FELÂHİYE'DE SOSYAL HAYAT
GENEL OLARAK TOPLUM HAYATIMIZA BİR BAKIŞ
İlçemiz ve köylerinde halk çoğunlukla tarım işlerinde çalışırlar; halıcılığın yaygın olduğu 1955-1975 yılları arasında gelinlerimiz, genç kızlarımız halı dokuyarak aile geçimine yardım ederlerdi. İlçede ve köylerde yaşayan insanımız ekseriyetle tek katlı, birbirine bitişik, toprak damlı evlerde yaşarlar, çokları, yiyecek ihtiyaçlarının bir kısmını kendi imkânlarıyla bağ, bostan ve tarladan tedarik ederlerdi. İlçemizde terzi, köşker (ayakkabı tamircisi), berber, nalbant, demirci, çömlekçi, daha sonraları traktör ve oto tamircileri gibi çeşitli meslekler ve bu mesleklerin kuruluşları olmasına rağmen köylerde bu işleri yapanlara hiç rastlanılmazdı.
İlçemiz ve köylerinde gelenekçi bir baba hâkimiyetine tabi, bütün fertlerin bir arada yaşadığı aile tipi çoğunluktaydı. Bu düzen 1980/1985 yıllarına kadar önemini sürdürmüştür. Ancak, âdet ve ananelere bağlılık şehre göçlerle birlikte yavaş yavaş yok olmaya yüz tutmuştur. Önceleri akraba ve komşuluk bağları çok kuvvetli iken şimdilerde bu bağlılık yok olma derecesine gelmiştir. İnsanların geçim sıkıntılarının son hadde gelişi bunun en önemli sebeplerindendir.
Önceki senelerde halkımızın yaşamı şehrin yaşamına göre daha sade idi. Sonraları, hali vakti yerinde olanlar beton evler inşa edince şehir yaşantısına özenir oldular. İlçede gece hayatından söz etmek de mümkün değildir. Halk erkenden yatar, erkenden kalkar, tarlada, bağda ve bahçede, kadınlı-erkekli gruplar halinde çalışırlardı. Kadınlarımızın kıyafetleri şehirliye göre çok farklıydı. Uzun ve kapalı elbiseler giyilirdi. Son 50-60 yıl içinde halkın yaşayış tarzı eskiye nispetle çok değişmiştir. Bu gün halk, iyi koşullarda yaşamaktadır. Şehirle olan ilişkiler arttıkça kültür seviyesi yükselmiş, yol, su, elektrik ve haberleşme gibi medeniyetin getirdiği hizmetler ilçe ve köylerimize ulaştıkça, köy ve şehir arasındaki fark da günden güne kapanmaya başlamıştır. Şimdi ilçemiz, şimdi mahalle haline gelmiş bulunan belde ve köylerimizde elektriği, suyu ve kanalizasyonu mevcut çok katlı beton evler çoğunluktadır. Yeni kurulan kooperatifler ve buna bağlı olarak 1965 yılından itibaren Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika ve Avusturya’ya giden büyüklerimizin sayesinde yaşadığımız yerlerin fiziki çehresi ve sosyal yapısı oldukça değişmiş, köylümüz, yani bizler “Efendi” çıtasını daha da yükseltmiş, medeniyetin nimetlerinden faydalanmayı bilmişiz.
Felâhiyeli, eğlenceye, zevk ve sefaya zaman ayıramamış, ancak bu arada eğlenmesini de bilmiştir. Nişan ve düğünlerde çağırıp, çığırdıklarını, neşe ile oynadıklarını biliyoruz. Okul piyesleri (müsamere)’ni hiç ama hiç kaçırmazlar. Ferfene ve mahalli oyunları ile eğlenmesini bilirler. 12 yıl Kâtibin sinemasında seyrettiğimiz siyah, beyaz Türk filmleri hala belleğimizde tazeliğini korumaktadır. Felâhiyelinin yüzünden tebessüm hiç eksik olmamış, ancak, halk fakir, çalışma derdine düşmüş, çoluk çocuğun rızkını temin etme çabası ile ömrünü tüketmiştir. Gün olmuş Mersin’de beton işinde, Adana’da pamuk tarlalarında çalışmış, Manisa bağlarında kütük sökmüş, Çandır, İğdeli, Baba Yağmur, Tokat ve Zile’ye kil götürerek satmıştır.
Bazen boş kaldıkları kış günlerinde öte geçe (mahalle sakinleri birbirlerine böyle derlerdi) gençleri bir birleriyle kayalıklarda taş dövüşüne tutuşurlar, baş, göz yaralanmaları olurdu. Buna rağmen bile halk komşuluk, akrabalık ve arkadaşlık ilişkilerini benliklerinden söküp atamamışlar, hatır ve gönül saymanın en güzel örneğini hep sergilemişlerdir.
1950’li yıllarda yaşanılan mekânlara gelince: Evler iki göz (oda), bir mabeyinli (evin giriş bölümü) yapılıyordu. Mabeyinin sağ veya sol köşesine 15-20 cm yüksekliğinde sallar döşenerek ya da beton dökülerek bir çağ (o senelerin banyosu) yapılır. Horanta (hane halkı) burada duşunu alır, banyosunu yapardı. Mabeyinin karşısından içeri eve (kiler) giriş kapısı vardı. Burada yiyeceklerden unun ve tohumluk buğdayların saklandığı ahşap ambarlar, ambarın bulunmadığı içeri evlerde un ve zahire seklemleri, turşu ve pekmez küpleri, bakliyatlar ve diğer yiyeceklerin tamamı burada bulunur, bütün avadanlıklar; kazma, kürek, bel, çapa, keser, gözer, taşlık, kalbur ve un eleği v.b. malzemeler burada muhafaza edilirdi. İçeri evin damında ve tandırlık damında bir ışıklık (pace) bulunurdu. Toprak damlar her yıl çamurla kaplanırdı. Bu çamur, silindir biçimindeki, ağır cingi taştan yapılan loğ dediğimiz yuvaklarla berkitilirdi. Bu işleme “damı bişirikleme” derdik. Velhasıl atalarımız ve bizler bu toprak damlı evlerde çok çile çektik, ömrümüzü tükettik.
Felâhiye’de Beyler mahallesindeki Tayyar Beyin konağı, Çerkez Beyin konağı ve bu konağa bitişik evler ile yarım kalan konak, Sıtmapınar caddesi üzerindeki şimdi Mehmet Öztürk’ün oturduğu, eskiden Ermeni İskender ve Galos kardeşlerin oturduğu evler hariç, Felâhiye’de yonu taşı ile yapılmış ev bulunmuyordu. Beyler, saltanat sahibi kişiler olduklarından bunların konaklarına çatal kapılardan girilir, havluda şadırvanları olur, birkaç hizmetçinin çalıştığı bu konaklarda debdebeli bir hayat sürerlerdi
Eskiden, evlerin tamamı kerpiçtendi. Birbirine bitişik olan bu evlerin, güneşi gören damlarında yeşeren otların seyri bir başka, akşamın alaca karanlığında kırlangıçların kanat çırpınışlarını seyretmek ise bambaşkaydı.
Eskiden çok kar yağar, sabah olunca da ilk iş damlardaki karları kürümek olurdu. Özel tahta kürekle sokaklara kürünen karlar zaten dar olan sokaklarda geliş ve gidişler daha da zorlaşır, hayli güçlük çekilirdi. Dam boyu biriken karlar ilkbaharın gelmesi, havaların ısınmasıyla ancak ortadan kalkardı.
Merhum Kâtip Mehmet’in kerimesi İrfaniye Abla (Akgül/1929 D’lu) ömrünün son deminde, ihtiyar dudaklarıyla, Çağlı Hoca’dan duyduğunu ifade ettiği “Kar” şiirini okurken o günlerdeki kara kışların güzelliğini bir kez daha ortaya seriyordu. Ve o şiir:
“ Yükseklerden uçan kara bulutlar,
Serpiyor göklerden kucak kucak kar.
Kakılmış dallara serçeler konmuş,
Hep yollar kapanmış, dereler dolmuş.
Bütün sertliği ile geldi kara kış.
Damların üstünde karlar bir karış.
Ağaçlar kökünden kopacak gibi,
Bir türlü dinmiyor başlayan tipi.”
…Şeklinde bitiyordu şiir. Ben bu şiiri internette araştırdım. Yazarı belli değildir. Her kime aitse güzel şiir..
Şükürler olsun ki böylesine güzel bir kışı 2012 ve diğer yıllarda doyasıya yaşadık. Ne mutlu bizlere… Yüce Rabbimize hamd olsun!
O dönemde kiremitli ev hiç yoktu. Kiremidi ancak devlet dairelerinin ve beylerin konaklarının çatılarında görebilirdik. 1923/1950 yılları arasında Felâhiye’ye yerleştirilen Göçmen aileler de kiremitli ve temiz evlerde oturdular.
Kadir Acı’nın çıkacak "FELAHİYEMİZ" kitabından alınmıştır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.