- 746 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Hiç'lik...
Zamansızlığa gönül verenler zamanı yenebiliyor ya da öyle hissedebiliyor varsayalım. Bazen "an"lara bin yıllar sığdırabileceğine inanıyorum doğrusu. Bazı bazı kaç yaşam taşıyoruz içimizde diyorum kendi kendime, sınırsız, böylesine dirençli, korkusuz, kimsesizliğe endeksli... Şu zihnimizin dehlizlerinde dönüp duran abaküs hesabının muammasına tutulmuşuz galiba. Ara sıra sevgili dostlarımızın söylediği gibi ummandan kıyıya vurmuş ölü balık halleri yani... Bu halleri seviyoruz. Olduğu gibi, çocukça, kokulu, farkında, ölüme dahi başkaldıran bir nitelikte olmasını diliyoruz...
Kimi zaman yolda kaldığımızı ya da yol da bırakıldığımızı düşünüyoruz. Oysa, bizden önce yolda kalanlar yolda bırakmıştır bizi… Onlar bizden önce yolda kaldığı için ümitvar olamadılar doğrusu. Yola çıktığımızda, niyetimiz nereye varmak isterse oradayız biz! Nice emek versek de, belki de hala yayayız kimimiz... Yol dediğimiz cana kıyımmış, candan geçmedikçe başladığımız yerdeymişiz... İlk başlangıç noktasından, başladığımız yerden elimizi uzatmak hiç kimseye varamamakmış, çünkü hiçbir adım dahi atamamışız! Sevmek için azıcık yol almak zamanıymış… Yarın bile yar’a gidermiş. Yarın bile "yar"e dairmiş! Yarından geçmekse yar’dan da geçmekmiş!
Çoğunlukla sevmek konusunda ben’likten kaynaklanan karanlıklara düşüyoruz Karanlık dediğimiz kör bir kuyu belki, o kör kuyudan bir tutam ışık çıkarabilene gitmek isteriz. Yusuf’ dahi ana rahminden önce belki de o kör kuyunun rahminden doğmuştur?
Aşk’ta kanadımız kırılıyor çoğunlukla, şikayet ediyoruz kendimize yorarak. Halbuki kanadın kırmadan olur mu aşk. Sanıyoruz ki kuş tüyüdür yaşamak! Kanadın nerede kırılıyorsa oraya düşüyorsun biçare halde. Söz de yetmiyor bazen, konuşsan anlamsız, söz dahi sus diyor! Ahrazlık, ışığa körlük belki, ağır aksak düşürüyor candan geçilenin canı avuçlarına seni hiçliğe karışırcasına... Söz de ne ki. Söz ben yetimim diye haykırıyor! Sesiniz soluğunuz kesiliyor…
Suret olarak değil, usare olarak değil, tözünüzden insan olduğunuzu anlıyorsunuz. En güzel elbise odur diyorsunuz; ne varsa diğer giyinmelere dair soyunduk da geldik, sentez mentez topunu da öteledik, doğrusu budur; öyle bildik ölü bir hayat öpücüğü olmamak uğruna biz bu yola revan olduk diyorsunuz… Bilmiyorum o ne düşünür diye aklınızdan geçiriyorsunuz…
Bilmek mi gerekir illaki, belki de bilmemek gerek! Bilmeden boynunu kıldan ince etmek… Beden dediğimiz bizim soyut hapishanemiz belki de; ne kadar gerçek gözükse de, aklımıza koştuğumuz bir gardiyan belki kendisi; elimizin varmadığı bir anahtarı belinde taşıyor mahkumiyetimize... Ve bazen "ben"lik gözünden baktığımız pencereler parmaklık oluyor bize… En acınası mahkumiyet bu mudur? Bilirim tutsaklıktan çıkar en sağlam yürek acıları, en güzel eserler; kendi soyut hapishanemizden çıkacak olansa bize dair yokluk belki, bir bukağıdır kalbimize...
Hiç’liğe ermek dediğimiz ise, belki önce ruhun, sonra aklın, darasıyla kalbin kendi kendini yunması, varlığın, arınmışlığın ta kendisi... Aşk’ta kendini "hiç" etmeyene "aşk" ne gerek!. O’dur tutkularının mahkûmu, gelip de geçici bir hevestir kendisi... Var olduğunu sanan gelip geçip gitmişliktir… Onun var sandığı “hiç”likten de acizdir. Hiç’liğe erecek olan ise aklını, kalbini, o çok değer verdiği bedenin tatminini de sonsuzluğu toy edinir de yaşamayı bize gerçekten sevindirir… Nirvana nirvana dedikleri nedir? An’lara bin yıllar sığdırır belki….
Soyunmak gerek "ben" den, önyargılardan ki hiçbirimizin birbirimize karşı böyle bir hakkı yoktur; öyle derim.... Biz insan olarak kendi bünyemizde cennet ve cehennemi taşıyabilecek kadar yüce bir destanız kanımca… En güzel olanda; her şey bizim elimizde, neyi yaşamak istiyorsak onu seçiyor, onu yaşıyoruz… Değiştirebileceğimiz her şey bizim sorumluluğumuzda; değiştiremeyeceklerimiz ise acısıyla tatlısıyla bizim canımız kaderimiz kabul etmek zorunda olduğumuz... Zavallı şikayetlerimiz ise şair dostumun şiirlerinde slogan olmuş tabirle bir "vaveyla!"dan ibarettir.
Hidayet DAL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.