- 463 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BAYRAM
MAZİYE YOLCULUKLAR – 66
Beş altı bin nüfuslu şirin mi şirin, yeşil mi yeşil Kâhta isimli bir ilçe vardı.
Büyük bir köye daha dönüşmemişti…
Çocukluğumda, çeşitli medeniyetlerin gelip geçtiği bu topraklarda saf dürüst insanlar yaşardı…
Bu insanların ne gözleri gizli kamera, ne de kulakları radardı…
Dostluklar öyle güzeldi ki arkadaş arkadaşı için gözünü kırpmadan canını adardı…
Komşu komşunun namusunu kendi namusu olarak görür, insan olmanın hazını tadardı…
Büyük çoğunluk güzel insan olmak için nefsini terbiye eder, kendi hatalarını kendisi budardı.
İnsanlar birbirine yardımı görev bilir, elinden geleni yapmak için zevkle yardıma koşardı…
Çabuk ve haramla köşe dönme hastalığı olmadığından, insanlar alın teri dökerek yaşardı…
Bir hata yapan olsa anne babalar utançlarından yerin dibine girer, akrabalar, komşular üzülür, şaşardı…
İnsanlar birlik beraberlik içinde en zor sorunları, kolaylıkla aşardı…
Böyle güzel insanlarla beraber kutladığımız sevginin, saygının, dayanışmanın, barış ve kardeşliğin doruklara çıktığı çocukluğumun o güzel bayramlarını özlüyorum…
Ramazan ayı yaklaşırken minik yüreklerimizi büyük bir heyecan kaplardı… Orucun ilk gününü, ilk teravi namazını dört gözle beklerdik…
Evde Ramazan ayı hazırlığı başlardı…
Kâhta çayı kenarında bulunan Horik su değirmenine, merkebin sırtına yüklediğimiz buğday dolu çuvalı götürürdüm. Değirmenci buğdayı öğütür, unu çuvala doldururdu. Büyük bir çuvaldıza geçirdiği iple çuvalın ağzını dikerdi. Çuvalı birlikte merkebin sırtına yükler, kendirle sağlam bağlardı.
Merkep önde, benim gözlerim çuvalda yokuşu tırmanırdık.
Çuval bir tarafa doğru eğilmeye başlarsa hemen düzeltirdim. Düzlükteki bağlara kavuşunca sevinirdim. Eve kavuşunca dünyalar benim olurdu.
Un yoğrulur, yumak yapılırdı… İncecik açılmış yufka ekmekler kızgın sacın üzerinde nar gibi kızarırdı.
Ekmek sepetinin içi dolar, bir o kadar da üstünde yükselirdi. O kadar çok yufka yapılırdı ki Ramazan ayı boyunca yeterdi.
Babam çay, şeker, zeytin, helva alırdı.
İlk gece davulun sesi gelmeden bütün aile ayakta olurdu.
Bizim evlerde sofraların sultanı olan bulgur pilavının suyu kaynardı.
Davulcu bizim sokağa girince, annem tahta sandıktan kuru üzüm, yufka inceliğindeki katlanmış pestil ve ceviz çıkarır davulcuya vermemiz için bize verirdi.
Kuru üzüm, pestil ve ceviz alır aşağı iner, davulcunun kapımızın önüne gelmesini beklerdik.
Davulcular hangi kapının önünde tokmağı daha canlı vuracaklarını bilirlerdi. Bizim kapımızın önünde canlanan tokmağa hediyesini verirdik.
Onlar sevinirdi, biz sevindik.
Bazı geceler, gençler kendi aralarında toplanır, çeşitli oyunlar oynayarak sokaklarda gezerlerdi.
Kapılarını çaldıkları evlerden hediyelerini alırlardı.
Amaç eğlenmekti. Ramazan ayını güzelleştirmekti.
Ramazan ayında camiler dolup taşardı.
Bazı çocuklar yanlarında toplu iğne getirirlerdi. Kurban seçtikleri çocuğun arkasındaki safa otururlardı. Çocuk secdeye eğilince kaba etine toplu iğneyi batırırlardı. Canı acıyan çocuk “yandım anam” sesiyle camiyi inletirdi.
Teravi namazı bitene kadar beş-on çocuğun çığlığını duyardık.
İğneyi batıranlar, hep yanlarında oturan çocukları suçlarlardı.
Suçlu belli olmazdı… Babam yanımda oturduğu için öyle bir şey yapmayı hiç düşünmedim.
Camide yaramazlık yapmak günahtır diye çok korkardım.
Oruç tutmak, bizim için midenin dinlendirilmesi, boş bırakılması değildi. Dilimiz, elimiz, gözümüz otuz gün boyunca kurallara daha çok uyardı.
Yüreğimizdeki güzellikler katlanır, maddi durumu iyi olmayan komşularımızın yardımına daha fazla koşardık.
Yardımlar reklâm amaçlı olmadığı için gizli yapılırdı.
Yardım yapan insanlarımız “Allah bilsin yeter” derlerdi.
Ben, okulda olmadığım saatlerde babamın demirci dükkânına giderdim.
Genellikle sabahın erken saatlerinde kasaplardan alınıp getirilen koyun ve keçilerin kelle ve ayaklarını ateşte üter, bıçakla temizlerdim.
Çocuklara telden arabalar yapardım. Kendi harçlığımı çıkarırdım.
Ramazan ayında kazandığım parayı biriktirir, bayrama saklardım.
Bayramlıklarımın parası ve bayram harçlığım birikmiş olurdu.
Babama bile yük olmak istemezdim.
Çocukluğumdan beri alın terimle geçindiğim için asalakları sevmem.
Helal lokmanın tadı daha güzeldir.
Bayrama bir hafta kala evlerde yoğun bir çalışma başlardı.
İlk iş olarak kerpiç duvarlar kireçlenirdi. Ev temizlenirdi. Bayram ekmeği yapılırdı. Avluda büyük kazanlarda su ısıtılırdı… Çamaşırlar yıkanırdı…
Bayrama bir iki gün kala un süt, yağ ve şekerle yoğrulurdu… Bayram için peksimet ve kahkeler yapılır, taş fırında pişirilirdi.
Her fırında sıra alınır, kuyruğa girilirdi.
Bayram sabahları, yastıkların başında bekleyen yeni giysilerle, ayakkabılarla karşılanırdı.
Gün doğmadan bir tatlı telaş başlardı.
Biz çocuklar yeni giysilerimiz içinde, duvara asılı işlemeli boy aynasında kendimizi süzerdik. Annemiz bayram yemeği ile uğraşırdı.
Annemiz kazanlarla çeşitli yemekler yapmak zorundaydı.
Babamızla bayram namazında döndüğümüzde, yanımızda köylerden namaza gelmiş on – on beş konuğumuz olurdu.
Her bayram aynı şeyler yaşanırdı.
Konuklar ağırlandıktan sonra mezara gidilirdi. Kuran okunur, dualar edilirdi.
Mezardan döndükten sonra bayramlaşma başlardı…
Komşular, akrabalar ziyaret edilirdi.
Kız çocukları arkadaşları ile Kâhta’nın hemen altında bulunan bahçelere giderdi.
Yanlarında götürdükleri el yapımı kalın iplerle salıncaklar kurarlardı.
Erkek çocuklar aldıkları bayram harçlıkları ile yer, içer, kiralık bisikletlere binerlerdi.
Bayram, biz çocukların en mutlu olduğu günlerdi.
Büyüklerimiz, mutluluğumuzdan mutlu olurlardı. O günleri unutmak mümkün değil.
Mazide yaşadığım o güzel bayramlar bu gün yok.
Gurbet ellerinde her bayram benim için hüzündür. Yalnızlıktır. Gözyaşıdır. O güzel günlere büyük özlemdir.
Gurbet ellerinde her bayram yaralı yüreğimin yeniden kanamasıdır. Annesizliktir, babasızlıktır.
Bayram günleri, genç yaşlarında yitirdiğim güzel canları yeniden anar, acılarını yeniden yaşarım.
Bayram günleri, çocukluğumda komşu olduğumuz o güzel insanlara yazılarımla, şiirlerimle saygılarımı iletmeye çalışırım.
Bayram günleri, öğretmenlerime, esnaflarımıza, babamın dostlarına, o günleri birlikte yaşadığımız tüm güzel insanlara yürekten teşekkür ederim.
Bayramı mazide yaşarım…
Yüreklerinize güzellikler dolsun…
YORUMLAR
Yıllar öncesi, çocukluğuma gittim. Anadolu'nun doğusu da güneyi de kuzeyi de aynı. Eski fakirlik, dostluk, güzel akraba ilişkileri, dene-nine , amca-hala kalabalık aile. İftar heyecanı, sahur telaşı hep aynı. Kahta'nın ramazan serüvenini güzel anlatmışsınız. Bu yazılar ileride kaynak olacak, sosyolojik yönleri ele alınıp, eskiden bu hayatlar da varmış diye bakacaklar. Tebrikler ediyorum.