- 702 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
'marginalized'
Sahilde âdetim olmadığı üzere bir kafeye girmiş, oturuyordum. Mekân kalabalık olduğundan, boş iki kişilik bir masayı tercih etmiştim. Hiçbir şey içmeden kalkabilirdim de ama garson sorunca mecbur ‘bir çay alayım küçük bardakta’ dedim. Para yine suyunu çektiğinden dolayı kederlenmiyor da değildim ama ‘ben de insanım, dışarıda normal insanlar gibi çayımı, kahvemi içebilirim’ kıyağını çekmenin hüzünlü bir hazzını hissediyordum. Gelen küçük çay bardağı, bildiğim ince belli bardaktı. ‘En azından çayı güzel olsa’ diye iç geçirirken, ilk yudumda çay bana kendini âşık bırakmıştı. Çayın yanında iyi giden şeyleri düşünüyorum. Lokum olabilirdi, öyle süsü püslü olmayan, sadece rengarenk lokumlardan. Bitter bir çikolata da olabilirdi, o da olmadı bademli çikolata. Bunların hepsi birer hayal ürünüyken pakete dokundum. Topluluk içerisinde sigara içmeyi uzun bir zaman önce bıraktığımda, utanarak bir dal çıkarıp, yakmak istedim ama yapamadım. Yıllar önce sardığım bir tütünden dolayı kızın birinin yanıma gelip ‘sigaran rahatsız ediyor, burada içmesen iyi olur’ deyişi yine kulağımı çınlatıyordu. Mavi, tüylenmiş bir mont üzerimdeydi. Fermuarı gerçekten kaliteliydi. Beremi montun sağ cebine koymuş, sol cebinde de orta boy buzdolabı poşeti içerisine koyduğum, sarılmış tütünler vardı. Yine iki kişilik bir masa da, önümde çok sevdiğim gazeteyle beraber zaman geçiriyordum. O an her şeyi ayrıntısıyla düşünmediğimi fark ettim. Kızın yüzünden yer yer obruğa benzer delikler vardı. Yüzü makyajlı, elbisesi de itinayla seçilmişe benziyordu. Bana bakılırsa, altındaki kargo pantolonun cebindeki cüzdanın içerisinde para olmayan, telefonunun bataryası ikide bir sorun çıkaran, montunun tüylenmesini bile havalara bağlayan biriydim. Kızın yanıma kadar gelip bana ‘uzaklaşmamı’ söylemesini içime sindiremezken, yeni bir ötekileştirme operasyonuna maruz kalmamak için paketi cebime geri koydum. Zihnim karmaşa içerisindeydi. Bu zamana kadar güvenli sayılan bir çerçevede, kendi ülkemde, kimliğimle ve dinimle beraber öteki olmadan yaşadığımı fark etmiştim. Sonra dinin de kendi içinde ötekileştirmelere maruz bırakıldığını görünce, dünyada aslında insanın, yine kendi gibi insan olan bir canlıya öteki gözüyle, onun kendi hak ve özgürlüğüne sahip olmasını istememe kibrine dair kederleniyordum. Kızın ne görüşte olduğu zerre umurumda değildi ama okuduğum gazeteden dolayı bile büfecilerin garip bakışlarına maruz kalıyordum. Halbuki ortada anormal bir durum yoktu. Eskiden bu hissi Yeşil’de, gazete standında gördüğüm la gazzetta dello sport’u gördüğüm anda hissetmiştim. Mor ya pembe renkli olmalıydı, spor gazetesiydi ve elime almadan sağından solundan anlayamadığım İtalyanca cümleler arasına bakıyordum. Yabancıydım sadece, dilini eğer biliyor olsam, o gazetenin basım tarihinden kaç gün geçmiş de olsa rahatlıkla okuyabilirdim. Bu durumda bile ötekileştirmeyi hissetmediğimi, yabancı kaldığımın farkına varmıştım. Hissi doğru tanımladığında sorun da kendi kendini ortadan kaldırıyordu.
Kendimi ‘ötekileştirme’ fikrine boğmuşken, Mehmet abiyi gördüm. Mehmet abiyle önceden pek yakınlığımız yoktu. Ta ki, motosiklet muhabbeti aramızda açılana kadar. O da beni görünce karşımdaki boş sandalyeye umarsızca geldi oturdu.
‘Kardeş, ne arıyorsun burada? Birini mi bekliyorsun yoksa’ dedi.
‘Yok’ dedim, ‘abi tekim ya, öyle çay içeyim dedim.’
‘İyi, söyleyelim iki tane daha, benim de canım istiyordu.’
Onunla muhabbetimiz başladığında, o da küçük cc’li motorcuların hüznünden bahsederek konuya giriş yapmıştı. ‘İlk motorum Honda cbr 250r’dı’ derken gözlerim açılmıştı. İçimden ‘iyi abi, daha ne istiyormuşsun’ diye düşünürken, bana kısa bir anısından bahsetmişti. ‘Ya bir gün Topçular’da feribota bindik. Motoru çektim köşeye bir yere. Sonra bir grup geldi. Hepsinin altında canavar gibi motorlar var. Biriyle göz göze geldik, içimden de geçti, selamlaşalım tarzı bir muhabbet geçer belki diye. Hiç umursamadan geçip gittiler.’ Bu onun cbr’yi bırakma hikâyesiydi aslında.
‘O gün karar verdim, döner dönmez bu motoru değiştireceğim. Servise gittim Anadolu yakasına. Benim aklımda şu eksi Africa Twinler var ya, onlardan var. (Ben biliyormuş gibi onu tabi onaylıyorum) Servise gidince vfr 800x crossrunner’ı gördüm. Hani aşık olmak gibi, ilk görüşte tutuldum. İşlemleri aldık, motoru teslim ettiler neyse, öyle bir hoşuma gidiyor ki! Mutluluktan uçuyorum diyeyim. Motora sonradan yan takım çanta, arka çantasını da taktırdım. Beyaz renkteydi. 6000 devire kadar motor süper ekonomik yakıyor. 6000 devirden sonra canavar bir hali var tabi ama hızı 190’dan sonra sakat. Bir gün servise uğradığımda bana ‘Mehmet Bey, vfr 1200 x crosstourer modelimiz geldi, almayı düşünür müsünüz’ diye sorunca, aklımı çaldılar. Benim de içimi deşen bir olay oldu bak anlatayım. Ben bu motoru her hafta yıkatıyorum. Yıkadığım yere bırakıp gitmiştim. Motoru aldım neyse, tekerde izler var. Gaz tetiklenmesi de bir acayip olmuş. Şüphelendim ne var ne yok bunda diye, gittim yıkama yerine, kameralara bakacağım dedim. İş yerin sahibiyle bir baktık, çocuklar motorun üzerine çıkıp, boşta gaz verip durmuşlar. Bir de bu motorla çamura saplanmıştım. Hikayesi çok. Hiç satmak istememe rağmen, biraz da soğuduğumdan bunu verip, üzerine para verip, yeni gelmiş 1200’lüğü aldım. Torku yüksek makinenin. Yani 800’lükten tecrübe olsa da 285 kg’luk canavar, kontrol etmek gerçekten ilk başta zor oldu. Güçlü bir makine olduğundan gaz kontrolünü de iyi ayarlamak lazım. Motoru aldık neyse, çok fazla çıkmamaya çalışıyorum, benzini içiyor gibi. Servis telefon ediyor, ‘Mehmet bey, servisimize uğramanız lazım, tekerlek bakımı yapacağız.’ Gidiyorum, çok enfes ortam, motoru götürüyorlar. Neyse yarım saat sonra ‘Mehmet Bey hazır motorunuz. 190 lira.’ ‘Yahu siz ne yaptınız buna diyorum’, gülerek ‘tekerlerin içine koruma spreyi sıktık diyorlar.’ Mecbur parayı verip dönüyorum. Sonra telefon açıyorlar başka zaman ‘Mehmet Bey, tur camınız gelmiştir, servise gelip alabilirsiniz.’ Gidiyorum, 400 lira para istiyorlar. Almasan bu sefer garantiden düşecekler. Mecbur alıp dönüyorum yine. Sonra gruplara katılayım bari dedim, motordan ülkede 16 kişide varmış sadece. Bursa’da doktorlar vardı, adamlar çıkıp geziyorlar her haftasonu. Cuma’dan bir çıkıyorlar, Pazar’a kadar. E, ben mümkün değil öyle uzun izin alamıyorum işten. Acil bir şey çıkıyor, ‘Mehmet hemen büroya!’ Sattım sonra motoru neyse ki! Ama hala o 800’lüğü özlüyorum.’
Benim hayal kuruyordum. Aslında tipi enduro olsa da uzun yollar için üretilmiş motorun şehir içi kullanımı nasıl olur diye düşünüyordum. Tamam, bazı yollar uzun ve virajı da geniş oluyordu ama genelde engebeli, asfaltı mahvolmuş köy yollarında böyle bir motorla gezinmek baş ağrısı yapabilirdi. Biraz saçma bir hayal kurduğumun da farkındaydım, olmayan bir şeyin sıkıntısını yaşıyordum.
Çayları tekrar tazeletirken canım sıkılıyordu. ‘Ya şimdi ben ödersem bunları, ulan sigaraya da para kalmaz vallahi’ diyordum. Sonra daha sıkıcı olan ‘sigarayı geç, ekmek paran kalmaz’ gibi bir endişe içimi kaplamıştı. ‘Biliyor musun’ dedi Mehmet abi, ‘aslında seninle karşılaşmamız iyi oldu, ben de iki saat evvel haber aldım. Arkadaşlar Bursa’dan haftasonu Sapanca’ya gideceklermiş. Ben de gideceğim, sen de gelsene.’ ‘Neyle, nasıl gideceğiz’ gibi zırvalıyordum. ‘Ya sen kendi motorunla, ben de kendi motorumla işte, sakince gideriz’ deyince, ‘sen yeni motor aldın mı’ diye sordum. ‘E, ben de mondial var şimdi, enduro.’ Düşünüyordum, ‘gider miyiz, yapar mıyız’ tarzı. ‘Sen sanki geçen İzmit’e gittim demiştim, gitmedin mi?’ diye sorunca, ‘abi, gittim, gittim de, ne bileyim, soğuk ya havalar, oraya kadar şimdi, hem ne yapacaklar orada, mangal filan mı?’ cevap verdim.
‘Mangal, bir de fasıl yapacaklarmış. Yahu adamlar doktor ama çalıyorlar da. Biri keman çalıyor, biri ud, birinde kanun var.’
‘Motorla mı getirecekler abi aletleri?’
‘Kanun çalan getirmiyor. Diğerlerinin rahat ya, bağlıyorlar, aparat almışlar, rahatça motora bağlıyorlar.’
‘Abi, bilmiyorum şimdi, gelsem mi, hemen de cevap vermek istemiyorum.
‘Yahu ne olacak, gezip geliriz hem.’
Bir yandan da bu seyahat mantıklı geliyordu. Az da olsa bir yol yapmak istiyordum, çünkü servise gidip tekerleri yenileyecektim.
‘Ne zaman abi?’
‘Cumartesi sabahtan çıkarız yola. Onlar’da Bursa’dan gelecekler.’
‘Beraber mi gideceğiz?’
‘Yok ya, onlar Yenişehir’den gelirler. Biz Gölcük üzeri geçeriz.’
Hafiften hafife küçük abdest ihtiyacının da geldiğini hissediyor, elimle idrar torbasına basınç uyguluyordum. Birkaç saniye sonra o tekrar uyarı verince, ben kesenin üzerine tekrardan basınç uyguluyordum. Mehmet abi’de farkına varmıştı bir şeyden rahatsız olduğumu. ‘Hayırdır’ dedi, ‘bir sorun mu var, rahatsız mısın’ dedi. ‘Sıkıştım abi’ dedim. ‘E, gitsene lavaboya’ dedi. Yalanın bini bir para değil miydi, ‘umumi tuvalet fobim var abi’ dedim. Yüzü gerilmişti, endişe miydi o yoksa aşağılama gibi bir yüz ifadesi miydi, çözememiştim, bana ‘senin işin iş değil, yolda ne yapıyorsun’ deyince, içimden ‘ulan bari ufak at da civcivler yesin’ dedim. Hakikaten yalanımı ortaya çıkarması uzun sürmemişti. Yine de yalanı sürdürme taraftarıydım. ‘Bakıyorum abi, ücra Petrol ofisleri filan olur ya, araçla gidiyorsam oralara girerim, otobüsle filan giderken de, yolda pek yiyip içmem, bir de çarşıya çıkarken de evde kesin lavaboya uğrarım.’ İyice çiş muhabbeti yapıyor olmamız benim içten içe gülmeme sebep olmuştu. Az daha evrimleşebilirsek, konumuz bok olurdu. ‘İşin zor abicim senin, cidden değişik bir fobi’ derken, ‘öyle işte abi, zor, ya sana haber veririm o zaman’ derken, telefon numarasının ben de olmadığını hatırladım. Telefon numarasını alıp, onu çaldırdıktan sonra adını ‘motor Mehmet abi’ diye kaydettim. İlk başta espriyi kaçırmıştım. Eksik ‘cu’ ekinin ne anlamlar taşıdığını, nasıl bir sıfat olduğunu fark edince bu sefer kendimi tutamayıp gülmüştüm. ‘Neye güldün’ diye sorunca da, ‘abi, adamların altında koca motorlar, benim 125’lük, senin 200’lük, ne bileyim, alay konusu oluruz gibime geliyor, onu düşünüp, güldüm’ dedim.
‘Yok ya, aşacaksın bunları, bende de olmuştu da, altındaki aletin büyüklüğü, parası değil, yürek önemli arkadaş.’ Mehmet abinin gözleri dalmıştı. Sigarayı da birkaç yıl önce bıraktığını söylemişti.
‘Paraları vereyim de çayın, kalkalım’ dedim. ‘Yok, ben öderim, sev eve git, tutma çişini, hastalık yapar bak böbreklerini’ deyince, içimden koca bir ‘Allah razı olsun, muradın ne varsa versin be abim’ dedim. Dışarıya çıkan ses ‘haberleşiriz o zaman abi, cumartesi aksilik olmazsa gideriz.’ ‘Tamam, sen git hadi, görüşürüz’ dedikten sonra fırladık, kafeden dışarı çıktım. Arkama dönüp baktığımda, garsonu çağırmış, bir şeyler konuşuyordu. Kafeye yakın caminin tuvaletine kendimi atmıştım. Çıkışta peçete uzattıktan sonra, limon kolonyasını gösterip ‘dökeyim mi kardeş’ diyen yer yer sakalları beyazlaşmış adama gülümsedim. ‘Dök be, dök!’ 75 kuruş olan tuvalet parası için bir lirayı uzatıp, ‘kalsın üstü’ diyerek camiden uzaklaştım.
Az sonra her iki günde bir, sapmaksızın beni arayan gül yüzlü sarışının sesi pamuk hissiyle beni yine uzak kıyılara çarpıvermişti. Arada şakasına takılıyor ‘e be teyzem, yapamadın sen de şu garibin yuvasını’ diyordum. Şakasına da olsa bir kadınla bazı konulara girmemek lazım. Uzun zamandır sesini duymadığım, görüşmekten çekindiğim Ayşe’yi anımsadım birden. Beraber dürüm yediğimiz mekanın önünden geçiyordum. Hakikaten, uzun zaman olmuştu görüşmeyeli. Bilmiyorum, nasıl olduğunu bile sormama gerek yoktu, aslında hep aynıydı, sorsam, kızarak ‘boktan işte, bok gibi, bazen sıvılaşıyor, yumuşuyor gibiyim ama bazen de çıkmıyor kasvetli’ diyebilirdi. İğrenç, gerçekten iğrenç ve asıl sorun onun da ruhen iğdiş edilmiş olduğuydu. Cebimden telefonu çıkarmak istersen, cebin ucunda, aşağılarda bir şey olduğunu fark ettim. Üzerimdeki paltonun zaten giyilecek bir yanı kalmamıştı. Soğuktan korumakta etkisiz, ayrıca amcamın ‘tüylendi zaten, ben giymeyeceğim, istersen sen giy’ dediği bir şeydi. Üç yıldır da giyiyordum. Arkadaşın biriyle bu konuda geçenlerde tartışmıştık. ‘İyi giyineceksin arkadaş. Gösteriş demiyorum ama düzgün olacak kıyafetlerin.’ ‘İsmail’ dedim, ‘kardeşim iyi hoş söylüyorsun da, bir yandan üzerimdeki paltoya laf ediyor gibi geldi, yani öyle bir şey mi sezdim yoksa hayırdır, ne demek istiyorsun?’ ‘Aynen öyle kardeşim’ dedi, ‘ota boka para harcayacağına, git üzerine düzgün bir şeyler giy.’ Sinirlendirmişti beni ama sakinliğimi korumak istiyordum.
‘Kardeşim sana ne ya! Bırak millet ne giymek istiyorsa giysin.’
‘Ama burada mevzu sensin. Başkası değil, seni düşünüyorum.’
‘Düşünme arkadaşım.’
‘Ya tamam, 23-24 üne kadar bir nebze diyelim, gençlik filan ama artık oturup kalkmana dikkat etmen lazım.’
Ciddi mana da sinirlendirmişti.
‘Lan mankafa! Neyin kafasını yaşıyorsun? Çıplak mı geziyorum? Götüm başım açıkta mı? Al sana kıyafet işte, bir palto yüzünden demediğin laf kalmadı.’
‘E ama sen ne yapıyorsun parayı?’
‘İsmail, Allah’ına kurban olayım, söyletme beni, bırakalım şu palto işini.’
‘Sonra kimse bize bakmıyor diye gelip yakınmayacaksın tamam mı?’
‘Kim? Ben mi diyorum?’
‘Demiyor musun?’
‘Demiyorum güzel kardeşim. Şakasına takılmışsam odur, onun haricinde, küfür ettireceksin şimdi bak bana, asıl o havalı götler gelmesin yanıma.’
‘Bozma be abi ağzını, bak düzgün, adam gibi konuşuyoruz.’
‘Ama sen adamı deli ediyorsun İsmail.’
‘Girelim mi, bak Saray’da indirim varmış. Güzel oranın paltoları.’
‘Yok kardeşim, girmeyelim, ben memnunum, anlatabiliyor muyum, aramız iyi bununla.’
‘Sen bilirsin. Ama erkek adam bak, güzel bir gömlek giyer, yeri geldi mi kumaşı takar, hatta bir ceket, delikanlı adam öyle gezer.’
‘İsmail…’
‘Efendim abi, yani haksız mıyım sen söyle.’
‘İsmail ben senin adamlığına sıçayım kardeşim. Siktir olup gidiyorum yanından.’
Cebimin içinde kalmış şey iki farklı haptı. İkisinin de özelliği aslında ağrı kesiciydi. Arveles yazılı haptan korkuyordum. Aslında insana Valencia’da oynayan orta saha oyuncu ismini hatırlatan, on numara bir ismi vardı. Majezik ise Ayşe’nin hapıydı. Bir gün bana, ‘canım benim, bak bu hap iyi kesiyor regl ağrısını’ derken, ‘e bana niye diyorsun, ihtiyacım mı var’ demiştim. ‘Ya olsun canım, ağrı kesici işte, kullan geçer işte ağrıyan ne varsa’ demişti.
Derin bir nefes alıp, temiz havayı içime çektim. Hava soğuk olmasına soğuktu ama kar olabildiği kadar uzaktı. Dilime dolanan şiir sersem ediyordu beni.
‘karlı kayın ormanında
yürüyorum geceleyin.
efkârlıyım, efkârlıyım,
elini ver, nerde elin?
ayışığı renginde kar,
keçe çizmelerim ağır.
içimde çalınan ıslık
beni nereye çağırır’
Bir yandan kendimi garip hissediyordum. Moskova’yı bana anlatan inşaat işçisi Sadık aklıma gelmişti. Diğer yandan çocukken onu okumanın bir günah olduğuna inandığım Nazım’ın bir diğer şiirine aklım gidiyordu maviliklere bakınırken. Nazım da ötekiydi, öteki olduğundan mahpuslarda ciğeri çürümüştü. Emanet fikir sevicilerin ciğerlerini çürüttüğü adamların torunları kalkıp Nazım deyip, ‘rakı balıksız, kadın salçasız’ olmaz deyişleri aklıma geliyordu. Kalçaydı o, farkındayım. Üzerimdeki paltom kemik Ergün gibi soğuktu ve ceza sahası içerisinde attığı çalımlardan dolayı insanın yüreği ürperiyordu. Bir yandan da Necip Fazıl’ın kitabı olan ideolocya örgüsü’ne, ‘ideolocya örgüsü’ne ret’ başlıklı eleştiri yazısını ne zaman bitireceğimi merak ediyordum. Lanet olsun, insanları yüceltmeyin diyordum! İnsan işte, onun bilgisine saygı duyun, bir şeyler öğrenmeye çalışın ama insan gibi yapın bunu da. Ülke kendi içinde ötekileşiyor; memleketinden olan dip bir torpile layık oluyordu. Muhafazakarı, laiği, alevisi, eşcinseli, anarşisti, teröristi, islamcısı, türbanlı kızı derken, izmirli kızı, romanı,yozgatlı yobazı, konya çomarı, hakkari esmeri...
Eve döndüğümde buzluktaki pizzayı çıkardım. Tepsinin üzerine folyoyu koyup, fırını açtım. Ayran da vardı şükür. Yalnızken kimse seni ötekileştirmiyordu. Bu inanılmaz bir rahatlık veriyordu insana. Aklıma takılan cumartesi günü olan etkinlikti. ‘Umumi tuvalet fobisi’ gibi bir yalanı atabilen biri elbette gitmemek için güzel bir yalan uydurabilirdi. Yanlış yaptığımın farkındaydım. Gözlerimi kapayıp, ‘şimdi Şişhane’de olsam, oradan usulca kayardım aşağıya, ne bileyim, hiç olmadı Beşiktaş’a doğru yürürüm, kesin orada bir hikaye vardır’ diye düşünürken, ‘hayır, hayır ötelenmekten usandım, her şeyin sebebi o tütünden rahatsız olan kız da değildi, çocukluk, çocukluğuna inmek lazım bu bal kabağının’ diyordum.
Yaşamak pizzanın yanında ayranı yudumlarken, Adana’ya daha yakın, çorak bir tepede herkesten uzak, Allah’a daha bir yakın olduğum güne dair inançtı.
YORUMLAR
yaşamak, pizzanın yanında yudumladığın ayrandır belki. belki de bir metal konserinden çıkıp ufak tefek bir yerde karnını doyurduğun dürüm+kola... sonra eve gidip dinlediğin türküdür. yaşamak, death metal dinleyip cemal süreyya okumaktır belki de.
yaşamak, gökteki kuşun boyalarının güzelliğini görebilmektir, bunu izlemekten alınan hazdır.(kosinski'nin boyalı kuş'undan bahsediyorum)
yaşamak belki... yaşamak belki... uzatmaya gerek yok.
sonuç olarak öteki beraberinde öfkeyi doğurur, öfke savaşı, savaş ölümü, ölüm acıyı. acıdan intikam duygusu doğar. ve sürer gider.
HakkınSesi
sürer gider evet..
Mehmet abiler candır böyle adamlar giderek azalıyor
ve İsmailler ne çoklar çoklaştılar
majezik gülümsememe sebep oldu :) midemi deliyordum majezik yüzünden. ve tabiki majeziği tavsiye eden kadınla ilgili hikayeler,anılar onada neyse
ötekileştirmeye gelince ya herkes içim öteki oluyorsun yada tutup seni bir tarafa koyuyorlar.
düşünsene herkes için öteki olmanın mükemmel faydasını.
ateisti sevmiyor islamcısı sevmiyor enteli sevmiyor şiir yazanı kültürlüsü kültürsüzü sevilmeyişin Nirvanası.
bide diyorum ki senin bu öyküleri wattpad da e kitap mı yapsan.
HakkınSesi
hap delisiydim de eskiden, şimdi çoğunu bıraktım. mide evet :(
öteki diye aslında güzel bir oyun düşünüyorum. bugün paylaştığın dantonun ölümü gibi, onun da etkisi oldu. onu da düşündüm. kitabını da almayı düşünüyorum hatta. paris komününe kadar gider devrimler elbette. bu arada biraz fetişist gelebilir ama ısrarla sevdiğim bir filmi öneriyorum. 'la vie de boheme' gibi bir şey yazabilsem, başka ne isterim dünyadan. Aki Kaurismaki ki, onun da filmleri.. neyse.. içim eziliyor.
yazalım arkadaş, dibine kadar.. :/
Tsukuyomi
ismet özel'in yıkılma sakınıyla daha bir güzel gider bu paris komünü işi :)
wattpad olayını bi araştırmak gerek dedim ama telif vb nasılmış ona göre sana bilgi veririm ben :)
gerçi geçen haberlerde gösteriyorlardı bi genç wattpaddan yazar olmuş falan ordan geldi aklıma
ismetler neden ünlü olmasın.
HakkınSesi
çayın parası mehmet veriyor zaten, bu eleman da 75 kr wc ücreti harici, 25 kuruşu almıyor 1 lirayı verince. çaylar 3-4 lira.
yazının ötekileştirme kısmı zaten hafif tutuldu. eleman girse oraya, mesela siz burada necip fazıla yöneltilmiş eleştirilerden ötürü sinirlenebilirdiniz :)
küsss
Siz de isi bilmiyorsunuz, yaptiginiz onca yorum bosa gitti ne yazik. Simdi yorum yaptiginiz yazi sahipleri forumda yazdiklarinizi okudularsa kendilerini tuzaga düşmüş gibi hissedebilirler. Sessiz kalsaydiniz keske:))
Saka bi yana..yaziya dair soyleyebilecegim o kadaaar cok sey var ki aslinda. Sadece canim cok ciddi konulara girmek istemiyo. Motor kismi cok uzamis bu arada, orda cok sıkıldım. Onun disinda su NFK gozleminize güldüm. Ama biraz da tanimis olsaydiniz galiba bunu soylemezdiniz. Dedim ya, her turlu asiriliga karsi savas acasim var. Evet, onun bendeki yeri apayri. Ama hakkiyla elestirecek biri olsa seve seve dinlerdim. Sadece su ulkemizdeki "sesi cok cikan muslumanlara nefret" bahanesi gecerli bi sebep degil nazarimda. Hepsi bu:)
HakkınSesi
şimdi şu nfk konusunda ise, motor kısmı yerine mesela mehmetle (mehmet okumuş etmiş avukat olsun diyelim) onunla ideolocya örgüsü kitabı üzerine tartışabilirdi eleman. nfk'yı tanımadığımı söylemedim, ne kadar tanıdığımı ya da tanımadığımı da söylemedim. mesela o ki, büyük doğudan beri (dergilerini okumuşum az çok :) , belki kitaplarını da okumuşumdur kimbilir) idea olarak gördüğü bir düzen var. ben bunun insan özünde imanı arttıracak bir söylem olmadığını ve gösteriş toplumu oluşturduğuna inanıyorum. ki, tasdikleyen çok kanıt da oldu zamanımızda.
küsss
Siz kendi acinizdan bakiyorsunuz gayet normal. Ama bi yazar bi insanin manevi hayatinda bi takim degisikliklere sebep olabiliyorsa gosteris toplumu oluşturması fikrini gayet sağlam bir yolla curutebilirim: Kalbimle.
HakkınSesi
müslüm toplumunda örneğin kendi içindeki bozukluklara ses verme pek olanaklı değildir ama biri noel dedi mi çıldırır millet. noeli ne yücelt ne de gebert, saygı duy geçek örneğin, müslümanın emri bil marufu tehditkar ve cehdi de gaza ediyor gibi hiddetli olmamalı. bu çağın içerisinde örnek bir müslüman aramanın kıtlığı vs.
uzatıyorum ama çürümeyecek kadar büyüdü ve beslendi bazı tutumlar.
küsss
Iyi geceler size.