- 555 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
''Mor Fincan Hadiseleri'' -1
Küçük çocukların üstleri başları yırtık vaziyette portakal bahçelerinin arasında koşuşturduğu bir hayattı benimkisi. Saffet’e hep ‘’Oğlum öbür bahçede oynayalım.’’ derdim. Ama o hep inatçı tavrını sergilemeye devam ederdi. Her zaman dediğimden cayar gider Neriman Teyzemin bahçesini talan ederdi. Bizde eşlik ederdik tabi. Portakalların tomurcuk halinde olduğu zamanlarda dallarından koparır birbirimize fırlatırdık. Kan ter içinde kalana kadar koşuştururduk. Tabi işin sonunda da bir dayak söz konusu olurdu. İnce bir sopa ile başlattık kendimizi kovalattırmaya. Ta ki bir avuç kadar olan taşlar üzerimize kurşun gibi yağana dek… Az mı yaralandı bizim Saffet. ‘’He küçük oğlan, aldın mı cezanı?’’ Çok kalbini kırardık Neriman Teyzenin. Ama o bizim ince yüreklerimizi hiç kırmazdı. Bize kızsa da bağırsa da gördüğü yerde yanına çağırır sütlaç ikram ederdi. Parmaklarımızı yalayarak yerdik o sütlacını. Çok ta güzel yapardı. Ye de yanına yatma misali… Bir bekleyeni olduğunu her zaman belli ederdi. Oğlunun askerden gelmesine sayılı günler kalmışken, umutla beklerdi balkonda. Zaman, zaman ağladığı gözümden kaçmazdı. Kaçamak saatlerle boğuşurdu adeta.
Bir gün sırtımı yenidünya ağacına yaslayıp ayak ayak üstüne atmıştım. Aniden kopan çığlığın meraklısı olup yerimden fırladım. Çığlık sesleri Neriman Teyzemin evinden geliyordu. Terliklerimi duvara çarpıtıp daldım içeriye. Kadıncağız; koltuğa yaslanmış çığlıklar atarak ‘’Oğlum benim’’ diye haykırıyordu. Çok geçmeden anladım. Koşarak sokuldum yanına. Ne yapacağımı bilmeden ‘’ağlama teyzem’’ diye haykırıyordum yüzüne karşı. Dakikalarca ağıtı durmadı, sesi daha da kötüleşti. Ama ağlamaya devam ediyordu . Koşup anama haber ettim. Döndüğümde bütün mahalleli doluşmuş eve. Kadınlar, büyük ablalar, amcalar… Bütün ahali teyzemi avutmaya çalışıyordu. Ne yapayım çocuk aklı işte. Tutamadım gözyaşlarımı. Oturup bende başladım ağlamaya daha sebebini bilemezken… İçime kapandım iyice. Ağıtımı durduramaz bir hal aldı. Susmak istesem de susamıyor, durmadan ağlıyordum. Bir ara ‘’ Şehit mi olmuş! ‘’ diyerekten bir ses işittim. İrkildim. Berat abi şehit mi oldu? Nasıl olur bu? Yıktın ananın yüreğini abi. Seni kaçamak saatlerde beklerdi hüzünlü haliyle. Ne ettiler sana ? Ananın yüreğinden söküp aldılar seni…
Şehit haberini alan yakınlar dolup taştı eve. Kimileri teselli derdindeydi, kimileri ağıta eşlik etme derdinde. Şehidin cenazesi yarın ulaşacakmış eve. Ana yüreği hala durmak bilmiyordu. Oğlunun kaybından sonra günlerce evine kapatmıştı kendini teyzem. Bazı zamanlar gidip kapısını çalmak istediysem de yapamadım. Evinin karşısında duran duvara sırtımı yaslayıp o evin bekçisiymiş gibi akşama kadar otururdum. Kimi zaman toprakla oynar, kimi zaman içimden bir takım bir şeyler mırıldanırdım…
Alışamadı Neriman Teyzem oğlunun yokluğuna. Şehidin cenazesini gömerken baygınlık geçirerek hastaneye kaldırdılar. Gün boyu hastanede ‘’Oğlum’’ diyerekten mırıldanıp durdu. Yine yanındaydım. Zorlada olsa girebildim yanına. Kim bilebilirdi elinden tutuşumu. Dudakları buruşmuş gözlerinin altı mosmordu. Bir an duraksadı. Bir şeyler demeye çalışıyordu, anlayamıyordum. ‘’İhsan’’ diyebildi sadece. Tutamadım kendimi, kapıyı çarpıp gittim. Öksüz ve yetim kalmış bir çocuk gibi attım sokağın kenarına kendimi. Ağladım. Durmadan, sıkılmadan, yılmadan, bıkmadan… Gecenin bilmem kaçıydı eve vardım. Çocuk halimle anamdan bir güzel azar işittim.
Günler birbirini kovalayıp durdu. Bir zaman sonra yeni bir haberle yeniden yıkıldım. Neriman Teyzem hayata gözlerini yummuştu. Kalp krizinden gitmişti mahallenin yufka yüreklisi. Bütün mahallenin çocukları doluştuk bir sokağın köşesine. Kimimiz ağlıyor, kimimiz arkasından bıraktığı acıya ortak oluyorduk. Bizim için neler neler yapmıştı oysaki. Biz hep sinir eder, o yufka kalbini kırardık. O bizi yine ehemmiyetle karşılar, severdi. Daha gittiği ilk geceden özleyenler olduk. Gittiği ilk geceden yasını tutup geri dönsün istedik. Olmayacak şeylere olsun dedik. Hayallerdi işte. Hayalde bir duaydı bizim için…
‘’Bir insanın yüzünü güldüren tek hatırası;
Hayallerini harmanlayan çocukluk yıllarıdır…’’
Cenaze namazından sonra amcalar, dedeler, ağabeyler kaldırdılar tabutu. Uzun bir yol boyunca taşıdık Neriman Teyzenin cenazesini. Bak sana yakıştı bu mertebe. ‘’Oğlum’’ diye yas tutarken seni de uğurluyoruz şimdi oğlunun yanına. İki cihanda da mutlu huzurlu ol inşallah. Duamızı edip bütün mahalleli arkadaşlarımla takıldık tabutu taşıyanların ardına. Hepimiz susuyorduk. Öyle ki Saffet’ten çıt çıkmıyordu. Yol boyunca ne dönüp çevresine baktı, ne de tek bir kelime etti. Yüzü solgun, ağlamaklı bir halle cenaze gömülene kadar öylece kaldı. Sonrasında Saffet’in omzundan yakalayıp bizim mekana gittik. Mekan dediğimizde portakal ağaçlarının içinde kendi yaptığımız bir çadırdı. Çadırın kenarlarını büyük taşlarla çevirmiştik. İçine de bizim evden getirdiğim hasırla, yolluğu sermiştik. Ateş yakacak köşe bir yerde yapmıştık. Kış gelip de buluşmak istediğimizde ateşi yakar ısınaraktan vakit öldürürdük. Girişi küçük ama içini bayağı büyük yapmıştık. Çadırın üstünde uzanan dalların üzerine yonca yapraklarından sermiştik. Yağmur şiddetli yağarsa bile çadırın bozulmasını engellerdi. Yerleştik Saffet’le çadıra… Geceye kadar durmadan konuştuk. Zaman zaman ağladık. Zaman zaman sohbetimizi tatlandırdık. Moral olduk birbirimize.
Ah ulan Saffet derim şimdilerde. Yaşasaydın da şu karındaşını yalnız bırakmasaydın. Neriman Teyzemden sonra sende gittin kavuştun huzura. Mahalleli çocuklar arasında senden iyi sırdaşım dostum, kardeşim olmadı. Günümün çoğunu sen olmadan geçiremezdim. Sen olmayınca hep bir taraflarım eksik kalırdı. Odanın penceresine taş attığım zamanları hiç unutmam. Kaç defa kırmıştım da, baban hep değiştirtmişti o camı. Korkudan daha küçüklerini atardım günümün seninle geçmesini istediğim zamanlarda. Omuz omuza yürürdük renkleri solmuş dağınık sokaklarda. Biz bu mahallenin küçük reisleriydik. Diğer çocuklar bizi böyle görür takılırlardı arkamıza. Bizim gibi olmak isterlerdi. Bizde böbürlenirdik kimse bizim gibi olamaz diye. Sırdaştık resmen ulan. Yoksun şimdilerde. Hep bir yanım eksik. Kendimi tamamlayamıyorum Saffet. Gözümdeki yaşlar akamaz olduğu zamanlarda mezarına gelip uzanıyorum başucuna. Geri gel diyorum, dön diyorum. Bu karındaşını yalnız bıraktın önümüzde onca kurduğumuz hayalleri gerçekleştireceğimiz vakit…
***
Bütün sevdiklerim, birer birer gittiler benden. Eksik bıraktılar beni. Kimse ağlamama engel olamadı. Yüzümü güldüren olmadı onlardan sonra. Saffet’i kaybetmenin hüznü ile kendimi odama kapattım. Çıkmadım haftalarca. Okul derdi kime ne evden çıkardım, doğruca mekâna giderdim. Ateşi yakar ısınaraktan öylece otururdum. Bazen bizim mahalleli çocuklar alışmış şekilde yanıma gelirlerdi. Onlarda benim gibi okul kaçağıydı. Günlerce tek takıldığım çadırda şimdi üç beş mahalleli çocukla beraber oturuyorduk. Okul çıkış vaktine geldiğinde ise, okuldan çıkmış gibi evlerine dönüyorlardı. Ama ben gitmiyordum eve. Çadırda oturup derin düşüncelerle kendimi yoruyordum. Öylece öldürüyordum zamanımı. Bazen nokta ile virgülü düşünüp duruyordum. Virgül kelimeleri bir düzene koymak için varsa neden nokta kelimenin sonunu getiriyor? Ben Saffet’le virgül gibiydim. Birbirimizi kollamak, birbirimizi sırdaş olarak görmek için, bir düzen içerisinde yaşamak için vardık. Ama Saffet o noktayı koydu bana. ‘’Bu benim sonumdu.’’ deyip gitti. Yarım bıraktı her şeyi. Eksik yanım daha da eksiliyor günden güne. Kendi kendimi kaybettiğim oluyor bazen. Artık portakal ağaçlarının tomurcuklarını dallarından koparıp sana değil, seni hayal ettiğim boşluğa atıyorum. Kurgularımla vuruyorum seni. Hedefimde yoksun ama hayalimde varsın artık. Bu böyle ne kadar sürecek Saffet? Ne kadar zaman sonra kavuşacağım sana…
***
Belki dağlar anlar diyerekten çıktım Amanosların tepesine. Çok vakit sonra yaşım on dördünü buldu. Ne zamandır düşünüp durdum şu dağları. Şimdi tepesindeyim işte. Geçmişte yaşadığım acılar hala tazeydi yüreğimde. Kısa zaman önce teyzemi, çok sevdiğim kardeşim, sırdaşım Saffet’i kaybetmenin acısı hala yüreğimde saklıydı. Ne unutulacaktı, ne de unutulmaya mahkûmdu. Taze taze duruyorlardı içimde. Yakın zamanda yemin etmiştim unutmayacağıma. Şimdi tüm benliğimle o yemini tutuyorum.
Az öteden beri yanıma geldi Furkan. ‘’Ne yapıyorsun burada adaşım’’ dedi acele bakışları ile. Hayırdır diyerekten sorusuna soruyla karşılık verdim. Eliyle işaret edip takip etmesini istedi. Vardım düştüm peşine. Yürüdük, en az iki saat. Bir kulübeye geldik. Ateş yakılmış vaziyette, yanında sıcak suyla dolmuş kara kazan vardı. Beraberce kulübenin ardına geçtik. Karındaşım haymayı kurup sediri de yerleştirmiş altına. Oturduk. Derin bir sohbete daldık. Dört yıldır yanına gelemezdim. Şimdi yanında kalmaya başlayacaktım. Anneden babadan izni kopardık nasıl olsa. Buralar pek güvenli değildi. Dağın diğer ötesi sınırdı. Vakti hayliyle terör olayları da uzanırdı bu dağlara. Askerler de çok dolaşırdı buralarda. Furkan’ın anlattıklarında da her hafta bir askeri grup geçermiş kulübeden. Onlara bazen çay ikram edermiş. Bazen tam sofrada yakalarlarmış onu. Sofrasına buyur edermiş. Burada geçirdiği sekiz senede çok defa terörist görmüş. Çobanım deyip bir şey etmezlermiş. Furkan yaş olarak benden iki adım öndeydi. Anası babası yoktu. Bir kız kardeşi vardı. O da şimdi Ocaklı’da okul okuyordu. Kardeşinden hep bahsetse de onu hayatım boyunca hiç görmemiştim. Boyu kısaydı Furkan’ın. Burada kaldığından beri hep avcılık ederdi. Buraya gelmemin sebebi de yabani hayata alışmaktı. Saffet’ten sonra Furkan’la beraber vakit öldürüp ıssız dağlarda tek başımıza avcılık etmek, ekin ekmek ve biçmekti… Okul biter bitmez hemen kaçmıştım zaten yanına. Şimdi üç ay boyunca yanında kalmaktı amacım.
Daha ilk günden yanan ateşte iyi bir dertleşmiştik. Sonrasında yorgunluğu üzerimden atmak için derin bir uykuya kapıldım. Sabah olunca geyik etinden yapılmış kavurmaya karşı açtım gözlerimi. İyice bir karınları şişirdik. Bana ok fırlatmasını öğretecekti karındaşım. Güzel bir yayı vardı. Kaç zamanda çok hayvan alt etmiş bu yay ile. Değişik süslemelerle görünüşü devasaydı. O gün akşama kadar koşturduk ormanların arasında. Avdan elimiz boş döndük ama biraz olsun kavrayabilmiştim yay kullanmayı.
Zaman böyle akıp gider oldu. Günden güne alıştırdım kendimi avcılığa. Bunca emeğin hasılatını bir alageyik vurarak almış olduk. İki ay boyunca durmaksızın vakit öldürdük. Her gün ava çıkar olduk. Asker ağalara çay ikramımız eksik olmadı. Beni tanımış oldular, bende onları…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.