Gözüm yollarda kaldı 5...
UYARI: Okuyacağınız bu yazı, absürd öykümün 5. bölümüdür, isterseniz sırasıyla okuyunuz, istemezseniz de siz bilirsiniz, saygılar ve de iyi eğlenceler...
Sadık, boyu boyuma huyu huyuma uygun, aslen karabüğün köylüsü, kendi hayal dünyasında bir izmirli, arap gibi kara olmasa da açık tenli sayılabilecek bir adet esmerimsi, yakışıklı ve akıllı bir çocuktu. Bendeki gibi bir şeytan tüyü yoktu lakin gideri vardı, varlıkta bile... Az yıkanır, çok düşündüğünü sanırdı... Aslında az da düşünmezdi ama bildiğiniz gibi azlık ve çokluk kavramları da görecelidir yani bir referans noktası gerektirir... Öyleyse bana göre az olan, başkasına göre hayli fazla olabilirdi... Demem o ki total puanlamada ortalama bir TÜRKİYE CUMHURİYETİ vatandaşı erkeğin oldukça üstündeydi... Yaklaşık olaraaakkk yüz üzerinden 89 diyebiliriz, ortalamayı merak edenler için belirteyim; yüz üzerinden 50, on üzerinden 5, 2 üzerinden 1... Yani bir hintliden açık ara önde, italyandan hallice ama bir yunanla boy ölçüşemez hele de antikse... Sadık, babasının arzusunu yerine getirmek için makine mühendisliğini okumayı seçmişti, sonrasında yaşadığı şapşal öğrencilik dönemi ve bu dönemi takiben sisteme karşı uyanışıyla beraber bocalama yaşamış, üniversitesini bir hayli uzatmıştı... Allah(c.c.)’nin de izniyle geçtiğimiz aylarda diplomasını aldı, şimdi karina adlı mükemmel işler yapan ve topluma çok faydalı bir şirkette mühendis ünvanıyla çalışmakta... Hala yaşantısını sorguluyor ve hala bir çıkmazda, bu sorgulamasını güncel tutmak amacıyla, biraz da esprili bir yolla diplomasını çerçeveletip salon duvarının tam ortasına astım... Tabi bunlardan başka, gizli bir amacım daha olabilir ama onu da burdan söylerek ifşa etmek istemememe (Hiç bu kadar me’yi bir arada kullanmamıştım...) hak verirsiniz sanırım...
Sadık’ın kısaca Salant adında bir manitası vardı, onun hakkında bahsetmeye tırsıyorum, ağzıma sıçabilir, kısacası dehşet bir garı diyelim... Hikayenin devamında rolü büyürse ve ben cesaretimi toplayabilirsem onun karakterine dair de biraz bahsederim, BELKİ...
Evet, ben makarnamı yiyordum, ekranda da vahşi kanada belgeseli vardı... Örni ise kırmızı kulaklığını takmış ve bir ingiliz dizisi izliyordu. Muhtemelen diziyi kaliteli buluyordu lakin belki de yine bilinçaltı iş başındaydı, nasıl mı? İngilizlerin kendini beğenmişliği, dillerini kullanışlarından tutun dizilerde bile dünyanın geri kalanını görmezden geldiklerini kanıtlayan bütün repliklerine kadar had safhadaydı... Amerikalılar kurtarıcı profili çizerken, onlar mutlak bilgi ve hak sahibiydi, asil ve elitlerdi... Belki de Örni bu dizileri izlemekle, elitliğe duyduğu özlemi farkında olmadan dışa vuruyordu ve kendini, kendisinin bile farkına varmadığı bir yolla elit hissettiriyordu... Herneyse, işin bu kısmını muğlak bırakacağım çünkü esas konudan uzaklaşıyoruz... Tam o sırada tıslamayla karışık, hafif burundan solumalı elit bir gülüş attı Örni, diziyi izlerken... Ben de ona göz ucuyla şöyle bir bakıp sona kalan 6 adet makarnayı hüpletip, ikinci tabağı doldurmak üzere tencereye yöneldim. Ve o anda sokak kapısı açılıp Sadık ağır hareketlerle içeri girdi, ayakkabısını rafa yerleştirip salona geldi, gevrek bir telafuzla ve biraz da uzatarak “selaaamün aleeeyküm” dedi... Örni hafifçe başını sallayıp tüm kuuulluğuyla dizisine döndü, ben ise “ve aleyküm selam kuardişim” diye 80dB şiddetinde, normal konuşmanın üstü ama asla bir bağırma sayılmayacak bir seviyede karşılık verdim... Sadık, laptopunu benim sol tarafımdaki kanepeye bırakıp tam odasına gidiyordu ki fark etti!!! Neyi mi? Bendeki değişikliği...
Yüzüme iyice baktı ve sol gözümün olduğu yerde.......
Devamı gelecek...
Dipnot: Yorum yaparsanız sevinirim, yapmazsanız da üzülmem...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.