- 321 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KÂHTA’YA DÖNÜŞ
MAZİYE YOLCULUKLAR -78
68 kuşağının demokratik eğitim diye başlayan mücadelesi, antiemperyalist mücadeleye dönüştü. Yükselen mücadeleyi hedefinden saptırmak için ajan provokatörler devreye sokuldu… Gençler karşı karşıya getirildi… Hayatlarının baharında nice fidan umutları ile birlikte toprağa gömüldü… Birçok ocağa hiç sönmeyecek ateş düştü… Annelerinin, babalarının, kardeşlerinin ve tüm sevenlerinin yüreği yandı…
Besni Öğretmen Okulu öğrencisiydim. Gazete, dergi, şiir, roman ve hikâye kitapları elimden düşmezdi…
Yerel gazetede şiirlerimin yayınlanması ve Cantekin soy isminden dolayı hedef haline geldim.
Okulumuza öğretmen olarak gelen iki ajan provokatör çeşitli oyunlar tezgâhladılar… Birçok oyunlarını bozdum… Son tezgâhtan kurtulamadım; onlar benden kurtuldu… Okuldan atıldım…
17 Yaşında gurbet yollarına düştüm…
Ankara, İzmir, Aydın illerini ve ilçelerini dolaştım…
Babam beni bulmak için Kâhta’dan İstanbul’a gitmiş. Ağabeyimin, hukuk fakültesi öğrencisi olan bir arkadaşını bulmuş. “Oğlumu, Mahmut’u özledim. Bana bulun” demiş.
Arkadaş araştırmış, İzmir’de kaldığım yeri tespit etmiş… İzmir’e geldi. Birlikte İstanbul’a giderken otobüs’ün radyosundan 12 Mart darbesini duyduk.
İstanbul’a vardık. Babamın kaldığı yere gittik. Hasret giderdik. Ben Kâhta’ya dönemezdim. Besni’den ayrıldıktan sonra hakkımda tutuklama kararı çıkarmışlardı. Boynum bükük, babamı Kâhta’ya yalnız yolcu ettim…
12 Mart darbecileri zulüm kusmaya başladılar…
Aydınları, öğrencileri, işçileri, köylüleri gözaltına aldılar… İşkenceden geçirdiler… Tutukladılar… Üç fidanı astılar…
O yaşta ben de payıma düşeni aldım…
Yıllarca canım Kâhta’mdan, annemden, babamdan ve bütün sevdiklerimden uzak bıraktılar…
22 Yaşımda, 1974 Ecevit affıyla Ankara’da, Mamak cezaevinden çıktım.
Özgürlük güzeldi. Artık taş duvarlar, demir parmaklıklar, tel örgüler arasında değildim…
Bir güvercin gibi doğduğum topraklara uçacaktım… Havasını soluyacaktım… Suyunu içecektim… Yılların özlemini giderecektim… Bu hayal bile dünyalara değerdi…
Ankara otogarında otobüse bindim. Adıyaman’a doğru yola çıktım.
Heyecandan yaralı yüreğim, göğüs kafesimden dışarı fırlayacaktı…
Buram buram gözümde tüten Kâhta’mı görecektim… Anneme, babama sarılacak, ellerinden öpecektim… Beni evlatları gibi gören, annem ve babam kadar kendime yakın hissettiğim komşularıma kavuşacaktım…
Okul arkadaşlarımla aynı sofrada yemek yiyecektim…
Mahallemin gençleriyle aynı havayı yeniden soluyacaktım…
Ailemle onlarca defa adaklar adadığımız Aysadık ziyaretine gidecektim.
“Ölmeden bir daha Kâhta’mı görürsem, Aysadık’ta dut ağaçlarının gölgesinde adak adayacağım” diye kendi kendime verdiğim sözü yerine getirecektim…
Kâhta çayında yüzecek, Cendere köprüsünün gölgesinde uzanacak, Nemrut Dağının tepesinde bereketli ovamıza bakacaktım…
Çocukluğumda, babamla birlikte gittiğimiz köyleri özlemiştim…
Kerpiç duvarlı, toprak damlı evlerde yaşayan dost canlısı insanlara konuk gidecektim…
Tadı hala damağımda olan tereyağlı bulgur pilavlarını yiyecek, ayranlarını içecektim…
Tozlu köy yollarında “hepinizi çok seviyorum,” diye sesim çıktığı kadar bağıracaktım…
Gölgesinde çocukluğumuzun geçtiği su kulesinin tepesine çıkacak, Kâhta’yı çevreleyen bağları, bahçeleri doya doya seyredecektim…
Kâhta mezarlığında ağabeyimin mezarını ziyaret edecektim… Mamak cezaevinde Deniz, Yusuf, Hüseyin ile konuştuklarımızı kendisine anlatacaktım…
Otobüs gidiyor, yol bitmiyordu…
Gözüme uyku girmiyordu… Özgürlüğün tadını çıkaracak hayaller kuruyordum…
Otobüs koltuğunda kurduğum hayallerle güzelliğin zirvesindeydim…
Nihayet yol bitti. Otobüs Adıyaman otogarına girdi. İndim. Benim bagajda eşyam olmadığı için otobüsten biraz uzaklaştım. Yıllar önce ayrıldığım garaja bakıyordum. Çevreyi gözden geçiriyordum…
Otobüs Kâhta’ya gitmiyordu…
Ben de Kâhta’ya bir an önce gitmek istiyordum.
Bazı yolcuları karşılayanları vardı. Eşyalarını ve gelen yolcuları alıp gittiler…
Bazı yolcular da eşyalarını dört tekerlekli el arabasına koyarak garajdan ayrıldılar…
Bir taksicinin bagajdan eşyalarını alan, garajdan ayrılan yolcuların arkasından baktığını gördüm. Üzgündü… Umutla beklediği otobüsten bir müşteri bulamamıştı…
Yanına yaklaştım. Selam verdim.
Sordum:
— Beni Kâhta’ya götürür müsün?
Yüzüne renk geldi:
— Götürürüm.
Taksiye bindim. Kâhta’ya doğru yola çıktım.
Adıyaman’dan çıktık. İnişten indik. Köprüyü geçtik. Abuzer Gaffari dönemecinden biraz sonra tepedeki Bırcık Köyü göründü… Bırcık çayını ve değirmenini geçtik. Süsyan köyünden önceki yokuşu çıktık. Süsyan düzlüğüne varınca Kâhta göründü…
Taksiyi durdurdum. İndim. Doğduğum topraklardaki evleri, ağaçları karşıdan hayranlıkla seyrettim…
Gözümde boncuk gibi yaşlar aktı…
Yolun kenarındaki tarladan toprak avuçladım.
Kokladım… Öptüm… Öptüm… Öptüm…
Sılama dönmek kısmet olmuştu…
Şoförün şaşkınlıkla beni izlediğini geç fark ettim…
Hüzünle dolu yüreğimde şu sözler döküldü:
— Kâhta sevdasıdır bu gözyaşları… Uzun yıllar süren hasrettir… Ayrılığın doğurduğu acıdır… Kavuşma heyecanıdır…
Yavaş yavaş yürüyerek taksiye bindim… Birkaç dakika sonra Kâhta’ma kavuştum…
Yeniden doğmuş gibiydim…
Kavuşmanın tarifi var mı?
Hangi kelimeler bu mutluluğu anlatmaya yeter…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.