ATATÜRK VE ANNESİ ZÜBEYDE HANIM
DÜŞLER ve DÜŞÜNCELER
YAHYA AKSOY
ATATÜRK VE ANNESİ ZÜBEYDE HANIM
"Mustafa Kemal,sonraki adıyla Kemal Atatürk, yirminci yüzyılın ilk yarısını olağanüstü kişiliğiyle etkilemiş büyük bir asker ve devlet adamıydı." Lord Kınross
"Şuna inanmak lâzımdır ki ,dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir."
Mustafa Kemal-1923
Atatürk Selanik’te 1881 yılında Müslüman, Türkçe konuşan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası devlet memuru Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde hanımdı. O dönemde Müslümanlar soyadı kullanmıyorlardı. Resmi kimlik ,nüfus kütüğündeki kayıtlara göre idi. Bu kayıtlar her bireyin adını,ana-baba adını,dinini,doğum yerini ve yılını gösteriyordu.Atatürk’ün annesi, babası ve bütün akrabaları ana dil olarak Türkçe konuşmaktaydılar.
Resmi nüfus kayıtlarına göre Atatürk ,Rumi takvimin 1296 yılında doğmuştu ve bu yıl 13 Mart 1880/12 Mart 1881 arasında yer almaktaydı.Annesi, "Mustafa’yı "kırk gün soğukları devam ederken" ilk baharda belki de mayıs ayında dünyaya getirdiğini söylemekteydi. Mustafa Kemal , Emperyalist İtilaf devletlerine karşı kurtuluş mücadelesini başlatmak için 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a ayak bastığı günü haklı olarak doğum tarihi günü kabul etmiştir
Göbek bağı kesilirken bebeklere, Hz. Muhammed’e verilen unvanlar ya da dinsel bağlantıları olan diğer isimlerin verilmesi geleneği gereği "Seçilmiş Kişi" anlamına gelen Mustafa ismi verilmişti.
Geniş araştırmalar sonucunda yazdığı " ATATÜRK Bir Milletin Yeniden Doğuşu" eserinde Lord Kınros şöyle demekte: "Türklerin Makedonya’yı almalarından sonra Anadolu’nun göbeğinden gelen köylülerin yerleştirldikleri yerdi. Bu yüzden Zübeyde Hanım, damarlarında ilk göçebe Türk kabilelerinin torunları olan ve hâlâ Toros dağlarında özgür yaşamlarını sürdüren sarışın yörüklerin kanını taşıdığını düşünmekten hoşlanırdı. Mustafa da annesine çekmişti;saçları onun gibi sarı,gözleri onun gibi maviydi.Annesinin, üzerindeki etkisi büyük oldu. Bir halk kadını olan ve bundan başka türlü görünmek de istemeyen Zübeyde Hanım güçlü bir iradeye ve sağlam bir köylü güzelliğine sahipti. Doğuştan akıllı bir kadındı..."
Zübeyde Hanım, Rumeli’de "Konyarlar" diye anılan türkmen bir aile olan Sofuzade Feyzullah Efendi ile Ayşe hanımın çocuğu olarak 1857’de dünyaya gelmiştir. Ailesi 1466’larda Karaman’dan gelerek Edessa Sancağına bağlı sarıgöl’e yerleşmiş ve daha sonra Selanik yakınlarında Langaza göçmüştür.İlkokul öğretmeninin oğlu Ali Rıza Efendi ile !870/71 yılında evlenmiş olan Zübeyde Hanım, eşinin vefatından sonra çocuklarını büyük bir fedakârlıkla yetiştirmiş örnek bir Türk kadınıdır. Oğlunun başarılarını gördükten sonra 14 Ocak 1923 tarihinde İzmir’de hayata gözlerini kapamıştır.
27 Ocak 1923’de annesinin başında Mustafa Kemal şunları söylemiştir:
"Zavallı annem, bir zamanlar kurtuluşu bütün bir ulus için ülkü olmuş İzmir’in kutsal topraklarına vücudunu emanet etmiş bulunuyor. Ölüm , yaratılışın en doğal bir yasasıdır.Böyledir ama yine de üzüntü verici belirtileri vardır.Burada yatan annem,zulmün, zorbalığın,bütün ulusu uçuruma götüren kural dışı yolsuz bir yönetimin kurbanlarından biridir.Bunu açıklamış olmak için , izin verirseniz, acılı yaşamının belirgin birkaç evresini aydınlatayım.
Abdulhamit günlerinde idi.1905 yılında okuldan kurmay yüzbaşı olarak çıkmıştım.Hayata ilk adım atıyordum.Ama bu ilk adım hayata değil zindana rastladı.Gerçekten de beni bir gün aldılar ve yolsuz yönetimin zindanlarına koydular.Orada aylarca kaldım.Annem bunu ancak ben zindandan çıktıktan sonra duydu.Ve hemen beni görmek için koşup İstanbul’a geldi.Ama orada kendisi ile ancak üç beş gün konuşabildim.Çükü yeniden o kötü yönetimin jurnalcıları,casusuları ve cellâtları oturduğumuz yeri sarmış, beni yine alıp götürmüşlerdi.Anam ağlayarak arkamdan geliyordu. Beni sürgüne götürecek olan vapura bindirirlerken o kadar çok istediği halde benimle görüşmesi yasaklandı da göz yaşları içinde Sirkeci rıhtımında tek başına kalakaldı.Sürgündeki korkutucu günlerimi o, gönül kaygıları ve göz yaşları ile geçirdi. Sonra; Mütareke yıllarında ben Anadolu’ya geçince de annemi yine kaygılı ve kuşkulu olarak İstanbul’da bırakmak zorunda kaldım.Yanımda kendisinin bana arkadaş diye verdiği bir adam vardı.
Onu Erzurum’dan İstanbul’a gönderdiğim zaman annem, tek başına geldiğini duyunca, benim için Padişahın " asılsın" fermanının yerine getirildiğini sanıp inmeli oldu. Ondan sonrası savaş ve uğraş yılları onun günlerini hep kaygıya, derde ve üzüntüye boğan nedenlerle dolu geçti... Son bir iki yıl içinde onu İstanbul’dan kurtarıp yanıma getirebilmiştim.Ona kavuştuğum zaman o artık yalnız duygularıyle yaşıyordu.
Annemi yitirmekten çok üzgünüm. Ama benim bu acımı gideren bir avuntum var; Anayurdu yoksulluğa, yokluğa sürükleyen yönetimin, artık bir daha geri gelmeyecek gibi yokluğun mezarına götürülmüş olduğunu görerek ölmüş olmasıdır. Annem şimdi bu toprağın altında;ama bu toprağın üstünde Anayurt bütünlüğü ve ulus egemenliği dünyanın sonuna kadar sürecek; beni avutan en etkili güç işte budur.Evet,ulusal egemenlik dünyanın sonuna kadar sürüp gidecektir.Annemin ve bütün atalarımın ruhunu tanık tutarak vicdanımdan kopan andı bir daha söyleyeyim:
Annemim mezarı önünde ve Tanrının yüce katında söz verip and içiyorum ki ulusumun bu kadar kan dökerek elde ettiği egemenliğin korunması ve savunulması için gerekirse annemin yanına gitmekten çekinmeyeceğim. Ulus egemenliği uğrunda canımı vermek, benim için vicdan borcu olsun, namus borcu olsun."
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.