- 451 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BOKBÖCEĞİ YOSMAN
MAZİYE YOLCULUKLAR -77
İnsan toplulukları toprak gibidir… Toprak bebek gibidir…
Bebeğin ihtiyacı olan besinleri yedirir içirirsen, vücudunu temiz tutarsan, dış etkilerden korursan, uykusunu aldırırsan bebeğin gelişimi normal olur. Okul öncesi ve sonrası çağdaş eğitim görürse, çocuk kişiliğini bulur. Kendini geliştirir…
Bebeğe gösterilen özen, toprağa gösterilince sahibini sevindirir toprak… Güldürür…
Geri bıraktırılmış toplumlarda insanın hiçbir değeri yoktur…
İnsanlar bakımsız toprak gibidir… Eğitim, sağlık, barınma, beslenme, sosyal yaşam ve kültürel gelişme asgari düzeydedir…
Bakımsız toprakları ayrık otları, dikenler kaplar… Tarla farelerinin, zararlı böceklerin özgür alanlarıdır buralar… Cirit atarlar, takla atarlar, çamur atarlar…
Geri bırakılmış güzelim ilçemizde aile terbiyesiyle anneler ve babalar çok değerli gençler yetiştirdi. Yokluğa, yoksulluğa, bin bir imkânsızlığa rağmen sevgiyle, şefkatle evlatlarına sarıldılar. Sağlam kişilikli kızlar, erkekler yetiştirdiler. Bu çocuklar annelerini, babalarını utandıracak hiçbir davranışta bulunmadılar.
Yoksul ama onurlu yaşamayı bildiler.
Gözlerini kırpmadan göğüslerini dostlarına kalkan ettiler.
Sıcak pide ile pişmiş biberlerini bölüşmeyi bildiler.
Harama el sürmediler.
Komşularını aileden saydılar.
Yalansız sevdiler, sevildiler. Kınından çıkarılmış kılıç gibi yüreklerini ortaya koymasını bildiler.
Büyüklerine karşı saygıda kusur etmediler.
Kâhta’mın bu güzel gençlerini sevdim.
Bazı aileler çocuklarına bu özeni göstermediler.
Bakımsız tarlanın böceklerini, farelerini çoğalttılar.
Kişiliksiz kişiler, güzelim Kâhta’mızı iyi insanlara zindan ettiler.
Kişiliksiz kişilerden biri de Yosman’dır.
12 Eylül günlerini yaşayanlar Yosman’ı unutamazlar.
Tanımayanlara tanıtayım.
Bokböceği Yosman kenefte pişer. Zalimin gazıyla şişer. Zıpladıkça pisliğe düşer. Yemek yediği sofraya i şer.
Yosman’ın bedeni saman hararı, ensesi yağlı domuz ayarı, gözleri tilki radarı, beyni fitne, fesat ambarıydı… Ciddi görünümlü yılışıktı. Bel altı çıkıntısı yere yapışıktı. Efendisine kul köle, çıkarına âşıktı. Ağzından salyalar akıtan yemek, efendisinin artığı tırşıktı.
Hükümet konağında yağcılıkla bir sandalye kapmıştı. Başı dönmüş, doğru yoldan sapmıştı. Masasının çekmecesini rüşvet kasası yapmıştı.
En çok kahverengi ve lacivert takım elbiseye bürünürdü. Tosbağa gibi tozlu yollarda sürünürdü. Renkli kravatları ve boyalı ayakkabıları ile kemiği bol yağlı sofralarda görülürdü.
12 Eylül herkese kan kustururken, Yosman’a bu günler Milli piyangonun yılbaşı büyük ikramiyesi olmuştu.
İlçemizin Zorba başı ile yakın dostluk kurdu. Herkesin göreceği şekilde yanı başında durdu. Zorba başı benim adamım diye orta yerde sazın tellerine vurdu. Zorba başının ibrikçisi olduğunu halka inandırınca kudurdu.
Kendisinin ve diğer bokböceklerinin ihbar ettiği insanları Zorba başı gözaltına aldı. İlçe halkı ve köylüler çaresiz Yosman’a yalvardı: “Sen de bilirsin bizim adamın sağla solla ilişkisi yoktur. Ekmeğinin derdinde kendi halinde bir insandır.”
Hep aynı senaryo oynandı: Suçsuz insanlar gözaltına alınacak. Kimden ne kadar para alınacağını Zorba başı ile Yosman önceden kararlaştıracak. Gözaltındaki kişinin akrabaları Yosman’a gidecek. Adamlarının bırakılması için Yosman’a para verecek. Yosman gidip adamları kurtaracak. Zorba başı için aldığı paranın bir kısmını cebine atacak.
Bu tezgâh 12 Eylül döneminde çok yerde kuruldu.
Yosman halkın gözüne batmaya başladı. Çünkü zararı herkese dokunuyordu. Bokböceğinden tiksinenler çoğaldı.
Yosman halkın arasına çıkamaz oldu. Dairede mesaisi bitince, hükümet konağının bahçesine iner, kamelyanın altında otururdu.
O günleri yaşayanlar, bokböceği Yosman’ı tanıdınız mı?
Siz de bokböceğine para verdiniz mi?
Kâhta ve köylerinde kaç kişi Yosman’a para vermek zorunda kaldı.
Beş yüz, bin, iki bin? Sayı belli değil… Yosman, kendi halkını hançerledi.
12 Eylül fırtınasında Afyon’da öğretmen olarak görev yapıyordum. Bokböcekleri beni yurtdışında biliyordu. İzin alarak İstanbul’a gittim. Çok sevdiğim mahallemin çocuğu bir arkadaşla görüştüm. Birkaç gün beraber olduk.
Arkadaşımın hiçbir siyasi örgütle ilişkisi yoktu. Kabadayı bir yapısı vardı. Haksızlıklara karşı tahammülü yoktu. Hemen kaba kuvvete başvururdu. Bokböcekleri kendisini hiç sevmezlerdi. Soruşturmalık çok kavgası vardı.
İstanbul’da ikinci günümdü. Arkadaş Laleli’de kaldığım otel odasına geldi. Çok heyecanlıydı:
— Sana iyi bir haberim var.
— Ne haberidir bu? Halk darbecileri mi tutukladı?
— Dalga geçme. Yosman ve Zorba başı Kâhta’dan İstanbul’a geliyor. Benim konuğum olacaklar. Bu gece gazinoya götüreceğim. Bülent Ersoy sahne alıyor. Sen de bizimle gel.
— Bu adamları sen niye konuk ediyorsun?
— Benim birkaç dosyam var. Onları imha edecekler. Gel seni de tanıştırayım. Dosyaların olursa imha ederler. Kâhta’da her şey Zorba başının elindedir.
— Ben gelmem. Bu adam nezarette yeni doğan bebeğe tekme atan Zorba değil mi? Beni idamdan kurtaracağını bilsem gelmem. Öyle bir zalimle aynı ortamda bulunmak bile benim için şerefsizliktir. Benim ilkelerimi bilirsin.
Arkadaşın bütün ısrarına rağmen teklifini kabul etmedim.
Arkadaşım konuklarını karşılamaya ve ağırlamaya gitti.
Otel odasında Kâhtalıların çektikleri işkenceyi düşünerek sabahladım.
Öğleye doğru arkadaşım geldi. Aldığı hediyeleri saydı. Birlikte çektirdikleri resimleri gösterdi…
Yosman ve Zorba başına kaç lira verdiğini sormadım. Vermişti.
İstanbul’un en lüks gazinosunda bokböceği Yosman güzel bir gece geçirmişti. Bu onun için ödüldü.
Arkadaşım gazinoda, en önde masa ayarlamıştı. Bu masada Bülent Ersoy’a çiçek göndermişti.
Bülent Ersoy:
- Ablanız size kurban olsun, demişti.
Arkadaşım dosyalarının imha edileceğinden çok emindi. Sevinci, neşesi görülmeye değerdi…
Ben ne işkencecilere ne de uşaklarına güvenirim. Arkadaşımın sevincine limon sıkmamak için sustum. Bu pisliklere güvenme demedim.
Afyon’da Cumhuriyet Bayramı için öğrencilerimle birlikte çelenk hazırlıyordum. Sıkıyönetimin emriyle okuldan alındım. Afyon merkeze götürüldüm. Dokuz gün sonra Adıyaman’dan gelen iki polise teslim edildim. Kelepçenin bir tarafı benim kolumda, diğer tarafı polisin kolunda otobüsle Adıyaman’a götürüldüm.
Bir gece Eskisaray polis karakolunda kaldım.
Kırk beş gün Pirin Palas diye adlandırılan meşhur işkence hanede kaldım.
Sağlık ocağında birlikte görev yaptığı hemşireyi, Zorba başının yatağına göndermediği için genç doktorun öldürüldüğü işkence hane. Çevresindeki tarlalara işkenceden ölenlerin gece karanlığında elbiseleriyle gömüldüğü yer…
Kırk beşinci gün tutuklandım. Adıyaman cezaevine götürdüler. Tavanında lağım akan ve göle dönüşen bodrumunda üç gün kaldım. Oradan müşahede denilen hücrelere götürdüler.
Cezaevine yeni gelen tutuklunun adına, tanıdık eski tutuklular kaldığı koğuşun hepsine çay gönderirler. Bu cezaevlerinde bir gelenektir. Geçmiş olsun çayıdır. Hoş geldin çayıdır.
Kâhtalı gençleri, yaşlıları cezaevine doldurmuşlardı. Bokböceklerine, Zorba başına para vermeyenler, veremeyenler soluğu zindanda almıştı.
Benim tutuklandığımı duyan Kâhtalı tutuklular, bizim müşahede koğuşuna üst üste tepsiler dolusu çay gönderdiler. Yalnız değilsin, biz de buradayız, dediler. Sağ olsunlar.
Çaycının sesi hücrelerde yankılanıyordu:
— Mahmut Cantekin çayın var!
İlk çayı gönderen kimdi biliyor musunuz?
İstanbul’da dosyaları imha edilsin diye rüşvet veren arkadaşımdı.
Zorba başı ve Yosman arkadaşıma ihanet etmişti.
Arkadaşımı benden aylar öncesinden tutuklamışlardı.
Sevgili Kâhtalılar, güzel hemşerilerim ilçemizin yüzkarası bokböceği Yosman’ı tanıdınız mı?
Tanırsınız…
Tanırsınız…
Sizlere az işkence yaptırmadı.
Sizin az paranızı yemedi
“Artık yeter” diye Zorba başını şikâyet etmiştiniz.” Kanımızı emdi, iliğimizi kuruttu,” demiştiniz.
Hatırladınız mı?
Hatırlamayanlar ve o günleri yaşamayanlar, yaşayanlara sorsunlar…
“BOKBÖCEKLERİ” kitabımda açık kimlikleri ile huzurunuza çıkacaklar.
İlk bokböceği Yosman oldu.
İkinci bokböceği sıra sende, anladın mı?
Seni yazacağımı biliyorsun.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.