30
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
2039
Okunma
Eşimle konuşup karar almış, bu kez de İzmir Öğretmenevi’ni seçmiştik. Kızım, Ege’nin incisi, güzeller güzeli İzmir’de üniversite kazanmıştı ve biz çok mutluyduk. Sık olmasa da, fırsat bulduğumuz zamanlarda kızımızı ziyarete gidiyor ve orada kalıyorduk. Kızım da bize eşlik ediyor, aile olmanın verdiği hazla güzel zamanlar geçiriyorduk. Eşimin ve benim emekli olmamızın rolü büyüktü bu konuda tabii ki.
İzmir’e sabah saatlerinde ulaştık. Tam bir bahar havası hâkimdi. Mayıs ayının tüm güzelliği şehrin üzerine olabildiğince yağmıştı. Kızımızın akşama kadar dersi olduğunu, akşam saatlerinde bize katılacağını biliyorduk. Günü Öğretmenevi’nden ayrılmadan, dinlenerek geçirmeye karar verdik.
Yerleşmemiz uzun sürmedi. Odamızın penceresinden baktığımızda, kuş cıvıltıları ve rengârenk çiçeklerle dolu bahçeyi keşfettik gülümseyerek. Kahvelerimizi bu güzellikler içinde içmeliydik. Mutlu yüz ifadeleriyle hemen aşağıya, bahçeye indik.
Kahvelerden sonra kaçıncı çayımızdı hatırlamıyorum; eşim yanıma sokulup, az ilerde, masada yalnız başına oturan yaşlı kadını işaret ederek fısıldadı kulağıma.
-Uzun süredir burada bu hanım; ama yanında kimse yok. Sürekli giriş kapısını gözlüyor. Sanki birinin yolunu bekliyor.
Ben de gözlemlemeye başladım o andan sonra. Gerçekten de bayan yalnız başına oturuyor ve sürekli giriş kapısına bakıyordu.
Öğle olmuş, yemek saati gelmişti. Yavaşça kalkıp yemek salonuna geçtik.
Bahçenin güzelliği eşliğinde içtiğimiz kahve ve çaylardan sonra yemek çok iyi gelmişti. Biraz da dinlenmek için odamıza çıktık. Yaklaşık iki saat sonra yine tercihimiz bahçede çay içmek oldu. Sevmiştik orayı doğrusu.
Bahçeye indiğimizde şaşkınlık içinde birbirimize baktık eşimle. Aynı kadın hiçbir yere kıpırdamadan hala oturuyor ve yine sık sık kapıyı gözlüyordu. Eşimi bir merak kapladı. Dayanamadığı belliydi. Masamıza davet etmek istediğini söyledi. Karşı koymadım; çünkü bende de bir merak oluşmuştu.
Davetimizi kabul ettiğini nazikçe bir baş işareti ile belli etti. Yanımıza geldiğinde yine kapıyı görecek bir şekilde oturdu. Giyimi, saçları ve konuşma şekli onun da emekli bir öğretmen olduğunu gösteriyordu.
Kendimizi tanıtıp niçin geldiğimizi anlattık. Bizleri gülümseyerek, memnuniyetle dinliyordu. Anlatacaklarımız bitmişti de, asıl kadının anlatacaklarını merak ediyorduk biz.
-Beni merak ettiniz değil mi?
Tebessümü ve hanımefendi duruşuyla bize bu soruyu yöneltmişti. Eşim ve ben de gülümseyerek cevapladık:
-Açıkçası evet…
Öğretmen edasıyla, öğrencilerine ders anlatır gibi anlatmaya başladı.
-Yetmiş üç yaşındayım. Yirmi yıl oldu eşimi kaybedeli. Emekliliğimizde güzel günler göreceğiz diye hayal ederken, kader buna izin vermedi. İnsan her şeye alıştığı gibi yalnızlığa da alışıyor bir süre sonra. Çocuklarım İstanbul’da. Çok sık olmasa da görüşüyoruz sayılır. Aslında iyi ve rahat bir hayatım var. Bundan on beş gün öncesine kadar da kendimi mutlu sanıyordum.
Eşim dayanamayıp sordu bayanın sözünü keserek:
-Ne oldu ki on beş gün önce?
Kadın utangaç bir tavırla bana çevirdi yüzünü:
-Âşık oldum kızım, âşık oldum!
-Şimdi onu mu bekliyorsunuz?
-Evet… On beş gündür beklediğim gibi, şimdi de onu bekliyorum.
Meraklandığımızı görünce anlatmaya başladı…
-On beş gün önce buraya, bu güzel ortama yine kahvemi içmek için gelmiştim. Karşımdaki masada oturuyordu. Gözlerimiz karşılaştığı zaman, o mavi gözlerin hemen etkisine girmiştim. İzin alıp masama geldi. Tanıştık. Uzun uzun kendini anlattı. Her kelimesini hayranlıkla dinliyordum. O anlattıkça da ben ona doğru akıyordum. O da eşini yıllar önce kaybetmişti. Hayırsız evlatlarından bıkıp usanmış, huzur evinde yaşıyordu. Yani benim gibi bir nevi kendi yağında kavruluyordu. Bir fark vardı; ben kendi evimde kalıyordum, o ise huzurevinde. İkimiz de halimizden memnunduk. Saatler boyu konuştuk. Bahçeden yeni tomurcuklanmaya başlayan bir gülü alıp yanıma geldi ve bana evlilik teklif etti. Anında kabul edişim ikimizi de kahkahaya boğdu. Ertesi gün için sözleştik. Kimlik ve gerekli evrakı alıp evlendirme dairesine gidecektik. Bana sıkı sıkı tembih edip “Lütfen geç kalma” dedi. Nasıl geç kalabilirdim ki. O benim ikinci baharım, bundan sonraki yaşamımın en büyük armağanıydı. Ertesi sabah, sözleştiğimiz saatten yarım saat önce buradaydım. Heyecanımı yenememiş, geç kalma korkusuyla nerdeyse hiç uyumamıştım. Uykusuzluktan olumsuz olarak hiç de etkilenmemiştim. Demek ki insan aşık olunca yenileniyormuş.
İyice meraklanmıştık. İhanete uğramıştır diye düşünmeye başladık; ama o kadar mutluydu ki… Devam etti anlatmaya:
-Saatler geçiyor, gelmiyordu. Ogün de ertesi gün de bekledim aynı yerde ve saatte; yine gelmedi. Bir sonraki gün de… Üç koca günü sadece bekleyerek geçirdim. Dördüncü gün, bana kaldığını söylediği huzurevine gittim. Elimde sadece adı, soyadı ve kaldığı huzurevinin adı vardı. Kapıdaki görevliye derdimi anlattım. İçeri aldılar beni. Müdürün yanına çıkıp durumumu anlattım. İlgiyle dinledi. Cevabıyla adeta yıkıldım o an. Oğullarının Bursa’da yaşadığını ve bana evlenme teklif ettiği günün akşamı, Bursa’ya gitmek için gerekli belgeleri doldurup otobüs bileti aldığını söyledi müdür. Şimdi de gördüğünüz gibi burada oturmuş bekliyorum. Başka da çarem yok. Aşk demek beklemek demek…
Ağır bir hüzün çöktü bize. Ne diyeceğimizi şaşırmıştık. Akşam olduğunda izin isteyip ayrıldı yanımızdan.
O günden sonraki on gün boyunca hiç karşılaşmadık. Kızım sabah erken geliyor, ailece kahvaltı yapıp dışarı çıkıyor, akşam geç saatlerde dönüyorduk.
İzmir’den ayrılmamıza artık sayılı günler kalmıştı. Kızımın sınavları başlayacaktı.
O bayan aklımızdan çıkmıyordu; ama telefon numarası bile alıp vermemiştik birbirimize. Haberleşemiyorduk. Eşim, ayrılma günümüzden bir gün önce “Bugün burada kalacağım ve o gelirse görüşeceğim.” deyince ben de mecburen eşlik ettim.
Kahvaltı sonrası bahçeye çıkıp beklemeye koyulduk. Bu defa biz kapıyı gören bir masada oturmuş bekliyorduk. Çok gecikmedi zaten. Yüzünde yine ilk gördüğümüz andaki tebessüm, elinde bir demet kır çiçekleriyle çıkageldi. Karşımızda sanki yetmiş üç yaşında biri değil de, otuzlu yaşlarda genç bir bayan vardı.
-Sizleri burada göreceğimi ve beni bekleyeceğinizi biliyordum. Vedalaşmadan ayrılmayacağınızı hissediyordum. Dün geldiğimde siz çıkmıştınız. Görevliye ne zaman ayrılacağınızı sordum; o da “İki gün sonra” dedi.
Yüzünde gülücükler saçıyordu. Sanki kırk yıldır tanışıyormuş gibi konuşuyorduk.
-Sizi daha fazla merakta bırakmadan asıl konuya geçmemi istiyorsunuz değil mi?
-Evet! Lütfen…
-Sizlerle görüşemediğimiz o günlerde, ben yine hep umutla beklemeye devam ettim. Onu tüm kalbimle düşünüyordum ve biliyordum ki o da beni düşünüyordu. Çünkü kalpten kalbe bir yol vardır her zaman. İki gün önce beklediğim ışığım geldi. Sarıldık. Ben ona “Geleceğini biliyordum” derken o da bana “Bekleyeceğini biliyordum” dedi. Başından geçenleri kısaca anlattı. Bursa’daki hayırsız evlatlarının görüşünü almak için apar topar Bursa’ya gittiğini, zorlu bir görüşme yaptıklarını söyledi. Çocuklar “Mirası bize bırak, kiminle evlenirsen evlen.” demişler. O da bu süre içinde miras devir işleri için uğraşmış benim bekleyeceğimden emin olarak.
Ve sürprizi sohbetin sonuna doğru patlattığında masamızdan şen kahkahalar yükseliyordu.
-Bugün akşamüzeri nikâh törenimiz var ve sizler de nikâh şahitlerimizsiniz.
Yazarın notu: yaşanmış hayat hikâyelerinden olup yer ve mekân değiştirilmemiştir
Gülhun ERTİLAV