16
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1681
Okunma
Değerli dostlar.
Ben dört duvar arasında kalması gereken ailevi sorunları sanal aleme taşıyarak bunları kimi sanal, kimi gerçek hayatta da tanıdığım dostlarla paylaşmayı uygun bulan bir insan değilim. O bakımdan kısa ve öz olarak bir konuya değindikten sonra bu günkü yazıma geçeceğim.
Kısa ve öz olarak durum şu:
Bu senenin 25 Martında sekiz sene önce boşanmış olduğum eski eşimle tekrar bir araya gelme kararı almıştık. Bir araya da geldik ancak her ikimiz açısından da gördük ki testi kırıldıktan sonra ne kadar yapıştırırsan yapıştır bir yerlerden sızıntı oluyor yine de. Yani yürümüyor. Sekiz sene önceki filmin kaldığı yerden aynı sahnelerle devam ettiğini gördük her ikimiz de. Değişen hiç bir şey yoktu yani.
Sonuç itibariyle kendimize bir şans daha vermek için çıktığımız bu yolda ‘’Acaba bir kez daha denesek olur mu?’’ düşüncesiyle ele aldığımız bu ikinci girişim de fiyasko ile sonuçlandı.
‘’Olan her işte bir hayır vardır’’ düsturu mucibince ‘’Hayırlısı Allah’tan’’ dedik ve kırmadan, dökmeden tekrar ayrıldık.
Evet…Madem ki ailevi meseleleri başkalarıyla paylaşmaktan hoşlanan biri değilim o halde tüm bunları niçin yazdım?
Bundan sonraki yazılarımda artık Elif Nur ve Yunus olmayacak. Fethiye de olmayacak. Olmayınca da dostlar merak edecekler ‘’ neden?’’ diye. İşte o neden sorusuna ayrı ayrı cevap vermek yerine böyle toplu bir bildirim yapayım dedim.
Tüm dostlara sonsuz selam ve sevgiler.
-----------------------------------------------------------------------------------------
Şimdi gelelim ana konuya.
--------------------------------------------------------------------------------------------
‘’Hay senin kızının da anasının da, senin de yedi göbek sülalesini’’ diye başlayıp feci bir sin-kaflı küfür savurmuştum içimden. ‘’Ulan zaten babam yeterince ezmişti. Bir de senin ezmene gerek var mıydı pezevenk !’’ diye düşünüyordum. Hani babamın hatırı olmasa, daha doğrusu korkusu, o namussuz ahbabının yüzüne karşı derdim ‘’ Ne yapalım senin şıllık kızın sınıfı geçtiyse, hemi de takdirname aldıysa, ben iki dersten beklemeye kaldım diye intihar mı edeyim yani?’’ diye.
İstanbul’un en zor liselerinden olan Bakırköy Lisesinde okuyordum. Son sınıfa gelmiştim zar zor. Üniversite sınavlarında da başarılı olmuştum üstelik ama gel gör ki lanet olasıca Matematik ve Fizik dersinden sınıfta kalmış, Eylül ayında yapılan ikmal imtihanlarında da başarılı olamadığım için beklemeye kalmıştım. Yani bir sene bekleyecek, ertesi sene bu iki dersten sınava girecek ve başarılı olursam ancak öyle alacaktım diplomayı.
Evet beklemeye kalmıştım. Oysa bu gün olduğu gibi not ortalaması ile sınıf geçmek mümkün olsaydı kesinlikle sınıf geçerdim. Çünkü o dönemlerde notlarımızın ortalaması ne olursa olsun mecburi olarak sınava girdiğimiz derslerden çok yüksek notlar almıştım ki hiç unutmam: İngilizce 10 ( Notlar on üzerinden verilirdi o dönemlerde [ Sene 1972-1973] ) Kimya: 10, Edebiyat :8 di ama Matematik: 0, Fizik:0 dı.
Mecburi sınava girmediğimiz derslerim de oldukça iyiydi. Kötü olan sadece Matematik ve Fizikti.
Aslında bu durumun suçlusu da ben değildim çünkü o dönemlerde Liselerde sadece iki bölüm vardı: Fen Bölümü, Edebiyat bölümü. Ben dilekçemi Edebiyat Bölümü için yazmıştım ama babam öfkeyle ‘’Yazar olup açlıktan sürünecek misin?’’ diyerek dilekçemi yırtmış, ben de çaresiz Fen bölümünü seçmek zorunda kalmıştım. Yani korkulu rüyalarım olan Matematik ve Fizikten kaçış yoktu bana. Turan Tanın ( matematik ders kitabının yazarı ) ve Reşat Otman ( Fizik ders kitabının yazarı ) canıma okuyacaktı velhasılı. Nitekim de okumuşlardı.
Komşu Hayrettin amca daha çayından bir yudum bile zıkkımlanmadan ‘’ Sami oğlumuz ne yaptı. Geçti mi sınıfını?’’diye sormuştu babama?
Ulan gavat sana ne benim sınıf geçip geçmediğimden. Ye kurabiyeni, böreğini, zıkkımlan çayını, def ol git.
Babam, sanki ben affedilemeyecek bir suçtan hapse düşmüşüm gibi başı önünde ‘’ Maalesef çaktı eşşoğlu eşek’’ deyince Hayrettin amca ‘’ Aaaaa bak hiç olmadı. Benim kızım takdirname ile geçti’’ dedi. Ben içimden ne kadar küfür varsa ederken, babam Tokat ezmesine döndü adeta. Evet acılı Tokat ezmesi oldu. Resmen ezim ezim ezildi.
Babam sinirli sinirli yüzüme baktıktan sonra ‘’ Sen burada laf dinleyeceğine derhal odana git derslerine çalış’’ dedi.
İkmal imtihanında da başarısız olduğum andan itibaren zaten ders çalışmaktan başka bir halt ettiğim yoktu ki. On sekiz- on dokuz yaşlarında bir delikanlıydım ve evden dışarı adımımı atmam yasaklanmıştı. Nadiren üvey annem acırdı da babama yalvar yakar ederek bir saatliğine Kartaltepe parkına gitmeme izin verilirdi. Artık gece gündüz ders çalışıyordum. Çözümlü yardımcı ders kitapları almış, ders kitaplarındaki tüm problemleri ezberlemeye çalışıyordum. Evet..Ezberliyordum. Çünkü nasıl çözüldüklerini , çözmem için ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Matematik ve Fizik ile ezberlemek kavramı taban tabana zıt ise de benim yaptığım buydu. Gece uykuları dışında bazen midem bulanıncaya kadar ders çalışıyordum. Sırf hayatımda bir değişiklik olsun diye sigara içmeye de o zaman başladım. Oysa lise yıllarımda okulda gizli gizli sigara içenlere ‘’Aptallar’’ derdim.
Bir kaç kez ecza dolabımızda bulunan ilaçlardan bir avuç yutarak intihar girişiminde bulundum ama namussuz ilaçlar beni öldüreceklerine aksine gece rüyalarıma sülün gibi hatunların girmesine, dolayısıyla da gece gece kalkıp soğuk su ile banyo etmeme sebep oldular hep. Benim aslan babam yoksa cinsel gücü arttırıcı ilaçlar mı kullanıyordu? Sekiz çocuk babası olduğuna göre Allahu alem öyleydi. Bir başka komşumuz olan Muhibe Hanım ‘’ Kamil Bey bu kadar erkek çocuğu nasıl yaptınız?’’ diye sorduğunda kasıla kasıla ‘’ Biz onun formülünü biliyoruz bacım’’ derken kast ettiği formül bu ecza dolabındaki haplar olabilir miydi? Dedim ya Allahu alem.
Neyse efendim. Ölsen ölemiyorsun, yaşasan yaşamak değil hayatın. Kaçıp annemin yanına gitsem o da olmuyor zira mermer fabrikalarında mermer tozu soluyarak çalışan kardeşlerim ancak kendi karınlarını doyuruyorlar. Böyle bir aileye bir boğaz daha eklemek, hele bir de üniversite hayallerim var her şeye rağmen…
İşte bu minval üzere hayatımı idame ettirirken bir gün babam ‘’ Hacı Amca’nın yanında sana iş buldum’’ deyince sevinçten neredeyse ayaklarına kapanacaktım.
Hacı Amca mahallemizin muhtarıydı. O zamanlar 25.000 nüfusu olan Bakırköy-Kartaltepe Mahallesinin değişmez muhtarıydı. Yapılan tüm yerel seçimlerde mutlaka Hacı Amca muhtar seçilirdi ki bir trafik kazasında öldüğü 1975 yılı Ağustos ayına kadar hep o muhtarlık yaptı.
Asıl adı Yusuf Nurel’di ama Herkes ona Hacı Amca derdi. Yaklaşık yetmiş- yetmiş beş yaşlarındaydı o zamanlar. Lakin değme delikanlılara taş çıkartacak kadar dinç ve zinde idi.
Babamın daktilo tamircisi olması sebebiyle ona ‘’ Bana daktilo bilen bir eleman lazım. Tanıdığın biri var mı?’’ diye sorunca babam direkt beni işaret etmiş. Anlayacağınız artık Kartaltepe Mahallesi Muhtarının katibiydim. Mahalleliye lazım olan ikametgah, nüfus cüzdanı sureti, iyi hal kağıdı ( Muhtarlıktan alınıyor o dönemlerde ), Nüfus kayıp ilmuhaberi, evlenme evrakları vs. belgeleri ben yazıyorum külüstür Remingtonda, Hacı Amca sadece imza atıp mühür basıyor. Ben arasıra dilekçe filan da yazarak ayrıyeten yolumu buluyorum.
Hem para kazanmak hem de evdeki o çileli hayattan kurtulmak çok güzel olmuştu.
Hacı Amca eski Kuvay-i Milliyecilerden olup aslen Bursa- Kestelliydi. Bursa’da Yunanlı işgalcilere ve Rum çetelerine karşı yaptıkları mücadeleleri anlatırdı arasıra. Ki o dönemlerde henüz on beş- on altı yaşlarında bir çocukmuş.
Tıpkısının aynısı Hulusi Kentmen’e benzerdi Hacı Amca. Onun gibi yukarıya kıvrılmış pala bıyıkları vardı. Ama Hulusu Kentmen’e nazaran daha bir sertti. Daha ilk işe başladığım gün kurallarını koymuştu: 1- ‘’ Benim yanımda asla sigara içmeyeceksin. Daha doğrusu ben sigara içtiğini görmeyeceğim. Yoksa o sigarayı burun deliklerinden içeri sokarım’’ ( Kendisi içerdi rahmetli. ) 2- ‘’Muhtarlığa gelen bayanlara ve özellikle genç kızlara asılmayaksın aksi takdirde bacaklarını kırarım’’ 3- ‘’Senden bir kişinin adresini soranlara asla adres vermeyeceksin. Böyle bir durum olursa Hacı Amcaya sorun. Ben bilmem diyeceksin’’ ( Bu bir kaç sebeple gerekiyordu aslında: A-Bazı kişiler kan davalılarını muhtarlıklar vasıtasıyla buluyorlardı B- Bazı kişiler boş konak ve arsaların sahiplerini bizim vasıtamızla bulup, bize herhagi bir komisyon vermeden emlak işi yapıyorlardı.)
Bana karşı böyle kuralları olan Hacı Amca’nın mahalleliye karşı kuralları da aşağı yukarı aynıydı. Yani o günlerde de Türkiye’nin en modern ve çağdaş ilçelerinden biri olan Bakırköy’ün Kartaltepe Mahallesinde genç olsun orta yaşlı veya yaşlı olsun hiç kimse serserilik yapamazdı. Kafayı çekip sokaklarda nara atamazdı. Kızlara laf atma, sarkıntılık olmazdı. Gece geç vakitlerde sokaklarda yalnız başına dolaşan on sekiz yaşından küçük kızlara rastlanmazdı. Ya da oldukça gizli ve ‘’Aman birileri duyarsa.’’ endişesi içinde kaçamaklar yapılırdı. Kısacası bu gün artık çağ dışı olarak gördüğümüz, hatta faşist bir tutum olarak yadırgadığımız ve ‘’ Mahalle baskısı ‘’ diye dudak büktüğümüz bir oto kontrol sistemi vardı. Herkes bir diğerinden sorumluydu. Sokakta serbestçe sigara içtiğim için otuz yaşlarındaki ağabeyler tarafından ‘’Ulan senin yaşın ne başın ne serseri’’ diye enseme tokat yiyerek elimdeki ve cebimdeki sigaranın alındığı çok olmuştur. Yani 25.000 nüfüslu bir İlçede sadece Hacı Amca’nın marifeti değildi genel asayişin sağlanması. Ama yine de Hacı Amcanın rolü oldukça büyüktü.
Bir gün muhtarlığa gelen bir yabancı genç, kendisi gibi muhtarlığa gelmiş olan bir kadının cüzdanını çarpıp kaçınca beş dakika geçmeden Hacı Amca tarafından ensesinden yakalanacağını hiç hesap etmemişti tabii ki. Kadın ‘’ Cüzdanım ‘’ dediği anda Hacı Amca dışarı çıkan ve koşmaya başlayan gencin peşine düşmüş beş dakikaya kalmadan genci etkisiz hale getirmişti. Genç, yaka paça muhtarlığa, kadının huzuruna getirildiğinde yetmiş beş yaşlarında bir adamdan yediği balyoz gibi yumruklardan daha ziyade bu yaşta bir insanın nasıl olup da o kadar hızlı koşabildiğinin şaşkınlığı içindeydi. Üstelik de ağzındaki sigarayı bile atma zahmetinde bulunmayan bir ihtiyarın.
O zamanlar bazen kızardım Hacı Amca’ya. İçimden ‘’Sana ne yahu elin hırsızından, arsızından, serserisinden. Bırak gençler rahat rahat içsinler sigarasını sana ne? Bir delikanlı bir kıza laf atıyormuş. Derdi seni mi aldı be mübarek? Anası mısın, babası mısın? ‘’derdim. Mahallenin benden yaşça büyüklerine de kızardım tabii ki. Neymiş efendim kapımın önüne atmışım sandalyeyi, bacak bacak üstüne atmış otururken yaşlı biri geçince toparlanacak mışım. Neden? Elin moruğu yoldan geçiyor diye kalkıp selam vermek ve saygı göstermek zorunda mıyım? Babam mı dedem mi’’ derdim.
Çok çok yanıldığımı öğretmen olduğum zaman anladım.
Görev yaptığım yerlerden birinde okul müdür yardımcısıydım. O günlerde öğrencilerin öyle uzun saçla okula gelmeleri yasaktı malum. Bir kaç öğrenciyi saçları uzun diye uyardım. Ertesi gün baktım yine saçlar traş edilmemiş. Daha sonra bir kaç kez daha uyardım ama özellikle bir tanesi uyarılarıma aldırış etmedi. Ben de makası alarak saç perçemlerinden ufak bir tutam kestim.
Akşam köyün kahvesinde öğretmenlerle okey oynuyoruz. Saçından azıcık kestiğim öğrencinin velisi yanıma geldi. ‘’ Hoca, seninle özel bir konu konuşacağım. Az dışarı çıkar mısın?’’ dedi. Adamın niyetini anlamıştım. ‘’ Ne diyeceksen burada de. Yabancı yok aramızda’’ diye cevap verdim. Adam ille de ‘’Dışarıda konuşalım’’ deyince arkadaşlara baktım. Arkadaşlar da adamın niyetinin bozuk olduğunu görmüşlerdi ama hiç birisi kıpırdamadı bile. Bu arada köylüler de oyunlarını bırakıp bize bakıyorlar ama onlardan da kıpırdıyan yok.
Neyse…Dışarı çıktık. Daha çıkar çıkmaz adam ‘’ Bana bak hoca…Ben adamın ceddini s… rim.’’ Diye bastı küfürü. Ben ‘’ Ne oluyor yahu. Sorun nedir?’’ diye sorunca ‘’ Ben o çocuğun kılına bile dokunmamışım bu güne kadar. Sen nasıl onun saçlarına dokunursun’’ dedi ve pis pis küfürlerine devam etti. Karşılık versem kavga olacak. Kavga olsa köylüler kesinlikle benden tarafa olmayacaklar. Çünkü içeride hepsi duyuyorlar adamın bana ettiği küfürleri. Arkadaşlar da korkuyorlar dışarı çıkıp adama ‘’ ne yapıyorsun sen yahu?’’ demeye. Sadece bir arkadaşım çıkıp ‘’ Ne oluyor yahu?’’ diye sorunca adam dediğim bu insanlıktan nasibini almamış yaratık arkadaşımı da itti.
Ben alttan alıp karşılık vermeyince adam bir kaç küfür daha edip ve de ‘’ Bir daha o çocuğa dokunursan senin öteki ayağını da kırıp omuzuna vermezsem dünyanın en şerefsiz insanıyım’’ diye tehdit edip içeri girdi.
İçeride köylüler kendi aralarında homur homur konuşuyorlar ‘’ Eeeee. Hoca hakketti. Biz çocuklarımızı saçlarını kesin, onlara eziyet edin diye mi okula gönderiyoruz.’’
Ya tamam ben belki o çocuğun saçını kesmekle hata etmiştim ama o anasını sattığımın kılık kıyafet yönetmeliğini ben çıkarmamıştım. O yönetmelik ‘’ Saçlar üç numara olacak’’ diyordu. O yönetmeliğe uymadığım zaman gelen müfettişler ensemde boza pişiriyorlardı. Öte taraftan bir veli bana kahvede ‘’Senin ceddini s…rim ‘’ diye hakaret ettikten sonra benim o çocuğa kaliteli bir eğitim vermemi nasıl bekleyebilirdi? Ya da benim yaptığım bir hatanın cezası bu derece iğrenç mi olmalıydı?
İşte o zaman Hacı Amcayı çok aradım. O mahalle baskısı dediğimiz şeyi çok aradım. Eğer sene 1989 değil de 1972-1973 olsaydı ben o hakaretleri yemezdim diye düşünüyordum o anda.
Sene 2015… Kocaeli’nin Gebze İlçesi’nde Arapçeşme Mahallesi Muhtarı Remzi Kandaz, Sosyal medyada bir tweet paylaşmış ve yukarıdaki resimde okuduğunuz şeyleri ( Bir nevi manifesto) dile getirmiş diye adamı topa tuttular. Adamın ne imparatorluğu kaldı ne padişahlığı, ne de faşistliği. Ama biliyor musunuz biz öğretmenlik yaptığımız yıllarda veliler ceddimize sin-kaf yaparken şimdi artık direkt öğrenciler yapıyorlar sin-kafı ve bu durumun sorumlusu maalesef biz öğretmenler değil bir zamanlar her mahallede olan mahalle baskısı denen olayı kaldırıp onun yerine hedonizmi[] oturtanlardır. Hacı Amca ve daha pek çok mahalle baskıcılarının(!) birer birer tarih sahnesinden çekilmelerinin, onların çağ dışı görülmelerinin, kısaca mahalle ruhu denen mefhumun ölmesinin sonucudur.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------
[]Hedonizm: Felsefede, zevkin, yaşamdaki tek ya da temel iyi olduğunu söyleyen ve ideal davranış biçimini zevkin peşinde koşmakla açıklayan öğretidir.