- 1250 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Çağımıza Damgasını vuran Şair Abdurrahim Karakoç
Abdurrahim Karakoç’u anlatabilmek her babayiğidin harcı değildir; dolayısıyla benim de harcım değil... Ama değerli okuyucuların hoşgörüsüne sığınarak gücüm yettiğince, dilim döndüğünce bir şeyler anlatmak istiyorum hakkında…
Birçok kişi Karakoç’u zamanımızın Karacaoğlan’ı olarak gösteriyor. Bu ifade güzel bir ifade ama -bana göre- eksik bir ifade… Neden? Çünkü Karacaoğlan -genel olarak- beşerî aşk şiirleri yazan ve ismi Türk Edebiyatına altın harflerle yazılmış çok değerli bir ozanımızdır. Amacım asla bir Karacaoğlan - Abdurrahim Karakoç karşılaştırması yapmak değildir. Zaten üslupları da farklıdır. Vurgulamak istediğim husus şu: Abdurrahim Karakoç beşerî aşk şiirlerinin yanında ilahî aşk, hiciv(taşlama), tabiat şiirleri, didaktik şiir dediğimiz eğitici-öğretici nitelikli şiirleri de ustalıkla yazan nadir şairlerimizden birisidir. Bu yönleri ile onda Karacaoğlan’ın yanında Yunus Emre’yi, Köroğlu’nu, Dadaloğlu’nu, Nef’i’yi, Âşık Veysel’i ve benzeri şair ve ozanlarımızı bulabiliriz. Ama Abdurrahim Karakoç’un tarzı bu şair ve ozanlarımızın hiç birisine benzemez. O der ki: “Açılmış çığırdan dosta gidemem/Ayaklarım ize sığmaz ölürüm”. Yani o, kendi çığırını kendisi açmış, kendi tarzını kendisi belirlemiş ve o çığırda emin adımlarla yürümüş olan güzide bir şairimizdi…
O, toplumun her kesimine hitap edebilen bir şairdi. Bazı şairler vardır, şiirleri sadece üst kesime hitap eder, tabandaki vatandaşlarımız bir şey anlamaz. Bazı şairlerimizin şiirleri de köydeki vatandaşın ilgisini çeker ama derinliği olmadığından üst kademedeki şahıslara yavan gelir.
Bu noktada sizlerle bir hatıramı paylaşmak istiyorum:
Üstadımla birlikte Yargıtay Eski Başkanı, değerli hemşerim Osman Arslan Bey’e
-başkan olduğu zaman- “hayırlı olsun” ziyaretine gitmiştik. Hoşbeşten sonra sevgili Başkanım, Karakoç üstadımızın “Hâkim Beğ” şiirini baştan sona ezberden okudu…
Gene bir dergide okumuştum. Bir yazar diyordu ki: Babamın kasketinin içinde Abdurrahim Karakoç’un şiirleri vardı; kahvehane veya sohbet ortamlarında kasketinden çıkarır onları okurdu… İşte anlatmak istediğim budur; gerçek şairlik budur… Şairin şiirlerinden en üstteki bürokrat, profesör ve benzeri kişilerle birlikte alt kesimdeki köylü vatandaşlarımız da aynı şekilde etkileniyor, heyecanlanıyor ve tefekküre dalabiliyorsa şair hedefine ulaşmış demektir. Üstadımızın hemen hemen bütün şiirleri bu özelliği taşır. Şiirlerinin toplumun bütün kesimlerinde heyecan ve ilgi uyandırdığını görürüz. O, toplumun her kesiminin anlayabildiği, faydalanabildiği bir şairdi... Onların ağzı, dili, duygusu, sevinci, neşesi, hüznü, öfkesiydi... Abdurrahim Karakoç toplumun çok kaliteli bir tercümanı idi... Şair, toplumun ufkunu açan, ona yol gösteren, ona kılavuzluk eden bir öğretmen olabildiği ölçüde şairdir. Bir öğretmen de öğrencilerinin seviyesine inebildiği ölçüde iyi öğretmendir.
Üstadımızın şiirleri ile ilgili olarak onlarca mastır ve doktora tezi hazırlanmıştır. Yüzün üzerinde şiiri bestelenmiş; dilden dile, gönülden gönüle dolaşmaktadır.
Şiirlerinde, insanı tefekküre mahkûm eden ifadeler vardır. Üçüncü göz, dördüncü cemre, beşinci mevsim, suların ıslatılamaması, kaplara belenerek uyutulması, testereyle kesilmesi, iplere serilerek kurutulması, lambada titreyen alevin üşümesi, gölgenin armağan verilmesi, göğsünden vurulması, güneşte görülmesi ve benzeri yüzlerce sır taşıyan ifadeler…
Abdurrahim Karakoç sadece şair miydi?.. Hayır… Karakoç insanlığa örnek teşkil edecek şahsiyetli bir duruşa sahipti... O, her şeyden önce mangal yürekli, dik duruşlu, özü sözüne uygun örnek bir insandı… O, aynı zamanda güçlü bir yazar ve de en önemlisi, bir dava adamıydı…
Ben milletim uğruna adamışım kendimi
Bir doğrunun imanı bin eğriyi düzeltir
Zulüm Azrail olsa hep hakkı tutacağım
Mukaddes davalarda ölüm bile güzeldir.
Diyen şairdi…
Abdurrahim Karakoç Allah’tan başka hiç kimsenin karşısında eğilmemiş, doğruları çekinmeden dile getirmiştir. Bu yüzden defalarca yargı karşısına çıkmış, mahkemelerde kendisinin avukatlığını kendisi yapmış ve davaların tamamından beraat etmiştir. İlk yargılanması ise 27 Mayıs Darbesi’nden sonra kaleme aldığı,
“Hürriyeti gelin ettik dul çıktı
Çal davulcu fırsat ele bir geçer.
Bu düğünün şakşakçısı bol çıktı
Çal davulcu fırsat ele bir geçer.”
Dörtlüğünden dolayı olmuştur.
Bu, arı-duru, pırıl pırıl akan Karakoç ırmağı her ne kadar aramızdan ayrılmış olsa da bırakmış olduğu eserleri ile gönüllerdeki yolculuğuna devam etmektedir. O, geçmişi tertemiz, geleceğini de tertemizliğe adayarak; haksızlıkların, adaletsizliklerin, ahlaksızlıkların, siyasi idraksizliklerin, milli ve manevi değerlerimize yapılan saldırıların üzerine pervasızca giden bir Anadolu yiğidiydi…
Karakoç’u sadece Mihriban şairi olarak tanımlamak bir damla sudan haberdar olup da o suyun bağlı olduğu okyanustan haberdar olmamaktır. Üstadın eserleri dikkatlice okunduğunda daha nice Mihriban’larla karşılaşılacaktır.
Çok iyi biliyorum ki, hakkında kullanmış olduğum bu ifadeler onun hiç hoşuna gitmezdi. Çünkü onun mizacı övülmeye, methedilmeye müsait değildi.
O, her yazdığı şiirde, yazıda ve her yaptığı işte Allah rızasını gözeten müstesna bir insandı… Ama gerçeklerin karanlıkta kalmaması gerektiğini düşünüyorum.
Daha önce de ifade ettiğim gibi onu okuyup da tefekküre dalmamak mümkün değildir.
Ben: Gönlü aklına uymayan deli…
Ben: Az düşünceden doymayan deli…
Ben: Beni ben diye saymayan deli...
Bırakın, ben benden uzaklaşayım.
------------------------------------------------
“Belemişler kaplara, uyutmuşlar suları
Ve sermişler iplere, kurutmuşlar suları
Dalmışlar eğlencenin fikirsiz oyununa
Ya toprakta ya gökte unutmuşlar suları.”
-----------------------------------------------
Elimle musluğunu açtığım sular yandı
Yürüyerek içinden geçtiğim sular yandı
Boyu üç yılı aşan sabır orucu tuttum
İftar vakti olanda içtiğim sular yandı.
------------------------------------------------
“Önce kökü dalda, dalı çiçekte
Çiçeği meyvede, meyveyi renkte
Var olan her şeyi bir çekirdekte
Onu da Mevla’da yitirdim anam.”
------------------------------------------------
“Mezar taşlarında kitabeleri
Okumak huyundu öteden beri
Giderdin ezele, dönmezdin geri
Solardı gözlerin, hatırlar mısın?”
-----------------------------------------------
Yalnızlık… Caddede, sokakta, evde
Ben beni özlerim; gurbet bu derim.
Mezarlıkta güler yaşlı bir dede
Yaşarır gözlerim; gaflet bu derim.
-----------------------------------------------
Kaybettim mesafeyi, zamandan uzaklaştım
Sevgi diye sarıldım, isyanla kucaklaştım
Ne kendimden kurtuldum, ne kendime yaklaştım
Toprağın üstü mezar, zevke dalmış ölüler
Can sıkmaya yetiyor canlı kalmış ölüler.
-----------------------------------------------------
Yürüyen heykellerle aynı müzedeyim ben
Konuşan mumyalara kimden söz edeyim ben
Fikren işkencedeyim, ruhen cezadayım ben
Korkaklığın sükûtu kol geziyor her yerde
Sanki tek başımayım, tek kişilik mahşerde.
-----------------------------------------------------------
Sevgi ektim, naz biçmeye çalıştım
Ne zamana, ne kendime alıştım
Kırk senede yedi hasret bölüştüm
Yedi dünya bana düştü sandım oy!
Hadi düşünmeyin, tefekküre dalmayın elinizdeyse…
Üstadımla nasıl tanıştım?
Yıl 1983… Gazetelerden TOBB’nde kitap fuarı açıldığını ve Abdurrahim Karakoç’un, kitaplarını imzalayacağını öğrendim. Abdurrahim Karakoç sevdalısı bir kişi olarak hemen ertesi günü -halk tabiriyle- oraya damladım. O zamana kadar üstadımla yüz yüze hiç görüşmemiştim.
Kitap reyonunda bir kişi vardı. Reyon görevlisi zannederek sordum:
Abdurrahim Karakoç yok mu?
O kişi gayet mütevazı bir şekilde,
“Benim” dedi.
Ben, biraz da şaşkınlıkla,
Abdurrahim Karakoç sen misin? Diye tekrar sordum.
(Şaşırmıştım çünkü karşımda kasıntısı olmayan, saygılı, mütevazı bir Anadolu insanı duruyordu… Demek ki insan ister istemez o müthiş şiirlerin sahibinden yüksekten bakan bir duruş bekliyor. Aslında o, bu duruşu ile bana ve benim gibilere insanlık dersi veriyordu…)
Tekrar cevap verdi,
Evet benim…
Ben heyecanla,
Üstadım, “ver şu mübarek elini öpeyim” diyerek eline yöneldim, ama öptürmedi; sadece tokalaştı(sonradan sevgili üstadımın elini hiçbir zaman öptürtmediğini öğrendim.)
Hâl hatır sorup kitaplarımı imzalattıktan sonra oradan ayrıldım.
…….
Aradan 4 yıl geçti…
O zamanlar TRT Ankara Radyosu’nun Teknik Müdürlüğünü yürütüyordum. Bir bayram öncesinde gelen tebrik kartları içinde üstadımın tebrikini görünce adeta dünyalar benim oldu… Büyük bir sevinç ve heyecan içinde tebrik üzerindeki dörtlüğü okudum.
Şöyle diyordu:
“Dilekler mi büyük, gökyüzü mü dar?
Niçin menziline ermez dualar?
Gül yüzlü bayramlar nereye gitti?
Neden gönüllerde gamlı bayram var?”
Dörtlüğün altında da “Bayramlar bayram ola” yazıyordu.
(Sonradan, bu tebriki çok sevdiğim, saygı duyduğum İbrahim Yalçınkaya kardeşimin tavsiyesi üzerine gönderdiğini öğrendim.)
Ben de o sevinç ve heyecanla hemen şu cevabî dörtlüğü yazarak üstadıma gönderdim:
“Ne dilekler büyük, ne gökyüzü dar
Bir gün menziline erer dualar
Yürekli yiğidim, can Karakoç’um
Gelecek gül yüzlü gamsız bayramlar!..”
Ve aradan 8-10 gün geçmişti ki görevli arkadaşlarım misafirimin olduğunu söylediler. Büyük bir hayretle çalışma odamın kapısından Karakoç üstadımın girdiğini gördüm. İlk şaşkınlıktan sonra “vay Karakoç’um!..” diyerek yerimden fırladım ve boynuna sarıldım.
Heyecanım biraz yatıştıktan sonra kendisine dedim ki: Sevgili üstadım, buraya kadar gelip beni sevindirdin, şereflendirdin; Allah senden razı olsun. Şayet kabul edersen senden bir isteğim olacak… Benim çok sevdiğim iki tane ağabeyim var, üçüncüsü de sen olur musun?..
“Elbette, çok sevinirim.” Cevabını verdi.
İşte o günden sonra üstadımla ilişkilerim hiç kesilmedi. Onun hem dostu, hem kardeşi, hem de asistanı diyebileceğim bir yakınlıkla hep birlikte oldum. Aile ziyaretlerine, tatillere, şiir şölenlerine, bazı televizyon programlarına birlikte gittik…
“antoloji.com” isimli şiir sitesine hem şahsım hem de Karakoç hayranlarınca gönderilen şiirlerinin -kendisinin verdiği vekâletle- kayıt ve kontrolünü yaptım/yapmaktayım.
Şiir programlarında kendi şiirlerinin seslendirmesini genellikle ben yapardım. Sahneye çıktığında bir iki şiirini okuduktan sonra “Ben güzel şiir yazarım, ama güzel okuyamam; onun için yanımda güzel okuyanı getirdim.” diyerek beni takdim ederdi ve şiirlerini bana okuturdu…
Sevgili dostlar!
Üstadımın, ağabeyimin yokluğuna bir türlü alıştıramadım kendimi… Her dakika, her saniye onu düşünmekten, hatıralarını hatırlamaktan kendimi alamıyorum. Yokluğunun dayanılmaz acı ve ıstırabı ebedi dünyada ona kavuşuncaya kadar benimle birlikte olacaktır. Yüce Rabbimden bu müstesna insana tekrar tekrar rahmet dileyerek değişik konulardaki şiirleri içinden aldığım dörtlüklerle baş başa bırakıyorum sizleri:
Şiir bir cennet bahçesi
Girmeyene anlatılmaz.
Cennet nedir, bahçe nasıl?
Görmeyene anlatılmaz.
---------------------------------------------------------
---------------------------------------------------------
Hiciv(taşlama) Şiirlerinden birer dörtlük:
Paylaştık zahmet çekmeden İslâmlık mirasını
İbadet etmeyiz Hakk’a, almadan kirasını
Esiriz nefsin elinde, bilen yok çaresini
Namaz, oruç, hac ve kurban hep riyadır, hep riya
Bir acayip ümmet olduk ey Resul-ü Kibriya!
----------------------------------------------------------
Kurnaz emer budalanın kanını
Böyle yürür hokkabazın kanunu
Doğru karar eğri dostun canını
Sıkar amma neden sonra anlarsın.
------------------------------------------------------------
Giderken alkolden girdi komaya
Meyhaneyi yurt sayardı bu deyyus.
Yemin eder “Pazar” derdi Cuma’ya
Ağustos’u Mart sayardı bu deyyus.
------------------------------------------------------------
Kevser bardakları atıldı raftan
Her şaraba KÜP olanlar ön safta.
İffet timsalleri kovuldu saftan
Her bebeğe TÜP olanlar ön safta.
--------------------------------------------------
“Yalan-dolan ile devran sürmeyi
Biz ne bilek beğim böyükler bilir
Milletin başına çorap örmeyi
Biz ne bilek beğim böyükler bilir.”
------------------------------------------------
“Soyguncu soysun da, vurguncu vursun
Sen ana karnında boşa durursun
Doksan günde çık gel, dokuz ay dursun
Doğmaya gayret et, doğmaya bebek
Sonra geç kalırsın yağmaya bebek.”
-------------------------------------------------
Zor kullanır, aka kara dedirir
Kurbağaya kuş tutturur bu düzen.
Namussuza ballı kaymak yedirir
Namusluya taş yutturur bu düzen.
--------------------------------------------------
Eşkıyalar, huzuru bu ülkeye yâr etmez
Beyinsiz mandalara ne söylense kâr etmez
Umutlanma boş yere ey milleti mücella
Kendi bermurad olan seni bahtiyar etmez.
---------------------------------------------------
Doğru mu, yanlış mı karar sizlerin
Biz aklın durduğu çağda yaşadık.
’Ben dinsizim! ’ diyen beyinsizlerin
Din dersi verdiği çağda yaşadık.
--------------------------------------------------
Sorsanız çok kişi “turp gibiyim” der
Sanki ne değişir “hıyarım” dese…
İnsanlar mantarı severek yerler
Ben mantarım diyen çıkmaz nedense.
--------------------------------------------------
Beni dinle ey kadı
Bozuldu işin tadı
Zulümse eğer adı
Kenan yapsa da aynı
Yunan yapsa da aynı.
-------------------------------------------------
Gene tehir etme üç ay öteye
Bu dava dedemden kaldı hâkim beğ.
Otuz yıl da babam düştü ardına
Siz sağ olun, o da öldü hâkim beğ.
------------------------------------------------
Avrat yeğin sayrı, benim karnım aç,
Keyf için gelmedik bura tohdur beğ.
Fukara harcından yaz da bir ilaç,
Olsun derdimize çare tohdur beğ.
------------------------------------------------
Gitmişti makama arz-ı hâl için
’Bey’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
Bir azar yedi ki oldu o biçim..
’Şey’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
--------------------------------------------------
Kancayı dine taktı tüm sapıklar sürüsü
Medyayla yol alıyor dinde reform virüsü
Emir yüksek yerlerden verilmiştir belli ki
Dikkatle bize bakar Washington’u, Paris’i! .
----------------------------------------------------
Yoksa Allah korkusu, hükümransa çağdaşlık
Çekirgeyle zürafa takaslanır yukarda.
Kişinin liflerine sinmiş ise yobazlık
Hak, hukuk ve insanlık makaslanır yukarda.
-----------------------------------------------------
Öğrenemedik hâlâ Baykuş kimdir, Doğan kim?
Vatanı parselleyen, milletimi sağan kim?
Dinmeyecek mi acep bu uğursuz fırtına? !
Şamata çok, şaşırdık, gürleyen kim, yağan kim?
-----------------------------------------------------
Beyaz camda kara baykuş
Gül üstüne türkü söyler.
Yaş tezeğe sinek konmuş
Bal üstüne türkü söyler.
-----------------------------------------------------
Tarihe taht kurup oturan canlar
Âleme adalet götüren canlar
Üç kıtayı dize getiren canlar
Prensleri bulduk... Unuttuk sizi.
-----------------------------------------------------
Derisini yüzdük demokrasinin,
İşi iştir imtiyazlı asinin.
Hakikatte vahşi, sözde ‘vasi’nin
Dörtnala gidilir yolunca Hasan.
-----------------------------------------------------
Güneş yükselmeden kuşluk yerine
Bir adam camiden döndü evine
Oturdu sessizce yer minderine
Kızı “Bayram” dedi, yalın ayaklı
Adam “Bayram” dedi, tam ağlamaklı…
------------------------------------------------------
Sınırlar çizildi rüyalarına
Yasaklar konuldu dualarına
Hangi sesler hâkim semalarına
Oy güzel vatanım, oy Anadolu!..
-----------------------------------------------------
-----------------------------------------------------
Eğitici, öğüt verici bazı şiirlerinden birer dörtlük:
Yiğidim aslanım, ha gayret eyle
Gaflet üstümüzde kalmasın böyle
İmanla yatıp-kalk, ihlasla söyle
Kutlu mesaj verilmeyi bekliyor
Ölü dünya dirilmeyi bekliyor.
--------------------------------------------------
Bilir misin gardaş Türk illerinde
Havada yıldızlar, dağda kar üşür.
Tutsak soydaşların türkülerinde
Dört mevsim ötede bir bahar üşür.
--------------------------------------------------
Dünün insan yiyen kanlı çarkı yok…
Yüzlerde gam, gönüllerde korku yok...
Çerkez’i yok, Kürt’ü yoktur, Türk’ü yok...
Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz.
--------------------------------------------------
Almak-satmak, tapu-senet nafile
Toplayıp yığdığın servet nafile
Sıla nafiledir, gurbet nafile
Yağmaya tozmaya değmez bu dünya.
--------------------------------------------------
Yürü, koş, uyu, otur, kalk
Yukarı bak, aşağı bak
Dört yana dönmeyi bırak
Her duruş ecele doğru…
--------------------------------------------------
Gerçeğin hayalden en bariz farkı
Uzağa atarsın yakına düşer.
Öyle yüzler, öyle simalar var ki
Unutmak istersin aklına düşer.
-------------------------------------------------
Gölgesinde otur amma
Yaprak senden incinmesin.
Temizlen de gir mezara
Toprak senden incinmesin.
--------------------------------------------------
Serçe kadar yok musun be? !
Hadi uç uçabilirsen...
Akıl, izan, idrak sende
Kader seç, seçebilirsen...
---------------------------------------------------
Alev sardı âlemi, uyanmayın daha siz!
Altta döşek yanıyor, üstte yorgan yanıyor.
Beşikler besmelesiz, mezarlar fâtihasız…
Doğan insan yanıyor, ölen insan yanıyor.
--------------------------------------------------
Bu bir cinnet krizi, gerçekler yolunuyor
Gönül parkımızdaki çiçekler yolunuyor
Kuzular yolunuyor, ördekler yolunuyor
Kazlar tüyünü döktü, uyan artık Türkiye! .
Iğdır’da şafak söktü, uyan artık Türkiye! .
----------------------------------------------------
Aşçılık yapmasan da benden sana tavsiye
Dibi delik kazandan tencereden uzak dur.
Bencil tabansızlara sakın yazma mersiye
Pislik kokan kapıdan, pencereden uzak dur.
---------------------------------------------------
Uyu uyu yat uyu masallarını bırak
Uyan sen, karış karış toprakları uyandır.
Çiçek açsın her taraf sizinle revnak revnak
Uyan çocuğum, çalış, yaprakları uyandır.
--------------------------------------------------
Türksün, Müslümansın; dahası var mı?
Unutma bunları aman ha bacım.
Senin ak yüzünden ak olmamalı
Dağda kar, külekte ayran ha bacım.
--------------------------------------------------
Dalıver derinlere, derinler şekillensin
Bugünkü eserinle yarınlar şekillensin
Dedene şekil vermek senin elinde değil
Öyle gayret göster ki torunlar şekillensin…
----------------------------------------------------
Nefret boşta kalsın, aşk ile dol da
Işık, kılavuz ol gittiğin yolda
Kur’an’dan feyz alan bir mektup ol da
Yazdığın kitaplar seni okusun.
--------------------------------------------------
Seyreyle âlemi ibret içinde
Görene hikmet var hikmet içinde
Türlü renk, sayısız lezzet içinde
Topraklar meyveye rahmet dağıtır.
--------------------------------------------------
Unutma, tez geçer zulmün ezası,
Sabretmeyi bileceksin; tamam mı?
Yiğide ar değil bahtın kazası
Hakk’a teslim olacaksın; tamam mı?
---------------------------------------------------
Ya... işte tarihin böyledir oğul!
Geçmişten hız alsın geleceğin de..
Göster Türklüğünü tunç bileğinle!
Bu dine, bu ırka ve bu toprağa
Sataşmak isterse herhangi gâvur:
Vur! ALLAH aşkına vur!
--------------------------------------------------
Ya Allah!.. Deyince yedi zinciri
Kıracak güçtesin, zayıfım sanma
Fikir koşusunda çok dingişleri
Yoracak güçtesin, zayıfım sanma.
--------------------------------------------------
Gün gelecek
Tomurcuklar taşacak kılıfından
Ve kılıçlar sıyrılacak kınından
Edepsizler edebini takınacak.
--------------------------------------------------
Canım sağ oldukça rahmetli babam
Susarsam, hakkını helâl etmesin.
Ak sütün emziren ihtiyar anam
Susarsam, hakkını helâl etmesin.
--------------------------------------------------
Uyanır Yörük’ü, Laz’ı, Afşar’ı
Bir eyler zeybeği, horonu, barı
Aydın ovasının ılık rüzgârı
Efeden dadaşa selâm götürür.
-------------------------------------------------
-------------------------------------------------
Dini içerikli bazı şiirlerinden birer dörtlük:
Deseler ki: “İslâm’ın pınarından içmek suç”
O suçu kabullenir, içerim avuç avuç.
-------------------------------------------------
Can özünden besmeleyi çekende
Dil yanmazsa ben yanarım sultanım.
Hak uğruna bir sefere çıkanda
Yol yanmazsa ben yanarım sultanım.
-------------------------------------------------
Bana Mevlana’yı, Yunus’u verin
Mecnun’u, Leyla’yı size bıraktım
Kırk yıldır susuzum, bir tas su verin
Irmağı, deryayı size bıraktım.
-------------------------------------------------
Sular aşka gelir, çoşar HAK diye
Başın taşa vurur vurur HÛ çeker.
Rüzgâr dağdan dağa koşar HAK diye
Arada bir durur durur HÛ çeker.
-------------------------------------------------
Ulaşmak için rahmete
Katlandım bin bir zahmete
Karışıp söze, sohbete
Dillerde Seni aradım.
--------------------------------------------------
Seyrettim uzaktan benliğimi ki,
Et, kemik, kan değilmiş mânâ.
Habibin hakkına, İsmin hakkına
Af dilemek için ağlayarak,
SANA geliyorum SANA
Ya HAKK!
-------------------------------------------------
Bunca yıldır bir hiçliğe
Gittim, sana geliyorum…
Yeter artık döne döne
Bittim, sana geliyorum…
-------------------------------------------------
Ne saklarım, ne gizlerim
Yalnızca O’nu özlerim
Tabutta bile gözlerim
Bakar gider dosta doğru.
-------------------------------------------------
Sormuşlar “ezelde aşk var mı? ” diye
Ben kalpten vuruldum doğmadan önce.
İster azap deyin ister hediye
Meçhule sürüldüm doğmadan önce.
-------------------------------------------------
İçte deprem olur dışın düğümü
İhlâssız çözülmez işin düğümü
Aklımdan geçeni, düşündüğümü
Okusam kim dinler, yazsam kim anlar?
--------------------------------------------------
Sevgi, kardeşlik hissi çıkacak zirvesine
Kâinat ’HİÇ DİNMESE AH BU YAĞMUR’ diyecek.
Ve herkes Lâilâhe İllallah zikri ile
’MUHAMMED RASULULLAH-ŞÜPHE YOKTUR’ diyecek.
--------------------------------------------------------
Gösterir gün gibi, düşüncelerin
Derinden derine âşıksın gönül.
Çıkla kadın desem yalan söylerim
Sen başka birine âşıksın gönül.
--------------------------------------------------
--------------------------------------------------
Beşeri aşk şiirlerinden birer dörtlük:
Sen aşka hiç dersin, bense hayata…
Kim bilir, belki de bendedir hata.
Bu dalgalı deniz, bu yanlış rota
Beni benden, beni senden ayırır.
Sen: ’Ben’sin, gel gör ki ben ’sen’ değilim
Sen: Benim düşüncem, ruhum ve dilim
Sen: Benim gözlerim, ayağım, elim...
Emin ol, sen bana benden berisin.
----------------------------------------------------
Ey SEVDAM! Nerede kucaklaştık seninle,
Ne zaman dolduk, ne zaman taştık seninle?
Beklediğimiz sabahları görmeden
Bak... Bak işte mezara yaklaştık seninle.
----------------------------------------------------
Gidip de yorulma çok uzaklara
Sen, ’sen’i gel benim içimde ara...
Umut güneşimin mor bulutlara
Girip girip çıkışında sen varsın.
---------------------------------------------------
Ve bilenler dediler ki:
Aşk da, söz de yalan imiş
Akıl işi değil bu iş…
Ve sonra hatırladık ki
Sevenler hep boşa sevmiş...
----------------------------------------------------
Dikkat eyle geçmiyorum sırayı;
Bozar ise kader bozsun arayı.
Aç ekmeği sever, fakir parayı...
Ben de seni seviyorum, darılma.
----------------------------------------------------
’Yâr’ deyince, kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor
Lâmbamda titreyen alev üşüyor
Aşk, kâğıda yazılmıyor Mihriban.
---------------------------------------------------
Süt emerdin gündüz-gece
Unuttun ya, büyüyünce...
Ha işte tıpkı öylece
Unutursun Mihriban’ım.
--------------------------------------------------
Gün erdi zevale, gam zeval oldu
Baktığım noktada başka hâl oldu
Aklım kilitlendi, dilim lal oldu
Hangi aşk içime girdi bilmem ki?
--------------------------------------------------
Gönlümü vermişim, güle ne hacet
Daha başka bir gönüle ne hacet
Altına, elmasa, tüle ne hacet
Şefkatimle duvakladım ben seni.
--------------------------------------------------
Aşk deyince anlattığı her şeydir;
Öldürdükçe tadı gelen bir şeydir..
Azrail’e can vermesi zor şeydir;
Sen istersen sana vermek ne güzel.
---------------------------------------------------
Dinlemek zor, anlamak zor yâr beni
Göreceksen dertte, gamda gör beni
Gönül toprağıma yaptım türbeni
Dirilirsen ben ölürüm, unutma...
------------------------------------------------
Karagözlüm, kavuşmayı beklerken
Ayrılığın vakti geldi, duydun mu?
Beraberce diktiğimiz çiçekler
Açılmadan önce soldu, duydun mu?
-------------------------------------------------
Kıskançlık çakılı kazıktır serde
Bölünsün bu rüya en tatlı yerde
Seni canlı kullar öpmesinler de
Kefenler sarılsın, topraklar öpsün.
-------------------------------------------------
Kara gözlüm bu ayrılık yetişir,
İki gözüm pınar oldu gel gayrı.
Elim değse akan sular tutuşur
İçim dışım yanar oldu gel gayrı.
-------------------------------------------------
Aşk yarası ilaç kabul etmezmiş
Bir gelirse daha dönüp gitmezmiş
Tıp ilminin aklı fikri yetmezmiş
Hatip ağlar, ebkem ağlar yarama...
--------------------------------------------------
Başımdan bir kova sevda döküldü
Islanmadım, üşümedim, yandım oy!
İplik iplik damarlarım söküldü
Kurşun yemiş güvercine döndüm oy!
---------------------------------------------------
Görmediğim bir bambaşka durum var
Sizin şehrin kızlarında savcı bey
Yaklaşanı tâ yürekten vururlar
Kan kokuyor gözlerinde savcı bey.
---------------------------------------------------
Sırattan incedir sevda köprüsü
Beraber geçelim tut elerimden
Niyet ak güvercin, vuslat gökyüzü
Beraber uçalım tut ellerimden.
---------------------------------------------------
Kıskançlık çakılı kazıktır serde
Bölünsün bu rüya en tatlı yerde
Seni canlı kullar öpmesinler de
Kefenler sarılsın, topraklar öpsün.
Sizlere KARAKOÇ ırmağından birkaç damla sunmaya çalıştım.
Aramızdan ayrılan bu muhteşem ırmağın gönüllerimizde devamlı olarak akması, susamış, kurumuş gönülleri yeşertmesi dileğiyle üstadımıza yüce Allah’tan tekrar rahmet diliyorum. Mekânı cennet olsun.
Cemal Gören
Vefatından önce ve sonra üstadım için yazdığım iki şiirle yazımı noktalıyorum:
Abdurrahim Karakoç üstadıma
Açtığın çığırdan dosta giderim
Ayaklarım izde nokta üstadım.
Senin her sözünde hikmet güderim
Mânâ gizli azda, çokta üstadım.
Ölürüm sırlarla görüşmek için;
Duygu zirvesine erişmek için.
İnce çözümlere girişmek için
Korkuyorum; gücüm yok da üstadım.
İki gözün üçüncüsündeki sır
Üç cemrenin dördüncüsündeki sır
Dört mevsimin beşincisindeki sır
Görünmez karada, akta üstadım.
Kaybolmuş kök dalda, dal da çiçekte
Çiçekse meyvede, meyveyse renkte
Daldım tefekküre bir çekirdekte
Kilitlendim “var”da, “yok”ta üstadım.
Senden duydum uyutulan suları
Gökyüzünde unutulan suları
Islanmayan, kurutulan suları
Hâlimi gör, şöyle bak da üstadım.
Armağan verilen gölgeyi duydum
Göğsünden vurulan gölgeyi duydum
Güneşte görülen gölgeyi duydum
Kuşlar gezinirken gökte üstadım.
Hayâl mermerinde donan hâtıra
Halka halka hâl getirir hatıra
Bin bir sayfa sığmış bir tek satıra
Gizlenmiş çokluklar tekte üstadım.
Gâh yanarım garipteki yaslarla
Gâh şişerim yiğitteki ısrarla
Gâh üşürüm alevdeki esrarla
Ruhum sarhoş, aklım şokta üstadım.
Her atışta buluyorsun hedefi
12’den vuruyorsun hedefi
Firesiz tutturuyorsun hedefi
Bir tılsım var yayda, okta üstadım.
Küplere biniyor bilen böyükler
Saldırıyor tüm boynuzlu geyikler
Mankurtlar sürüsü seni sayıklar
Hepsinin midesi tok da üstadım.
Topal itler her dem dalar üstüne
Akbabalar tehdit salar üstüne
Günden güne şeref dolar üstüne
Yürek mangal, niyet pak da üstadım.
Kuruyan damarlar kanlansın artık
Yürüyen heykeller canlansın artık
Konuşan mumyalar sonlansın artık
Gönülden gönüle ak da üstadım.
Akılları denizlere salalım
Baş belâsı ayrıkları yolalım
Önümüzde gerçekleri bulalım
Işığı devamlı yak da üstadım.
Ummandan bir damla etmez sözlerim
Her sözünü aç kurt gibi özlerim
Nasiplense dünya, görse gözlerim
Alınacak dersler çok da üstadım.
Cemal Gören
Aralık – 2004
Üstadım, ağabeyim, yol ışığım Abdurrahim Karakoç’un aziz hatırasına…
Mangal Yürekli Yiğidin Ardından
Aktın yıldız gibi dünya üstünden
Yürekler dağlandı, yandı üstadım.
İçtim ömür boyu şiir testi’nden
Ruhum mutluluğa kandı üstadım.
Kandım diyorsam da inanma bana
Doymadım can suyum, doymadım sana
Doyulur mu senin gibi insana
İsmin kalp tahtıma kondu üstadım.
Sen benim içimde titreyen telim
Sen benim kalp gözüm, ayağım, elim
“Sen öldün” demeye varmıyor dilim
Gönlüm “şaka yaptın” sandı üstadım.
Çiçeksin içimde her renk, her biçim
Bu saygı, bu sevgi acaba niçin?!
Bunaldığım yerde sığınmak için
Varlığın limandı, handı üstadım.
Sen gönlü aklına uymayan bilge
Sen az düşünceden doymayan bilge
Kendini kendinden saymayan bilge
Akıllar tıkandı, dondu üstadım.
Ey Anadolu’nun yiğit efesi!
Ey çilekeşlerin hayat nefesi!
Garibin, mazlumun kısıldı sesi
Umut ışıkları söndü üstadım.
İstenilen yerde durdun, bunu bil!
Gönüllere tahtlar kurdun, bunu bil!
Bu çağa mührünü vurdun, bunu bil!
Milyonlar hep seni andı üstadım.
Sevenler su gibi aktı arkandan
Tekbirler göklere çıktı arkandan
Adeta şimşekler çaktı arkandan
Caddeler mahşere döndü üstadım.
İman abidesi alperen yiğit
Dostluk bahçesinde gül deren yiğit
Çatlak dudaklara su veren yiğit
Karakoç yağmuru dindi üstadım.
Yaşıyorsa şayet çöktü Mihriban
Hicranını kalbe döktü Mihriban
Kadere boynunu büktü Mihriban
Kurudu bahçesi, bendi üstadım.
Millet has yolunda yürüyecektir
Koyduğun potada eriyecektir
Ülkün dört bir yanı bürüyecektir
Bu yük omuzlara bindi üstadım.
Rahmet yağsın böyle güzel insana
Bu vatan, bu millet minnettar sana
Rahat uyu, dönüp bakma arkana
Aşkın ruhumuza sindi üstadım.
Cemal Gören/09.06.2012