- 1112 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Vedat Muhtar Kalender: Sevdası Devrimci Yol
Vedat Muhtar Kalender: Sevdası Devrimci Yol
Muhittin Çoban
“Gecedeki yakınmalar
Gülünç gelir mi sabaha
Hani dağlardan öğrenmiştiniz
Boyun eğmemeyi zulme
Ve dinginliği
Güneşli köpükleriyle
Sonsuzluğa uzanan denizden
Düşüncenin inceliği
Yalın kılıç bir kavgada”
Feyyaz Kadri Gül
Alınca hazırlıklı olmadığım ölüm haberini bir gün seni yazacağım demiştim.
O gün bugün mü?
Yoksa geç mi kaldım?
Geç kaldığım için yazmamalı mıyım seni?
Yoksa yazılanların arasında yerini gururla almalı mısın?
Yoksa ertelemeli miyim belirsiz ve hiç gelmeyecek bir zamana?
Bazen geç kalırız yaşama, yetişemeyiz, kaçırırız yaşamamız gerekenleri, kaçırırız anlatmamız gerekenleri.
Kaçırdım mı seni anlatmayı sahiden?
Yaşamanın ağır yükü altında devinmek bu olsa gerek.
Anlatmak hafiflemek mi, bir sorumluluğu, bir görevi yerine getirmek, verdiğin sözün ağırlığından kurtulmak, işte seni anlattım bak diyerek, bir mecburiyeti yerine getirmek mi?
Hani bu dünyadan gitmek üzere olanlar en yakınlarından helallik alır ya, aldıkları bu helallikle huzur içinde ölmek isterler ya, ben de kalan yaşamımı huzur içinde yaşamak istediğim için mi bu görevimi yerine getirmek istiyorum?
Bir yükten kurtulmak, bir ödevi yerine getirmek.
Bu beni rahatlatır mı? Bu seni okuyacak, seni tanıyacak olanları rahatlatır mı, beni rahatlatacak/ rahatlatmayacak olan şey?
Güzel insanlar anlatılmalı; güzel insanları çoğalmak için anlatılmalı güzel insanlar!
Bu doğru mu?
Güzel insanları anlatarak kötü insanları korkutmalı mı?
Biliriz ki kötü güzelden korkar hep; gecenin gündüzden korkması gibi korkar. Bir cinler sever zifiri geceyi. Ve baskınların gecenin en derin, en koyu anlarda yapılması da bundandır.
Sohbetinle ve gülüşünle her daim anımsadım seni. Sen düşünce aklıma masumiyet yüklü gülüşün gelir ilk göz önüme. Sessiz, ama sesi yüreğine akan bir gülüşle başlardın gülüşüne; sonra kasırgalı çığlığa dönüşürdü. Ara da bir kılıçla kesilmiş gibi kesik kesik güldüğün de olurdu hani.
Zulme karşı boyun eğmemeyi öğretmişti sana sevdan ve bir de Kava nın özgürlük ateşini yakıp harlandığı dağlar.
Sevmeyi öğrenmiştin berrak suda parıldayan iki çakıl taşı gözlerde ve bir de Met- Cezirli deryalarda.
İşçi hareketi içinde tanımıştım seni, ben liseliydim o vakitler. Abi sıfatından hoşlanmazdın ama abi dememden hoşlanırdın. Belki beni sevmenden, belki içtenlikle abi dememdendi. İkimiz de aynı yüz yılın meyveleriydik, aynı kavganın yoldaşı olduğumuz gibi. Sadece sen benden önce meyve olmuş, olgunlaşmaya başlamıştın. 27. 03. 1953 te Gaziantep te dünyaya gelmiştin. Babanın adı Mehmet Hayri, annenin adı da Emmun du.
Sadece tanırdık bir birimizi, bilirdik aynı saflarda faşizme karşı kavgadaşlık yaptığımızı.
Mahpusa düştüğünden haberdar olamamıştım, ta ki ben de mahpusa düşünceye kadar.
“Havanın nemini/ kefen sanmış duvar/ Hücrenin duvarını/ sırdan sanmış mapus olan/ Sus pus olmak/ yaşam bahsinde/ ölümden öte yol yokmuş” diyor ya şairimiz F. Kadri Gül, sen de sırdaş yapmıştın en çokta duvarları. Yoktu senin için faşizme karşı savaşmaktan öte başkaca yol. Yol birdi, o yol devrimci yoldu! Özgürleşmeye giden yoldu bu yol, bu yol insanı insancıllaştıracak tek yoldu.
Çok geçmedi, sanki seni bir başına bırakmak istemezcesine alelacele yakalanmış, işkencecilerin tezgahından süratle geçip senin de olduğun Adana Kapalı Cezaevindeki 4. Koğuşa gelmiştim. Sen silah ve yasak yayınlar bulundurmakta dolayı yakalanmıştın. Mahpustan çıktıktan sonra mücadelene kaldığın yerden devam ettin. 15.03.1981 günü yeniden gözetim altına alındın. İki ay On bir gün emniyette işkencede kaldıktan sonra, 26.05.1981 günü çıkarıldığın Askeri savcılıkça tutuklandın, 19.11.1982 de tahliye edildin. Yasadışı THKP-C Devrimci Yol Örgütü Adana Grubunun 106 numaralı sanığı olarak yargılandın.
Kalabalıktı koğuş. Sayı fazla, ranzalar azdı. Elli iki kişilik koğuşta doksan civarında siyasi tutuklu vardı. Ranzada kimi yerde iki yatakta üç kişi yatıyor, bu yetmemiş yere yatak serilmeye başlanmıştı. Tuvalete yakın yer boştu, payıma düşende orasıydı. Yatağımı serip mahpusluğumu orda sürdürecektim, ta ki ranzalardan boşalma oluncaya, ranzaya çıkma sırası bana gelinceye kadar.
Her yeni gelen gibi ben de berbat haldeydim. Ayak bileklerim yara olmuş, irin toplamıştı. Beni karşılayanlardan biri de sendin. Unutamam bunu, unutmayacağımda. Bir kez daha hem yoldaşlık, abilik yaptın. Havlu verdin, sabun verdin, duş aldırdın, pijama verdin kiremit renkli çizgili Sümerbank fabrikalarında dokunan. Antepli arkadaşla arana aldın beni, yatağınızda bana sıcak bir yer açtınız.
Sen konuşmayı severdin ben dinlemeyi. Espri katarak anlatırdın en acılı anılarını.
Bayram açık görüşünde beni de çağırdın, hadi gel yengenle tanışırsın demiştim. İşçi koğuşunun bahçesinde yaptırılan açık görüşte tanımıştım hayat arkadaşın Gülsüm ü. Sonra diğer arkadaşların görüşçüleriyle hoş beş ettim.
Birinci koğuşa geçinceye kadar geceyi gündüzü, kederi sevinci, sohbeti espriyi birlikte paylaştık. Sonra çok geçmedi sen tahliye oldu, ben de hemen ardından 79 Martın ilk günlerinde…
İç savaşın kuşağı olmanın getirisiydi bizi bir birimizden ayırıp başka yerlere savuran. Farklı farklı yerlerde faşizme karşı kavgamızı yürütürken bağlantımız kopmuş, haberleşemez olmuştuk.
Aylar ayları aldı ardına, yıllar yılları. Dağ dağa kavuşmaz, bunu biliriz, su suya kavuşur lakin. Bıraktığım yerde değildin fiziken, yıllar alıp götürmüştü çok şeyi. Ara ara iş yerinde seni ziyaret eder çay eşliğinde sohbet ederdik. Sonraki günlerin birinde kalbin taşıdığın yükün ağırlığına dayanmadı, uzun süre yarı felçlik yaşadın, buna rağmen ruhen çağlayan gibi şen şakrak akıyordun.
Şimdi yumruklu yıldızında safını alansın, yoldaşlarınla şen şakrak O Büyük Günü bekliyorsun
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.