AŞKIN ÜÇ MEVSİMİ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
İKLİMLER
Nuri Bilge Ceylan bu filminde de fark yaratıyor. Bildik bir konuyu işliyormuş gibi çıkıyor karşımıza. Fakat, bir de bakıyorsunuz başka bir boyuttasınız. Bir duygu bu, belki bir yürek atışı, ya da daha önce kendinize bile söylemeye cesaret edemediğiniz bir kelime...içten içe size işleyen. Eğer hala onu yüreğinizde tutarsanız sizi kemirip bitirebilir. Nuri Bilge’nin kişileri fotoğraf karelerinden bakarak görünmeyeni bize gösterir gibiler. İklimler seyircisine farklı bir şey anlatıyor, bundan emin olabilirsiniz. Filmde olaylar üç mevsimde geçiyor.
YAZ
Bahar dizilerde sanat yönetmenliği yapan genç bir kadın. İsa, orta yaşlarında üniversitede sanat tarihi hocası. İlk sahneler Kaş’ta, antik kalıntıların olduğu bir bölgede geçiyor. İsa elinde bir fotoğraf makinesiyle çevreyi inceleyip fotoğraflar çekiyor. Bahar ise, boş boş bakınıyor gibi. Ancak yüz ifadesi, aklı bir yerlerde takılı kalmış izlenimi veriyor. Sonra bunun sebebini öğreneceğiz gerçi. Gözlerindeki hüznü görmezden gelemiyoruz. Daha çok aklı karışık. Ya da bir türlü adını koyamadığı bir sorunla karşı karşıya kalan bir insanın ikircikliği var yüzündeki ifadede. Arada bir birbirlerine bakıp gülümsüyorlar. Mutlu bir çift olduklarını hatırlamak istercesine.
Deniz kenarında Bahar’ın İsa tarafından kuma gömüldüğü sahne heyecan yaratıyor. Sonra bunun Bahar’ın rüyası olduğunu anlayınca, rahat bir nefes alıyoruz. İsa Bahar’a seni seviyorum, derken ağzından çıkan bu sözlerde hiçbir tutku ritmi olmadığını hissediyoruz biz de. İki sevgili, hem tatil yapıyorlar, hem de tarihi mekanları gezip kültür birikimi yapıyorlar. Görünürde her şey yolunda değil mi? Fakat çok geçmeden olayların düğümlerine giriyoruz. Gece o yörede evleri olan bir arkadaşlarına akşam yemeğine gidiyorlar. Doğal bir ev bahçesinde dost muhabbeti. Bahar, İsa’yı iğnelerle delip delip duruyor. Bu sefer diyoruz ki, ne kaprisli bir kadın, güzelim ortamı bozdu. Ertesi gün motosiklet kazası sonrası İsa’nın hiç de ak pak olmadığını, Bahar’ın da boşuna mızmızlanmadığını anlıyoruz.
Meğer, kısa bir süre önce İsa, eski bir arkadaşının sevgilisi Serap’la ilişki yaşamış. Bahar, aldatılan çoğu kadın gibi İsa’yı affedemiyor. Her an daha da hırçınlaşıyor. İkisi motosiklette giderken İsa’yı arkasından tokatlıyor. İsa dengesini kaybedince birlikte yuvarlanıyorlar. Neyse ki yaralanmadan atlatıyorlar kazayı. Sonrasında gardayız. İsa, Bahar’ı İstanbul’a uğurluyor. Artık ayrılmaları gerektiğini söylüyor Bahar’a. Genç olduğunu, yeni bir hayat kurabileceğini de ekliyor peşinden. Bahar, sen beni merak etme, başımın çaresine bakarım diyor asla affetmeyecek bir kadın bakışıyla.
Bu bölümde klasik bir aşk çatışması sorunu gibi duran gelişmelerin altında derin bir insan olma sorunu yatıyor bence. İsa ve Bahar acı çekiyor. İkisi de kendi iç dünyalarının sığlığından habersiz. Sevmek olgunluğuna erişememiş iki insan. İsa yaşına rağmen büyümemiş bir çocuk. Bahar, hala babasını özleyen küçük bir kız gibi.
SONBAHAR
İstanbul’dayız. Taksim’in yağmur altındaki görüntüsü. Sisler altında tramvay kırmızı homurtularla yol alırken, İsa, yazdan eser kalmayan kıyafetiyle suların içinde yürüyor. Üstündeki uzun pardesü onu olduğundan daha da uzun gösteriyor. Yüzündeki ifadeyi ilk kez ön planda görüyoruz. Yalnız bir adamın eğreti tebessümü var dudaklarında. Umursamaz görünmeye çokça çabalayan...
Sonbahar sahneleri, daha çok okulda ve Taksim’de geçiyor. Öğrencilerine yazın çektiği fotoğrafları gösterirken ve bu fotoğraflarla ilgili ödev verirken izliyoruz İsa’yı. İşine çok yoğunlaşamayan insanlarda görünen durgunluk okunuyor hareketlerinde. Bir süredir üzerinde çalıştığı kitabı bir türlü bitiremeyişi de bu yüzden. Bu arada bir gün annesine uğruyor İsa, annesine pantalonlarının paçalarını yaptırıyor. Babası da evde. Bu sahnelerde İsa’nın anne ve babasıyla içten bir ilişkide olmadığını anlıyoruz. Böylece yavaş yavaş İsa portresi yerine oturmaya başlıyor.
Bir gün Serap’la rastlaşıyorlar. Taksim’de bir kitapçıda. Serap’ın yanında erkek arkadaşı var. Ayak üstü sohbet ediyorlar. Aynı gece, Serap’ın evinin kapısında beklerken görüyoruz İsa’yı. Serap’ı tek başına eve geldiğini görünce ortaya çıkıyor. Serap şaşkın, yine de onu eve davet ediyor. İki çapkın gülüş karşılaşıyor. Burada sadece erkeğin değil, kadının da pervasızca aldatabildiğini göstermek istiyor bence yönetmen. Bazıları bu sahnelerde yaşanan sevişmeyi, İsa’nın tecavüzü olduğunu savunuyor. Ben aynı fikirde değilim. Belki, sert ve ısrarlı bir sevişmeydi. Serap, isteseydi rahatlıkla engel olabilirdi. Bu arada, İsa Serap’tan Bahar’ın Ağrı’da bir dizinin çekiminde olduğunu öğreniyor.
Bu bölümde, İsa’nın sığlığı daha da gerçekçi olmaya başlıyor. Serap İsa’nın kadın versiyonu. Bu yüzden uzun süre birlikte olamazlar. Onlara sömürecek birileri lazım. Narsizmin doğası bu.
KIŞ
Üniversitedeki arkadaşına, sömestride yalnız olarak sıcak bir ülkeye tatile gideceğini söylese de Ağrı’da alıyor soluğu İsa. Filmin hem en çarpıcı hem en ruhsal portreli sahneleri başlıyor. Ağrı karlarla kaplı. İsa, kentin klasik otellerinden birinde. Birilerinden dizi çekiminin yapıldığı yerleri soruşturuyor. Bahar’la karşılaşması çok ilginçti. Bir kahvenin penceresinden dışarıyı seyrederken görüyor İsa’yı Bahar. Elbette çok şaşkın. Önce oturup konuşuyorlar. İsa, İshak Paşa Camiinin fotoğraflarını çekmek için geldiğini söylüyor Bahar’a. Çağın hastalığı narsizm İsa’nın yüzünde keskin belirtilerini göstermeye başlıyor. Bahar’a aldığı müzik kutusu sırıtıyor kahvehane masasında. Önce umursamayan bir Bahar var karşımızda. Kararlı. İsa’yı iyi tanıyor. Ona güvenilmez. Sonra dizi ekibinin minibüsünde başbaşa konuşuyorlar. Bahar içli içli ağlıyor, çaresizce aşık İsa’ya. Henüz babasına kavuşamamış bir kız çocuğu. İsa yalvarıyor. Artık değiştiğini, bir yuva kurmak istediğini, evlenmek istedğini söylüyor Bahar ağlayıp dururken. Onunla İstanbul’a gelmesini istiyor. Çok geç, diyor Bahar, çok geç.
Ertesi sabah, İsa dönecek. Bir taksi tutup İshak paşa Camiine gidiyor. Fotoğraflar çekiyor. Elbette bu sahneler çok keyifli. Gözlerimiz karlı manzaralara doyarken, Ağrı’yı da tanımış gibi oluyoruz. İsa’nın narsist duruşları bu sahnelerde de görülüyor. Taksi şoförünün de fotoğraflarını çekiyor caminin yanı sıra. Genç taksiciye fotoğraflardan ona göndereceğine söz verip, ondan adresini alıyor. Fakat otelde, adresin yazılı olduğu kağıdı yırtıp atıyor.
Final. Gece, İsa otelde. Kapı çalınıyor. Gelen Bahar... Geceyi birlikte geçiriyorlar. Bahar, tekrar başlamak için geldi. İsa’nın teklifini kabul ettiği için...seyirciler, mutlu sonu bekliyor olmalılar. Son sahneler, narsizmin doruk noktasıydı. Yönetmene en çok bu ruhsal hastalığı böylesine başarılı görüntülediği için hayranım. Belki bir saniye kadar sürüyor ama yüreğimiz öyle bir daralıyor ki...
Sabah, Bahar çok neşeli, rüyasını anlatıyor. İsa, soğuk bir ifadeyle, seni bırakayım, uçağa yetişmem lazım diyor. Işte tam da bu sırada saniyeden daha az bir sürede, Bahar’ın yüzünde bir şey atıyor: yok bir donuş bu. Bir renk, bir bakış, bir kaş haraketi, bir dudak kıvrımı...bir heykel..
Son sahneler... dizi çekilirken Bahar ağlıyor. Hala bu sevgisiz adamı kalbinden çıkaramadığının sebebini bilemeden. İsa ise, kurbanından bir lokma aldı, onu bir süre idare edecek kadar.
Filmin oyuncuları, yönetmenin kendisi ve eşi...oyunculuğun uzun uzun deneyimler olması gerekmediğini de hayretlele görüyoruz. Yeter ki yönetmen işinin ehli olsun.
Filmdeki, bir fotoğraf gibi kareler, derin yüz duruşları, bildik fakat es geçtiğimiz duygu sancıları, insan olmadan aşkı hakketmeyecek kadın ve erkeğin dıramı...kısaca yaşamın ta kendisiyle, bize hüzünlü fakat ışıklı bir yol gösteriyor Nuri Bilge Ceylan. Bu yolda yürümesini bilene...
...
(sinema söyleşisi-3.)
YORUMLAR
"Nuri Bilge’nin kişileri fotoğraf karelerinden bakarak görünmeyeni bize gösterir gibiler."
Hep şuna inanırım; fotoğraflarında bir dili vardır, algılama gücümüzle orantılı pencere açarlar bizlere. Bu bağlamda aldığımda derinlik üzerinde hassasiyet gösteren tanımlamanızda belirttiğiniz görünmeyen hususlarda acaba fotoğrafın dahilinde mi? Hani derim ki; bakmasını ve görmesini bileni mi ararlar? Müşkülpesent bir dünya mı kurarlar acep? Biraz empati nosyonumuzla da alakalı sanırım.
"Bahar dizilerde sanat yönetmenliği yapan genç bir kadın."
Sanki Bahar, bu filmde eksik kalan dördüncü mevsimi tamamlıyor. Yeri gelmişken; adaşınız olan bir hanım sanat yönetmeni de zihnimde canlanmıyor değil.
Bu arada, Kaş gerçekten görülesi bir yurt köşesi. Hani insan yüzünde kaş nasıl güzelliği belirgin kılan temel bir öge, ülkemizde de öylesi bir doğal köşe, Kaş.
"İsa, eski bir arkadaşının sevgilisi Serap’la ilişki yaşamış."
Vay İsa vay! Eski bir Tanju Okan parçasından da nasiplenmemiş hergele, desenize.
İsa asi bir duruşa sahip, Bahar'da da baba kız ilişkilerinin evlendikten sonra bile sıkça devam eden prenses-kral sendromu var demek. Hani kızlar prense ihtiyaç duymazlar, çünkü onlar zaten kralın kızıdır denir ya. Ki yabana atmıyorum bu duyguyu. Erkekler bekârken bu eğilime kızabilir ama ancak baba olunca anlamına varabilirler diye düşünüyorum. Demem o ki; bir erkek bekârken ilgi duyduğu ama pas alamadığı bir genç kıza kızabilir kızmasına da, bir babanın yetişkin kızına ve ona yaklaşım gösteren erkeklere bakışı nasıldır acaba? Yine bir genç kız evlenirken en çok hüznü içselleştiren de baba değil midir? Demek, bekâra karı boşamak kolay sözü hakikaten boşa değil. Tabi hızla konudan uzaklaşıyorum, fark ettim birden.
Beri yandan film; İsa, Serap, Serap'ın arkadaşı üzerinden marjinal bir toplumsal kesit sunuyor gibi, kimin eli kimin cebinde belirsiz durumu yatak odasına sarkmış artık, geniş halk kesimlerine pek inemeyecek sosyete ve aydın kesim problem ve tripleri Yeşilçam'ın tükenmeyen senaryo imkânı kanımca. O değilde; ben de gerici miyim neyim tövbe! Bu arada Serap'da Pares adlı bir mitolojik figüre dönüşmeye müsait inceden inceye. Beri yandan kilit bir psikolojik ögeyi yakalamışsınız evet. Narsizm hani, nar taneleri sunar da nar gibi kızartır da insanoğlunu.
Bahar ve İsa'nın Ağrı günleri ve dialoğu da "dönülmez akşamın ufku misali" ağrılarını dindirmeleri kolay değil açıkçası.
Nihayet, efsunkâr bir duruşu vardır sinemanın, bir büyüsü vardır. Hüznü, acıyı, sorunları da verse; içten içe insana iyimserlik ve yaşama sevinci verebilir de. Sizin şiirleriniz üzerinden de görüyorum böyle bir etkileşimi. Sinema ilginiz ve birikiminizle, musiki dolu şiiriniz salınım yapıyor nazlı nazlı.
Şiir perisi ve nesir kraliçesini içten kutluyorum
Günün emeği, günlerin köpüğü nefasetini hiç yitirmiyor
Saygı ve selamlarımla...
müget
yine çok irdelemeli katkılı bir yorumdu teşekkürler..
levent taner
Teşekkür ederim...
Hayatımın filmidir 'kis uykusu'.kac defa izlemisligim, o replikleri icime cekmek istemisligim var. kim ne derse desin, iyi ki bizim nuri bilge ceylan'imiz var.
Ve sayenizde bu filminden haberdar oluyorum. Ne yalan soyliyim, baktim n.b.ceylan'in yeni bi filmi var cok sevindim ve evet ben de galiba filmi izlemeden anlatilmasini sevmem pek. Onun icin once filmi izleyip ardindan sizin yorumunuzu okumak isterim:)
Tesekkurler bilgilendirme icin.
"AŞKIN ÜÇ MEVSİMİ" Dördüncü mevsimde bir kadın ve bir erkek ...
Aşkın Lisanı yok !
Eskiden, çok eskidendi. Yüzümü yasladığımda bedenime sevinirken, üzülürken, yalnızken ağlamazdım. Şimdilerde gördüğüm Bir mezar tası, öncesini bilmem ama şimdi koca bir hiç’ti ! Onu bir aşk var etti. Annesinin ,babasının tutkusu,günahı,sevabı ve kim bilir hangi duygusu. Ama onu var eden aşk ve onu yok eden ölüm. İki dudak arasında iki devir ortasında onu yok eden şimdi hiç’ti .
(...)
O gece yangın yeri gibi, gözlerim , upuzun bir yolculuğa çıkmış , (…) yakalamaya uğraşan bir hal almıştı. Yokluğun, hiçliğin öyküsü şimdi başlamıştı. (…)im ölüm uykusu başlarken benim sessiz çığlığım arşın öteki yüzünde yükseliyordu. Zamanı göğsümde yakmaya çalışırken an, o rezil hal yandı içimde. Unutarak, unutturarak giden koca bir hayat. Şimdi kendini bağıra bağıra affettiren o acımasız kelimeleri ama o Bütün Kelimeleri Yakıyorum …
öteki ben, ürkerek büyütürken seni
yırtılan zamandan agan yaş
ömrüm, iki kapı arasında esir
bakışların öyle ki hala leyli
ey ötesi, sus !
cinnet aşk gibi…
öfkem cinayet işliyor ,
içimde yalancı aynalar
Puslu havada öznesini kıyıya çekiyor
ihtilalim essiz boşluğunda kahkahalarla
celladıyla boğuşuyor…
ey berisi ,sus
aşk cinnet gibi
zincirlerden kopuyor gövdem,
hüznüm keder akıyor
uçup gidiyor içimdeki aynalar
dalgın hayallerim cinnet kokuyor
ürküyorum aşk kadar hayattan
ey orası, konuş
aşk kim gibi
saygılar...