulvarının duvarlarını senin afişlerinle donatırken, kolu yorulduğunu düşündüğün arkadaşın elinden fırçayı ve sud kostik dolu helkeyi aldın. Yanında afişlerini kolunda tutan bir genç vardı. 80 öncesi edindiğin beceri kaybolmamıştı. Ustaca fırçayı kovaya batırıyor, fırçadaki sud kostiği duvara sürüyor, fırçanın üzerine afişi koyuyor, sud kostikli yere afişi yapıştırıyor, fırçayı yeniden tutkala batırıp afişin üzerinde gezdiriyordun. Tüm bunları seri şekilde yapıyordun.
Bu dönem de biricik ablamın sevimli koçası, eniştemi (Naci Toprak) bu dönemde kaybettik. Yedi yemeğine seni de davet etmiştim. Seçim çalışmasının yoğunluğundan zaman ayırıp arkadaşlarla birlikte gelmiştim. Konuklarımıza seni Belediye Başkan adayı olarak tanıtmak hoşuma gitmişti.
Miting yapma hazırlığı içerisine girilmişti. Herkes harıl harıl çalışıyordu. Var olan enerjisini katıyordu. Kızılay da, Büyük postanenin karşısındaki seçim bürosuna geldiğim de sen yorgunluktan gömleğinin üst düğmelerini açarak kendini pankartların üzerine atmış gözünü de kapatarak dinlenmeye geçmiştin; seçim çalışmalarımıza destek için gelen İlyas Salman da uzun yolculuğun verdiği yorgunlukla ayakkabısını çıkarmış, sırtını duvara vermiş, ayaklarını uzatmış üç gençle sohbet ediyordu. İlyas Salman bir gün sonra Uğur Mumcu alanında yapılacak olan miting de konuşacak, sana destek isteyecekti.
Kazanamamıştık ama güzel bir devrimci faaliyet yürütmüştük.
Evine gelip gittiğim günler oldu. Balkonda çay içip sohbet ederdik. Mühendisler Odasına gelir seni ziyaret ederdim.
Mühendislik odası seçimlerinde her aday seni listesine almak isterdi. Listesine almak istemeyenler de vardı elbet. Dürüstlüğünden, doğruluğundan çekinenlerdi bunlar. Cinler gibi rahat cirit atamayacaklardı.
Sonraki günlerde sanatçılar sokağında açtığım Eskiyer Türkü evinde küçük oğlun Onur iki arkadaşıyla müzik yapmaya başladığında ara ara gelip oğlunu dinledin. Bu ilk sahne denemesiydi oğlun Onur un. Bu seni fazlasıyla gururlandırıyordu, hayran hayran dinliyordun. Her geldiğinde birlikte dinlerdik. Oğlunu izlerken gözlerindeki parıltı görülmeye değerdi. Ve ben senin için Onur dan Cem Karaca nın “İşçisin Sen İşçi kal” şarkısını istemiştim, keyifle dinlemiştik.
Sonra yeni işlere saldın kendini. Müteahhitliğe başladım. İşverenlikle devrimcilik yan yana yürümez diyerek Özgürlük Ve Dayanışma Partisindeki görevinden istifa ettin. Adananın büyük müteahhitlerinden biri olamadın, ama Adana nın koca yürekli insanlarından biri olmayı başardın. Senin gibi herkes biliyordu ki büyük müteahhitler arasına girmenin yolu büyük çalmaktan, çırpmaktan, dolandırmaktan, soymaktan, hilebazlıktan geçiyordu; bu meziyetler de sen de yoktu.
Bu meziyetlerden yoksun olarak 09 Ekim 2014 de bizlere veda ederek dönüşsüz uzun bir yolculuğa çıktın.
Yumruklu Yıldızın da safını tuttun; bizi izliyorsun!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.