- 998 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
AHLAK ÜZERİNE
Ahlak Arapça bir kelime olup, anlam itibariyle; “Bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları veya insanın yüzünü ak çıkaracak töreler veya insanın sağ yanından gelen yani vicdanından gelen davranışlardır” olarak kabul edilir.
Sosyolojik çalışmalarda toplumların tarihi kökenlerinden gelen, insanların birbiriyle ilişkilerindeki olumlu tavırlar, kurallar olarak sıralanır.
Dine dayalı, laik, bireyci toplumlar genellikle din kurallarını ahlaki kurallar kapsamında değerlendirir. Bu tanım; batı dünyasının Müslüman toplumlara kabul ettirmeye çalıştığı, dinin insanın vicdanen ürettiği bireysel ve toplumsal kurallardır anlayışına uygundur. Batı dünyası; Fransız kültür devriminden sonra dünya hayatını akla, bilime göre oluşturacağını hedefleyerek, hümanizmi, kapitalizmi, bireyciliği, toplumculuğu, sosyalizmi üretmiştir. Bunların hepsi laik anlayışın uzantısı olarak; dinsel kurallar toplumlara hâkim olamaz. Ancak dinin vicdani kuralları bireyleri bağlar. Onlara göre; insan ilişkilerinde vicdan; dinsel kurallarıyla veya dindışı kurallarıyla insanın otokontrolüdür.
İslam’ın temel kaynağı Kur’an’a göre din; bireylerin, toplumların yaşama biçimleridir. Bireyler, toplumlar, yöneticiler yaşama kurallarını İslam’ın ilke ve kurallarına göre oluştururlar. Bu özüyle İslam; bireyin vicdanını, yaşamanı yönlendiren, vicdana, hayata kurallar koyandır. Dolasıyla insanlardan oluşan toplumlar, yöneticiler de kural içine girerler. İslam vahyin yönlendirmediği vicdanı tek başına insanlığın kurallarını oluşturacak güç kabul etmez. İslam; aklın, bilimin, vicdanın ancak vahyin kontrolünde yani Allah’ın bilgi ve hükümleri çerçevesinde, insanlığa en iyi hizmeti sunacak yapılar olduğunu vurgular.
Rivayetlere göre Resul Muhammed’in karısı Aişe’ye; “Ya Aişe Resulün ahlakı neydi?” diye sorulduğunda onun “Hiç Kur’an okumuyor musunuz? Onun ahlakı Kur’an’dı, O yaşayan bir Kur’an’dı” şeklinde cevap verdiği söylenir. Rivayetin doğruluğu tartışmaları bir yana, elbette İslam dini de, ahlakın sözlük tanımlarında yer alan; “Bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kurallarıdır” tanımına uygundur. Zira İslam; kişilerin uyacağı bireysel inancı, vicdanı, aklı, ilmi, davranış kurallarını belirleyen vahiy prensiplerinden oluşur. Nitekim Allah; Kalem suresinin 4. Ayetinde mealen “Ve sen elbette yüce bir ahlak üzeresin” demektedir. Böylece Allah’ın da Resul Muhammed’e emrettiği İslam dini için; ahlak prensiplerinin en yücesi yani en değerlisidir dediğini bilmekteyiz. Ayetin orijinalinde وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍ (Ve-inneke le’alâ ḣulugin ‘azîm(in)) denilirken, ahlak kelimesinin خُلُقٍ (hulugin) olduğu görülecektir. Dikkatle bakarsak; ahlakın, KHALAG, yani yaratılışa uygun davranış biçimi olarak ifade edildiğini anlayacağız. Kısaca Kur’an’a göre ahlak, yaratılışa uygun hareket etmektir ki, zaten İslam dinin hükümleri insanları yaratılışına uygun davranışa davet etmektedir. Kur’an’ın bu anlatımından gidersek, İslam’ın kurallarına aykırı ahlak kurallarının yaratılışa uygun olmadığı söylenebilir.
Her toplumun tarihinden, vicdanından, dinlerinden, hatta tanrıtanımaz yani ateizminden kaynaklanan ahlaki kuralları vardır. Ahlak sözcüğünü dinsel bulanlar bu tür ahlaki edinimlere etik davranış derler. Onun için ahlaksız ya da Etik değersiz toplumun varlığını düşünmek zordur.
İnsan toplum ilişkisinde veya insan toplum ayrımında ahlak veya etik davranışlar farklı değerlendirilebilir. Her insanın birey olarak kendince doğru saydığı davranış biçimleri ahlak kuralları olarak kabul edilebilir. Ancak; kişilerin kendilerine göre doğru saydığı davranış kurallarının kişilerce ahlaklılık sayılması, toplumun onayına bağlıdır. Çünkü kişilerin davranışları ahlaklılık ilkesinde; kendilerinden çok dışındaki insanları ve toplumu ilgilendirir. Onun için kişilerin bir diğer kişinin davranışlarını ahlaki görmemesi veya toplumun kişilerin davranışlarını ahlaki görmemesi, kişinin toplumca onaylanmaması demektir. Kişi kendisinin ahlaklı olduğunu söylese de, toplum onu ahlaklı saymamışsa kişinin o toplumda ahlaklılık iddia etmesi hiçbir şey ifade etmeyecektir. İşte bu noktada devreye, kişileri kişilerden, kişileri toplumdan ayıracak, özgürleştirecek, ideolojiler, dini inançlar devreye girer. Toplum veya kişiler kişilerin ahlakına onay vermeseler de, kişilerin inandıkları ilkeler kişiye sen ahlaklısın der. Nitekim Kalem suresinin 4. Ayetinde Muhammed’i tartışan topluma aykırı olarak, Allah Muhammed’e “sen en yüce ahlak üzerinesin” diyerek, toplum tarafından reddine karşılık O’na destek verir. Elbette farklı bir dine göre yaşayan toplumda, toplumun dinine aykırı söylemi bulunanlar ahlaksız sayılacaktır. Kapitalizm solu, sol kapitalizmi, dinler din dışılığı, din dışılar dini ahlaksızlık sayacaklarıdır. Bu tavırlar; bireyin, toplumun, öz benini öne çıkaran algılarıdır.
Her düzenin; bireyleri, toplumu yönetmek için ortaya koyduğu yasalar, yaşamın etik / ahlak kurallarıdır. Ancak sosyoloji bireylerin, toplumların yasalara uymasına ahlaklılık demez. Ahlaklılıkta duygusal yaklaşım arar. Yani; yasaların düz mantıkla uygulanıyor olması ahlak değildir. Onlara göre; yasalara uyanların, yasalara inanarak uyması, uymadıkları zaman vicdanen rahatsız olmaları ahlaktır. Değilse yasalara göre suç işleyip yakalanmayan ve yasalarla cezalandırılmayanlar, ceza yasalarından kaçtığı müddetçe vicdanen rahatsızlık duymuyorlarsa ahlaki edinimlerini kaybetmişlerdir. Nitekim bu çerçeveden, yasalardan kaçanlar, yasaları çıkarlarına göre uygulayanlar, çıkarları doğrultusunda yasalar çıkaranlar, ahlaki edinimlerini kaybetmişlerdir. Onların yaptıkları tamamen ahlaksızlıktan başka bir şey değildir. Demokratik veya demokrasi ile yönetilen düzenlerde, sistemi yönetenler, çıkarlarına uygun yasalar çıkararak, uygulamada aleyhlerine olabilecek her konuda teville cezalardan kurtularak ahlaksızlığın doruğuna ulaşırlar. Onun için demokrasi ile yönetilen düzen vicdanları karartan ahlaksız bir düzen olarak karşımıza çıkar. Çünkü demokrasi ile yönetilen sistemlerde, yasa koyucular çıkarlarına göre yasalar düzenlerler. Çıkarcılığın egemen olduğu inançlarda, sistemlerde ise ahlaklılık aranmaz. Hakimler, savcılar, yasaların insanlık, yaratılış açısından özünü arama yerine, ideolojik kaygılar taşıyarak yasaları düz mantıkla uygulayarak, ahlaklılığın dışına çıkarlar. Hâlbuki gerçek hukuk veya gerçek ahlak; her davranışta, her yasada, yaratılışın özlerini aramak zorundadırlar. Çünkü yaratılışa aykırı her yasa, her uygulama zulümdür.
Bu nedenle Allah kalem suresinin 4. Ayetinde Resulü Muhammed için “sen en yüce ahlak üzerinesin” diyor. Zira Muhammed çıkarına göre uydurduğu yasalara değil, insanın yaratılışına uygun, Allah tarafından emredilen yasalara göre kişiliğini düzenlemiş, toplumsal ilişkilerini yaşama geçirmiştir. Diğerleri ise yaratılışa aykırı olarak bencilliklerini, çıkarcılıklarını yasallaştırmışlar. Siyasal, ekonomik, sosyal, askeri güce dayanarak, insanların haklarını çiğnemişlerdir. Allah’a göre insanların hakkını çiğneyenler, toplumları sömürenler, insanlar üzerine haksız savaş açanlar, ahlaksızlardır.
Kişisel gelişim açısından ahlakiliği empati yaparak anlamak istersek, “bana yapılmasını istemediğim bir şeyi, benim başkasına yapmam ahlaksızlıktan ibarettir” Bu nedenle; insanların inançları doğrultusunda yaşamasını engelleyen, kendi dillerini, kültürlerini, dinlerini yaşamalarını engelleyen, her insan, her düzen ahlaksızlık üzerinedir. Üstelik kendi inançlarını, dinlerini, dillerini, kültürlerini, yaşamını başkalarına dayatan her insan, her düzen ahlaksızlığın katmerlisini işlemiştir.
Asimilasyon olgusu her şekliyle ahlaksızlıktan ibarettir. Çünkü asimilasyonda, bir düşüncenin diğer düşünceleri yok edip, istek dışı kendi düşüncesini diğerine kabul ettirmesidir. Siyasi, kültürel, dini, askeri yollarla yapılan her türlü asimilasyon çalışmaları ahlaki / etik değildir.
Kısaca bir insanın; aklı, iradesi, inancı, kalbi üzerine kurulacak her türlü baskı, dayatma ahlaksızlıktan ibarettir.