- 992 Okunma
- 10 Yorum
- 1 Beğeni
BİR BAŞKA UTANÇ -1-
Bu gün 13 Aralık.
13 Aralık deyince ilk aklımıza gelen bu tarihten bir gün önce henüz on yedi yaşında olmasına rağmen idam edilen Erdal Eren oluyor.
Erdal Eren gerçekten on yedi yaşında mıydı? Bir halk kahramanı mıydı yoksa bu devletin bir askerini öldürmüş bir hain miydi bu gün hâla tartışıp duruyoruz. Tabiiki bu tartışmayı yaparken aynı zamanda Türk adaletini ve hukuk sistemimizi de tartışıyoruz. Neyse..Ben bu konuya girmeyeceğim. Hangi açıdan bakarsanız bakın Türkiye Cumhuriyetinin yaşadığı bir utançtır Erdal Eren olayı.
13 Aralık gibi 12 Aralık da Türkiye için bir utanç günüdür aslında.
Peki 12 Aralık’ı bilen var mı Türkiye’de? Ne oldu 12 Aralıkta?
Sanırım Türkiye’de bu soruyu yüz kişiye sorsam içlerinden en az yetmişi sekseni hiç bir şey hatırlamayacak, yirmi kadarı da 12.12.2012 de yaşanan kıyamet sendromunu ve bizim İzmir’imizin Şirince köyüne yapılan akını hatırlayacaktır. Hani güya 12.12.2012 de kıyamet kopacaktı ya. İşte kıyamet koptuğunda da dünya üzerinde kurtulacak üç noktadan biri de Şirince olacaktı ya işte o olay…( İşin ilginci Ben de çuvallamışım. Yazıyı yazarken 12.12. 2012 olduğundan o kadar emindim ki. Meğer değilmiş 21 Aralıkmış Kıyametin kopma günü..Yani çok yakın tarihi bile unutuyoruz hemen, değil ki yetmis-seksen sonrayı hatırlayalım.)
21.12.2012 üzerinden üç sene geçti ama kıyamet filan kopmadı. Gerçi başta Adnan Oktar ve İskender Evrenosoğlu gibi bir takım Mehdiler(!) daha öncesinden zuhur etmişlerdi ama yine de kıyamet mıyamet kopmadı.
Peki 12 Aralık deyince Salvador faciası diye bir şey hatırlayan olacak mı? Hiç sanmıyorum.
Salvador faciası ne peki?
İşte bunu anlatmak için 1940 lı yıllara gitmemiz gerekiyor.
Bilindiği gibi 1939 yılında Nazi Almanyasının Polonya’ya saldırmasıyla II. Dünya savaşı başlamış ve II. Dünya Savaşının başlamasından önce söz konusu olan Yahudi kıyımı savaşın başlamasıyla had safhalara ulaşmıştı.
Almanya’da Nasyonal Sosyalist Partinin iktidarı ele geçirmesiyle birlikte özellikle Yahudi bilim adamları ve aydınları ile zengin Yahudiler Türkiye’ye kaçmaya başlamışlardı. Mustafa Kemal bu dönemde bir taraftan Almanlarla müşterek ilk denizaltılarımız olan Saldıray, Batıray, Atılay, Yıldıray’ın inşası için anlaşmalar yapıyor, öte taraftan Almanlardan kaçan Yahudi mültecilere kucak açıyordu. Yani Türkiye de bıçak sırtındaydı aslında.
Türkiye’ye Yahudi göçü 1933 yılında başlamıştı ama ilk başlarda buna bir göç denemezdi. Zengin Yahudiler yaklaşan savaş ve bu savaşın kendileri için doğuracağı sonuçları gördükleri için Türkiye’ye kaçıyorlardı. II. Dünya Savaşının patlak verdiği 1939dan sonra ise zengin olsun fakir olsun tüm Yahudiler Almanya’dan ve Alman işgalindeki topraklardan kaçmanın ve Türkiye’ye kapağı atmanın yollarına baktılar. Ancak Almanya’da yaşayan Yahudilerin böyle bir şansı olamadı. Onlar Polonya’daki gettolara yerleştirildiler Almanlar tarafından ve pek çoğu soğuk ve açlıktan orada öldüler. Romanya ve Bulgaristan’da yaşayan Yahudilerdi Türkiye’ye kaçmaya çalışanlar. Romanya ve Bulgaristanda kalmaları halinde onları bekleyen de sadece ve sadece ölümdü.
Peki neden Türkiye?
Çünkü 1936 da imzalanan Montrö sözleşmesi gereğince ticaret gemileri hiç bir kontrole tabi olmadan Boğazlardan geçebiliyorlardı. Yani kendilerini bir gemiye attıkları takdirde rahatlıkla boğazlardan geçebilir, daha sonrasında da Filistin’e, -inançlarına göre kendilerine vaad edilmiş topraklara- ulaşabilirlerdi.
Peki Filistin’e ellerini kollarını sallayarak girebilirler miydi? Hayır. Çünkü Filistin İngiliz işgali altındaydı ve bu topraklara vizesiz, pasaportsuz girilmesine asla müsaade etmiyordu. Hatta vizesi, pasaportu olanların bile girmesi oldukça zordu. Ama yine de Yahudilerin gidebilecekleri tek yer -vaad edilmiş topraklar- olan Filistin’di. İlle velakin bu yolculuğa çıkanların büyük bir bölümünü bekleyen şey ölümdü.
Türkiye bir taraftan Alman öte taraftan İngiliz baskılarına göğüs germek zorundaydı. Almanlar bırakın göçmen Yahudileri, Türkiye’de yaşayan Musevileri bile sınır dışı etmemizi, göçenlerin ise kendilerine iadesini isterken İngiltere ‘’ Yeter yahu, göndermeyin artık şu adamları bize’’ diye baskı uygulamaktaydı. Türkiye ise Alman baskılarına karşı Türk askeri okullarına Yahudi uyrukluları almama kararı almış, İngiltere’ye karşı ise ‘’Ne yapayım, ticaret gemileri benim kontrolümde değil, adamlar ellerini kollarını sallaya sallaya Boğazlardan geçiyorlar ‘’ demişti.
Şimdi gelelim facialara. Başta bahsettiğim Salvador ilk facia değildi. Ondan öncesi vardı.
Yahudi mültecileri Filistin’e atmak oldukça kazançlı bir sektör haline gelmişti. Aynen bu gün Suriyeli göçmenler sorununda olduğu gibi Yahudilerden iyi para kazanıyordu gemi sahipleri. Mesela adam başı bir bilet 1000 dolardan daha fazlaydı. Hele de özel kamarada gitmek isteyen olursa bu fiat iki misline çıkıyordu.
1939 yılında Pacific ve Milos adlı iki gemi Filistine’e doğru yola çıktı. İçinde 860 ( Bazı kaynaklarda 250) yolcu bulunmaktaydı. Gemiler yaşadıkları pek çok sorunla birlikte 8 Ağustos 1939 da İzmir Limanına sığındı. Ancak tabii ki yoğun Alman baskısı ve gemideki Yahudilerin ‘’ Bizi öldürün ama geri göndermeyin’’ yalvarmalarına rağmen 14 Ağustosta İzmir Limanından terke zorlandılar. Bu iki gemi daha sonra Filistin açıklarında Tel Aviv limanı önünde demirledi.İngilizler bunları Filistin’e sokmayınca gemilerin kaptanları gemileri karaya oturttu. Bu hareket üzerine da İngilizler yolcuları kafalarına vura vura ( 860 kişi) Parita adlı bir başka gemiye doldurarak Hint Okyanusundaki Mauritius adasına sürgün olarak göndermeye karar verdi. Ancak gemide bir patlama oldu ve Hayfa Limanı önlerinde sulara gömüldü Parita adlı bu gemi. Tabii ki içindeki Yahudi yolcularla birlikte….
İngilizlerin bu ilk marifeti değildi. İngilizler bir başka zaman da yine Tel Aviv önlerine gelmiş olan ve içi Yahudilerle dolu olan Tigerhill gemisine de ateş açmışlardı.
Evet…Gelelim Günün tarihine. Yani 12 Aralık 1940 a…
Salvador adlı gemiye ne kadar gemi denilebilirdi bilemiyorum. Aslında daha önceki adı Tsar Kum olan olan bu yüzen tabut 20 metre uzunluğunda ve beş metre genişliğinde ahşap bir tekne olup motorları çalışmıyordu. Taşıyabileceği en fazla yolcu sayısı kırkdı. Lakin 352 kişiyle 3 Aralık 1940 da Bulgaristan’ın Varna limanından yola çıkmıştı.
Motorları çalışmayan bir gemi nasıl yola çıkar? Tabii ki bir başka romorkörle çekilerek. Yolculara da Türkiye’ye kadar bir romorkörle çekileceği, Türkiye’den itibaren bir başka romorkörle çekileceği söylenmişti. Haa unutmadan. Bu yolcuların bir daha geri dönme ihtimalini tamamen ortadan kaldırmak için Bulgar polisi ellerindeki pasaportları da almıştı.
Yüzen tabut Salvador içindeki balık istifi 352 yolcu 3 Aralık 1940 da Varna limanından ayrıldı ve üç günlük bir yolculuktan sonra 6 Aralık 1940 da İstanbul’a ulaştı.Ancak tabii ki İstanbul’da kalması mümkün değildi. Gemi 12 Aralık Akşamı Kılavuz Kaptan Mustafa Erden ve Sıhhıye Memuru Muhittin Çalım eşliğinde limandan ayrıldı. Silivri önlerine gelmişti.
İstikametin Silivri yönüne doğru olduğuna bakıldığında Türk Hükumetinin bu 352 kişiyi geldikleri yere gerisin geri gönderdiğini anlamak hiç de güç değildir.
İstanbul’a gelebilmesi bile bir mucize olan Salvador Silivri açıklarında şiddetli bir fırtınaya tutuldu. Cambazburnu önlerindeki kumluğa bindirdi ve zaten ahşap olan gövdesi dağıldı.
352 kişiden sadece 122 si bu faciadan sağ olarak kurtuldu. Diğer 230 kişi ya denizde boğuldu ya da kıyıya ulaştı ama soğuktan donarak öldü. Bir kısmına ise hiç ulaşılamadı ve kayıtlara kayıp olarak geçti.
Salvador faciasının faturası ise yine Türkiye’ye kesildi tabii ki. ‘’ Böyle bir gemiyi neden sınırlarından içeri soktun’’ dedi İngilizler. Ayrıca ‘’Ben sağ kalanları asla Filistin’e almam’’ da dediler. Kaza Türk karasularında olduğu için bu ölümlerde tüm sorumluluğun Türkiye’ye ait olduğu da söylendi.
Ölenler Silivrideki Yahudi mezarlığına ( Bu günkü Matematik Bilimleri araştırma Merkezi ) defnedildiler. Sağ kalanların 63 ü Bulgaristan’a geri gönderilirken diğerleri Darien II adlı bir gemiyle Filistin’e nakledildi. Bu arada Türkiye’de defnedilen Yahudilerin kemikleri 1960 larda İsrail’e nakledildi. 1974 yılında ise Kudüs’te sembolik bir mezara gömüldü.
Evet..Asıl facia olan Struma’yı ve neredeyse hiç kimsenin bilmediği Mefkure faciasını da gelecek bölümde ele alalım.
Resim: Parita adlı gemi…
YORUMLAR
Yazınızın en beğendiğim yanı belgelere dayanarak gerçekçi dilde kağıda dökmeniz,Sağolun gerçek dost ve bize verdiğiniz değer için..Manisa'dan kucak dolusu selamlar.Mutlaka bekliyoruz abim.
sami biberoğulları
Devamı bu gece saar 24.00 da inşallah.
Bu arada sizin yazı ve şiirlerinizi de bekliyoruz:
Selam ve sevgilerimle.
Ellerinize sağlık, saygı değer hocam. Yazılarınızın sayesinde bilmediğim çok şeyi öğreniyorum. Kaleminize ve yüreğinize sağlık.
sami biberoğulları
Selam ve sevgiler benden.
Kıymetli Hocam.
Yakın tarihimize dönük ilginç ve bilmediğimiz yeni bir süreci kaleminizden öğreneceğiz iyi ki varsınız hocam.
Saygı sevgilerimle.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
strumayı bir kaç sene öncesine kadar duymamıştım
duyduğum zaman araştırıp inceledim ve gerçekten çok üzüldüm
ama sizin kaleminizden bir kez daha okumak isterim
böyle değerli bir bilgi birikimini bizlerle paylaştığınız için teşekkürler
saygılar hocam
sami biberoğulları
Elimden geldiği kadar anlatmaya çalışacağım Strumayı ve daha önce hiç duymadığım yeni okuduğum Mefkure'yi.
Selam ve sevgilerimle.
O sancılı günleri yaşamış biri olarak hep barışın, özgürlüğün ve umudun canlı kalmasını istemişimdir .Ne yazık ki içinde bulunduğumuz ortam, 80 yıllarındakinden daha vahim. Gazeteciler içeride, gazeteler yasaklanmış, muhalif televizyon kanallar sansürlenmiş durumda.
Yine de içimdeki umudu yitirmedim. Karanlık günler, canlı tutulan umutlarla bertaraf edilmektedir.
Yazınız tamamen tarihi bir belge niteliğindeydi.
Ellerin dert görmesin değerli öğretmenim!
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Selam ve saygılar benden.
Merhaba hocam, Erdal Eren'e Allah'tan rahmet dilerim öncelikle.
Kıyamet ne zaman kopar bilmem ama sınırlarımızda her gün Kıyamet kopuyor ve fatura hep bize çıkıyor.
Tarihte ve bugün, yabancılar ne yaparsa yapsın sütten çıkan kaşı(!)
Selamlar...
sami biberoğulları
Dediğin gibi kıyamet her gün kopuyor. Hem de burnumuzun dibinde.
Selam ve sevgilerimle.
Dünya üzerinde utanılacak işleri yapan tek varlıktır insan.... ve yine bu utançlara neden olan iki büyük neden, mılliyetçilik ve dindir !
Bu uğurda öyle suçlar işlenmiş ki ,ardı arkası kesilmemiş ve hala işlenmeye devam ediyor ...
Ayrıca Erdal Eren'in suçu ne olursa olsun T.C kendi koyduğu kanunlara uymuyor ve istediği şekilde uyguluyorrsa en büyük suçlu kendisidir. T.C 'nin tarihi böyle yığınla suçlarla doludur. Anlat anlat bitmez...
KAYITLARDA YAŞI TUTMUYOR AMA BİZ BÜYÜTÜR ASARIZ DİYE NOT DÜŞÜLMÜŞ . Şuan Doğu ve G.doğuda taş atan çocukların terörist diye öldürülmesinden hiç bir farkı yoktur. T.C bu konularda asilliğinden asla ödün vermemiştir.
Saygılar Hocam
sami biberoğulları
Bu yazıda konu Erdal Eren olmadığı için o konudaki yoruma bir cevap yazmayacağım:
Selam ve sevgilerimle.
CaNMaYBuLL
Hocam konumuz insan ve insanlık. Kendimizden ve insanlığımızdan utanmaya devam.... Empati empati empati...
sami biberoğulları
O konuyu aşağıda linkini vereceğim yazıdan okuyabilirsin. Yani es geçtiğim bir konu değildir.
http://www.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=136760
yok,sul
siyonizm dahi milliyetcilik değildir nasılsa
ve
nikah mevzu bahsi islamda ve diğer dinlerde belirtilmiştir
eğer din olmasaydı utanç diye zaaten bişi olmazdı hayvanlardan farkımız mı kalırdı belli başlı zaaten hiç insan olmamış cinsler gibi... utanç derken dahi din getirilerini kullanıyorsunuz
milliyetciliği genelde soyu sopu belli olmıyanlar reddeder ki tabii haklıdırlar
da dası şu ki milletime tabii ki milliyetciyimdir yoksa başka milliyetcilere gebe olmazmıydım belli başlı kişiler gibi :))
karışık olmadı çıkarırsın bişiler dostum hoşcakal
CaNMaYBuLL
Sayın yok,sul ! Kullandığınız nick gibi düşüncelerinizde yoksulluktan bi haber...Başka üyelerin yazıları altına sığınarak bir şeyleri savunmak ve buna da bilgi demek ne kadar saçma değil mi? Eğer bir konuda bir fikriniz varsa yazın bizde yorum yapalım ve fikrimizi söyleyelim. Lakin bir yerlerden duyduğunuz şeyleri bir başkasına kesinlik diye dayatmayınız.
İnançlı olduğunuzu söylüyorsunuz, soyu-sopu belli olmayanlarında inandığınız o Tanrı yaratıyor, eğer bir hata varsa sorumlu o ''haşa''. Neye inandığınızı neyi savunduğunu anladığım kadarıyla belirleyememişsiniz. Nabza göre şerbet vermek bu olsa gerek.
Hala kendinizi birilerinden üstün görme şaşkınlığını üzerinizden atamamışsınız. Aşağıladığınız Yahudiler nedense Tanrı tarafından ödüllendirilmişler Nihayetinde yeryüzüne indiği sanılan 124 bin Peygamber onların soyundan gelmiş. Bırak da o üstünlüklerini yaşasınlar...Yoksa bu da mı yanlış?
Bundan böyle yaptığım yorumların altını lütfen kirletmeyin ,bunu daha önce defalarca yaptınız ses çıkartmadım. Biraz oku, zira inandığın din ''oku'' diye bas bas bağırıyor siz..Aksi halde yok,sul isminizi bilgiden yoksun,yoksul olarak anlamaya devam edeceğim.
saygılar
Sayın Sami bey kıyamet 12 aralık değil 21 aralıkta kopacaktı.
Erdal Eren; Allah rahmet eylesin mekanın cennet olsun inşallah.
Körpecik fidanı koparanlar bu dünyada olmasa da öbür dünyada cezalarını çekerler elbet.
Yazınızın devamını bekliyorum...
sami biberoğulları
Uyarı için çok çok teşekkür ediyorum. O kısmı düzelteceğim ama bunu nasıl yapacağım bilemiyorum. Bakacağım artık ))))))))
Hay Allah 12.12.2012 diye hatırlıyordum oysa 21 Aralıkmış dediğiniz gibi.
Selam ve sevgilerimle.