- 977 Okunma
- 6 Yorum
- 1 Beğeni
AKDENİZ'DE ISINAN SULAR
Doğu - Batı çatışmalarının odağı olan Ortadoğu coğrafyasının, Asya’ya açılan en önemli kapısı olan Anadolu ( Küçük Asya) , tarihi süreç boyunca pek çok kültürün izlerini bıraktığı kadim bir coğrafyadır, üç kıtanın merkezinde en önemli köprüdür. Tarih boyunca bu bölge en kanlı savaşlara sahne olmuş, çok zorlu bir coğrafyadır.
Anadolu günümüzde, uzun vadede sürdürülebilir temiz enerji kaynağı olarak Afrika’dan güneş enerjisi, çok büyük rezervlerin olduğu Asya’dan, doğal gaz ve petrol transferi için en önemli ulaşım yolu geçiş koridoru üstündedir.
İşte bugün tüm dünyayı çok yakından ilgilendiren, savaş krizinin çıban başı olma durumu enerji kaynakları temelinde yükselmektedir.
Mevcut iktidar olmadan, Ceyhan’daki rafineriye Iraktan petrol alımı gerçekleşiyordu ve barış içinde komşu ülkeler ile ticari ilişkilerimiz rayında yürüyordu. Irak’ın 2002 yılındaki ABD tarafından işgali, Ortadoğu coğrafyasını tam anlamıyla büyük bir kaos’a sürüklemiş, o günden beri milyonlarca insan can vermiş, milyonlarca insan evsiz barksız kalmış, milyonlarca mülteci yaşamını kurtarabilmek için başka ülkelere göç etmiş, ya da göçerken telef olmuştur.
Bu insanlık dışı yaşanan olaylardan dolayı ne BM, ne AB, ne de ABD en küçük bir insancıl sorumluluk üstlenmediği gibi, bu paktlar içinde yer alan ülkeler, kendi ekonomik çıkarlarını Ortadoğu ya da Ortadoğu’ya benzer 3.ncü dünya ülkelerinde aradıkları için askeri güçlerini, sömürü ve paylaşım amaçlı olmak üzere , Pakistan, Afganistan gibi ülkelere yığmışlardır.
Buradan şunu görüyoruz ki, 21.nci yüzyıla gelmiş olan insanlık, bir yandan uzayın derinliklerinde ABD-RUSYA ile işbirliği içinde yeni keşifler peşinde koşarken, bir yandan dünya üzerinde yeni paylaşım ağları örmektedirler.
Biz Türkler bu meyanda köklerini Orta Asya’da bırakarak, ’ Dörtnala gelip uzak Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket’i sahiplenmişiz; ki bu coğrafya ’Tarihte Türktür ve Türk olarak kalacaktır’ Tarihte Anadolu üstünde kurulan devletlerin, imparatorlukların hepsi gelip geçmiş ve süreç olarak en uzun kalan ulus ise yine Türkler olmuşlardır.
Biz Türkler bu coğrafyanın en çetin muharipleri olduğumuzu, Çanakkale’de ve 1.nci Dünya Savaşı sırasında Kurtuluş Savaşı büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kurduğumuz modern Cumhuriyet ile Türkün gücünü tüm dünyaya bir kez daha ispat etmiş kahraman bir ulusun çocuklarıyız. Ulusumuz Avrupa’nın üçte ikisine yüzlerce yıl hükmedebilecek bir yönetim sistemini de kurmaya yetkin bir ulus olduğunu, iktisat gövdesinin kol gücüne dayandığı bir dönemde tarih önünde tüm dünyaya kanıtlamıştır.
Birinci Dünya Savaşından bu yana dünya yeniden biçimlenirken, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet yepyeni ilkeler reformlar ve devrimler ile kendisini bugüne değin var etmeyi başarmıştır. Ne zaman ki Atatürk’ün koyduğu çağdaşlık ilkelerinden vazgeçilmiş ve ekonomi öz kaynaklarından soyutlanarak, dışa bağımlı hale getirilmiş ise bu zaaflar giderek derinleşerek, ulusumuzu askeri ve ekonomik anlamda zayıflatmıştır.
Büyük önderimiz Atatürk’ün izlediği askeri anlamda stratejik çizgide Rusya 1.nci dünya savaşında müttefik bir ülke olarak değerlendirilmiş ve Rusya’dan hem silah hem de parasal destek sağlanmıştır. Bu bağlamda Rusya, Batı dünyasından ülkemize yönelik tehditlerin savunmasında çok önemli bir stratejik dost ve müttefikimiz olmuştur.
Bu dostluk Körfez Krizinin başlangıcından bu günlere değin ( 2002 Irak işgali’ne değin) pürüzsüz bir biçimde sürmüştür diyebiliriz ki ekonomimizin son yıllarda ayağa kaldırılmasında Türk İş adamlarının Rus Pazarında yaptığı yatırımlar önemli rol oynamış ve Rusların, Glasnost sonrası ülkemize gelen Rus turistlerinin sayısında çok önemli bir nicel ve nitel sıçrama sonucu ülkenin döviz girdisinde de çok önemli artışlar sağlanmıştır.
Glasnost sonrası, eskiden Rusya sınırları içinde kalan Türk devletlerinde yaşayan soydaşlarımızın Rusça eğitim almış olmasından kaynaklı olarak, Turizm sektöründe çalışacak insan kaynakları ihtiyacını karşılayacak olan Rusça bilen eleman açığının Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan gibi ülkelerden karşılanması can çekişen turizm sektörüne adeta ilaç gibi gelmiştir! Aynı zamanda bu soydaşlarımız için de bir ekmek kapısı açılmıştır. Keza100 Dolarlık bir kazanç ile Azerbaycanda 4 kişilik bir ailenin 3 ay geçinebildiğini düşündüğümüzde Rus Turizminin nelere ve kimlere nasıl can verdiğini inkâr edemeyiz!
Şu anda Rusya ile Türkiye arasında yaşanan gerginlik, ne yazık ki lider ya da yönetici diye başımızda olanların idrak edemeyeceği kadar stratejik derinliği olan hususlardır ki bunu kavrayabilecek beyinlerin, her şeyden önce kendi kişisel çıkarlarını hiç düşünmeksizin tüm enerjilerini ülke çıkarlarına vermeleri gerekir ki gerçekçi çözümlere yaklaşılabilsin. Yoksa cehalet yüzünden 3.ncü Dünya Savaşının kopması, en ufak bir kıvılcımın tüm dünyayı ateş topu bir cehenneme çevrilmesi an meselesidir. Böyle bir savaşta kazanan ve kaybedenin kim olacağını şu anda söylemek gerekir ise tüm insanlık kaybedecektir.
ZARARIN NERESİNDEN DÖNÜLÜRSE, KÂR ORADAN BAŞLAR!
O halde içinde bulunduğumuz coğrafyayı değiştiremeyeceğimize göre, önce beyinlerimizi değiştirerek, aklı selim biçimde yapılan hataların nereden başladığını ve nereye gideceğini bir kez daha gözden geçirmekte geç kalınmamalıdır.
Binlerce km. öteden piyoner bir zihniyet ile gelip Ortadoğu coğrafyasını kana beleyip, ateşe veren ABD ne derece haklı, ne derece özgürlükçü, ne derece suçludur?!
Bunu düşündüğümüzde kimden yana tavır almamız gerektiğini öncelikle insan olarak vicdanlarımıza sormamız gerekir , ancak satranç oyunu kurulmuş ve maç başlamış ise, hata yapanın yenileceği gerçeği de rasyonel bir sonuç olacaktır; bu bağlamda Rusya baştan beri, kurulmuş olan bu satrançta kısa ve uzun vadedeki çıkarları açısından usta bir oyuncu gibi gözükmektedir, ta ki satranç tahtasını birisi kalkıp devirene kadar?!
Bu olasılık var mı yok mu, henüz sürmekte olan bu oyunun çok çetin bir maç olduğunu görmek gerekmektedir. Tüm dünyanın süper güçleri şu anda bu oyunda salt seyirci gibi durmakta ve ne akli ne de nakli bir müdahelede bulunmuş sayılmasalar da Akdeniz askeri yığınakların yapıldığı bir savaş denizi haline gelmiş durumdadır.
Bu süreçte kimin kime destek olacağı, kimin kime köstek olacağı tarihsel ilişkilerin yanı sıra hanedanlık ve akrabalık ilişkileri de esastır bu ilişkilere, bildiğimiz Batı ile ABD ve Anglo- Sakson ittifakı sonuna kadar birbirlerine sadık kalacaklardır. Bu ittifaklar için, ortak, uzun vadeli hedef , tıpkı Büyük İskender’in hayâllerini yeniden diriltmek üzere Asyadır!
Eğer sözü fazla uzatacak kadar uzun zamanımızın olmadığını göz önüne alır isek, bir an önce Türkiye ile Rusya komşu olarak tarihsel ve coğrafi anlamda aynı coğrafyaları paylaşan topraklar üzerinde yaşam bulmuşlar ise, bulundukları coğrafyanın toprak bütünlüğüne ve doğal zenginliklerine müştereken sahip çıkarak müttefik ve dostane biçimde iki ülke ilişkilerini süratle düzeltmek zorundadırlar. Batı ülkeleri ve emperyalist ülkeler içinde hangi ülkelerin ne denli dost ve müttefik olduklarını anlamak için tarihsel ilişkiler sürecine gözatmak yeterlidir? Biz Kore’de kimin için savaştık?! Ne kazandık ne kaybettik?’
Sorunun çözümü için gerçekten akılcı hareket edildiği takdirde kısa zamanda çok önemli adımlar hızla atılabilir, ancak Türkiye’nin vizyonunu Radikal İslam’dan yana değil, evrensel ve hümanist değerlere çevirmesi iki komşu ülke ilişkilerini düzeltirken, dünya arenasında yalnızlığını da uzun vadeli önleyecektir.
Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkiler kadere, şansa, tesadüfe bilinmezliğe, terk edilemeyecek kadar önemli ve hayatidir. Tüm sorunlar masa başında çözümlenebilecek kadar kolaydır aslında fakat bunun savaşa tırmandırılması her iki ülkenin de çok büyük kayıplarına ve Ortadoğu coğrafyasında yeni parçalanmalara yol açacaktır.
Savaşın rengi güçlüden yanadır unutmayalım...
Tüm dünya uluslarının kardeşçe barış içinde yaşadığı güzel bir dünya için;
’YURTTA SULH, CİHANDA SULH!’
Şaban AKTAŞ
11.12.2015
Fotoğraf: Fotokommunity
YORUMLAR
Tolstoy ‘un Savaş ve Barış kitabını rastgele açtım ‘’Ufka yaklaşan güneş ne kadar parlak ve muhteşemdi. Tuna’nın ta sular ne tatlı pırıltılarla oynaşıyordu !Daha güzeldi, Tuna’nın arkasındaki uzak mor dağlar, manastır, esrarlı geçitler, doruklarına kadar sise bürünmüş çamçam ormanlarıydı.
(…) Orada her şey sessiz ve mutluluk içindeydi Rostov, ‘’Hiçbir şey, hiçbir şey istemezdim. Bir şey istemezdim yalnız orada olsam’’ diye düşünüyordu.’’ Yalnız benim içimde ve bu güneşte bu kadar çok mutluluk var, ama burada… İnilti, acı, korku ve şaşkınlık, bu telaş…İşte yine emir yükseldi, yine herkes geriye koşuyor ben de onlarla koşuyorum. İşte o, işte o. Ölüm, üzerimde ,çevremde dolaşıyor… Bir daha ben de bu güneşi, bu suları, bu dar geçidi göremeyeceğim…’’
Savaş ölüm, Barış yaşam !....Kendi dilimizde bir başkasının barış dünyasını okudum tekrar tekrar..Bir organımdan başka bir organıma taşıdım içimden geçenleri. Neydi kazanılan şey ? Şehvet mi ,şan mı ya da tarih kitapları yazacak diye ilk satırlarda kalması için adımız mı?
Savaş cümlesiyle başlayan bir yazıyı okumaya başladığınızda kendinizi ne kadar iyi hissedebilirsiniz ki? İlerleyen cümlelerde önünüze serilecek yığınla cesetlerin yanı başından geçerken var olan duygularınıza daha hangi duygularınız eşlik edebilecek? Tuna’nın ve dünyanın ötesinde- berisindeki insanları düşündüm. Onlar bizimle aynı dili konuşmuyor, ama aynı gülüyoruz.. Bizimle aynı sofralarda yemek yemiyorlar ama masadan yarı aç, yarı tok kalkıyoruz. Birimiz gündüzü yaşarken birimiz geceyi yaşıyor ama aynı güneşe bakıyoruz. Birimiz beyaz birimiz siyah ama aynı havayı teneffüs ediyoruz. Ve utanıyorum Tarım, birimiz öldürürken, birimiz nasıl yaşıyor ?
Savaş siren sesleri yeniden kulaklarıma gelmeye başladığında aklıma gelen ilk şiir Cahit Sıtkı TARANCI’ dan dı ‘’ Yaş otuz beş! yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün. Delikanlı çağımızdaki cevher, Yalvarmak, yakarmak nafile bugün, Gözünün yaşına bakmadan gider…Güzümüzün yaşına bakmadan avucumuzdan kayıp gidecek hayatlara göz kırpacak kadar zamanımın kalmamasına eyvah !
Neden hiç tanımadığımız insanları, nereden geldiği belirsiz emirlerle öldürürüz? Öldürmek insana ne kadar yabancı bir eylem,kimseye kolay kolay yakışmayacak bir kelime. Yaşadığımız toprakları sevmenin insanı katil yapması gerekmiyor. Eğer ülkeni seviyorsan Nazım Gibi şiir yaz ‘’ "Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine" Ne kadar reddedilemez güzellikte bir şiirsel arzunun gerçekliği değil mi?
‘’Birisi barışı başlatmalı. Tıpkı savaşı başlattığı gibi’’ Cümlesini bir daha kurmamak üzere…Barış dolu bir dünya hepinize, hepimize !
sevgiler...
Şaban Aktaş (Homerotik)
Bu arada sayfamda bu yazıya sözde yorum yazdım derken hastalıklı düşüncelerini taşıyan iki kişiyi engelledim ve yorumları görünmüyor o yüzden.
Yorum değeri olmayan yazılar ya silinecek ya da sayfadan nmenedeileceklerdir . Herkes bilsin bu durumu istedim.
Saygılar...
''Kurtuluş Savaşı[değiştir | kaynağı değiştir]
Türk Kurtuluş Savaşı'nın sürdüğü sırada, Afyonkarahisar'da Mustafa Kemal Atatürk Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti heyetiyle çay molasında. Soldan sağa; Batı Cephesi Komutanlığı Kurmay Başkanı Asım Gündüz, Batı Cephesi Komutanı Tümgeneral İsmet İnönü, Sovyet Rusya temsilcisi K.K. Zvonarev, Sovyet Rusya büyükelçisi Semyon Aralov,Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti temsilcisi İbrahim Abilov ve Birinci Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa, 31 Mart 1922 günü sabahı.
Kurtuluş Savaşı'nın başladığı dönemde Sovyet Rusya'sıyla diplomatik ilişkiler geliştirildi. Kurtuluş Savaşı'nı manevi düzeyde olduğu gibi, para ve silah yardımı gibi maddi düzeyde de destekleyen Sovyet Rusyası'yla Batılı emperyalist devletlere karşı savaşım noktasında işbirliği yapıldı.[1] Meclis'in açılmasından üç gün sonra Atatürk, Lenin'e bir mektup yazarak siyasi ve askeri nitelikli bağlaşmadan söz etti. Sovyet Dışişleri Bakanı Çiçerin tarafından verilen yanıtlarda dostluk ve diplomatik ilişkinin kurulup geliştirilme dileği belirtildi. 11 Mayıs 1920'de TBMM Moskova'ya Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey başkanlığında bir heyet gönderdi. Moskova'daki görüşmeler sonucu iki ülke arasında Mart 1921'de bir Dostluk Antlaşması imzalandı. Kars ve Ardahan Türkiye'ye; Batum, Sovyetler Birliği'ne bırakıldı. Bu antlaşmanın siyasal yönden önemli noktaları şöyle sıralanabilir;
Bu antlaşma yeni Sovyet rejiminin yaptığı ilk uluslararası antlaşmadır.
İki ülke arasındaki ilişkiler resmileştirilmiştir.
Türkiye, doğusundaki savaşı ve sınır düzenlemelerinin sonuçlandırmış ve bütün gücünü Batı'ya çevirmiştir; Böyle bir antlaşma yapılması, Batı'nın Ankara'yı dikkate almasında önemli bir rol oynamıştır.
Türkiye ve Sovyetler Birliği arasında iyi bir dostluk oluşmuştur.''
KAYNAK:tr.wikipedia.org/wiki/Rusya-T%C3%BCrkiye_ili%C5%9Fkileri