- 1654 Okunma
- 16 Yorum
- 0 Beğeni
MAHALLEDE GECE GEÇ VAKİTTE YALNIZ DOLAŞAN KIZLARI DÖVERİM.
Değerli dostlar.
Ben dört duvar arasında kalması gereken ailevi sorunları sanal aleme taşıyarak bunları kimi sanal, kimi gerçek hayatta da tanıdığım dostlarla paylaşmayı uygun bulan bir insan değilim. O bakımdan kısa ve öz olarak bir konuya değindikten sonra bu günkü yazıma geçeceğim.
Kısa ve öz olarak durum şu:
Bu senenin 25 Martında sekiz sene önce boşanmış olduğum eski eşimle tekrar bir araya gelme kararı almıştık. Bir araya da geldik ancak her ikimiz açısından da gördük ki testi kırıldıktan sonra ne kadar yapıştırırsan yapıştır bir yerlerden sızıntı oluyor yine de. Yani yürümüyor. Sekiz sene önceki filmin kaldığı yerden aynı sahnelerle devam ettiğini gördük her ikimiz de. Değişen hiç bir şey yoktu yani.
Sonuç itibariyle kendimize bir şans daha vermek için çıktığımız bu yolda ‘’Acaba bir kez daha denesek olur mu?’’ düşüncesiyle ele aldığımız bu ikinci girişim de fiyasko ile sonuçlandı.
‘’Olan her işte bir hayır vardır’’ düsturu mucibince ‘’Hayırlısı Allah’tan’’ dedik ve kırmadan, dökmeden tekrar ayrıldık.
Evet…Madem ki ailevi meseleleri başkalarıyla paylaşmaktan hoşlanan biri değilim o halde tüm bunları niçin yazdım?
Bundan sonraki yazılarımda artık Elif Nur ve Yunus olmayacak. Fethiye de olmayacak. Olmayınca da dostlar merak edecekler ‘’ neden?’’ diye. İşte o neden sorusuna ayrı ayrı cevap vermek yerine böyle toplu bir bildirim yapayım dedim.
Tüm dostlara sonsuz selam ve sevgiler.
-----------------------------------------------------------------------------------------
Şimdi gelelim ana konuya.
--------------------------------------------------------------------------------------------
‘’Hay senin kızının da anasının da, senin de yedi göbek sülalesini’’ diye başlayıp feci bir sin-kaflı küfür savurmuştum içimden. ‘’Ulan zaten babam yeterince ezmişti. Bir de senin ezmene gerek var mıydı pezevenk !’’ diye düşünüyordum. Hani babamın hatırı olmasa, daha doğrusu korkusu, o namussuz ahbabının yüzüne karşı derdim ‘’ Ne yapalım senin şıllık kızın sınıfı geçtiyse, hemi de takdirname aldıysa, ben iki dersten beklemeye kaldım diye intihar mı edeyim yani?’’ diye.
İstanbul’un en zor liselerinden olan Bakırköy Lisesinde okuyordum. Son sınıfa gelmiştim zar zor. Üniversite sınavlarında da başarılı olmuştum üstelik ama gel gör ki lanet olasıca Matematik ve Fizik dersinden sınıfta kalmış, Eylül ayında yapılan ikmal imtihanlarında da başarılı olamadığım için beklemeye kalmıştım. Yani bir sene bekleyecek, ertesi sene bu iki dersten sınava girecek ve başarılı olursam ancak öyle alacaktım diplomayı.
Evet beklemeye kalmıştım. Oysa bu gün olduğu gibi not ortalaması ile sınıf geçmek mümkün olsaydı kesinlikle sınıf geçerdim. Çünkü o dönemlerde notlarımızın ortalaması ne olursa olsun mecburi olarak sınava girdiğimiz derslerden çok yüksek notlar almıştım ki hiç unutmam: İngilizce 10 ( Notlar on üzerinden verilirdi o dönemlerde [ Sene 1972-1973] ) Kimya: 10, Edebiyat :8 di ama Matematik: 0, Fizik:0 dı.
Mecburi sınava girmediğimiz derslerim de oldukça iyiydi. Kötü olan sadece Matematik ve Fizikti.
Aslında bu durumun suçlusu da ben değildim çünkü o dönemlerde Liselerde sadece iki bölüm vardı: Fen Bölümü, Edebiyat bölümü. Ben dilekçemi Edebiyat Bölümü için yazmıştım ama babam öfkeyle ‘’Yazar olup açlıktan sürünecek misin?’’ diyerek dilekçemi yırtmış, ben de çaresiz Fen bölümünü seçmek zorunda kalmıştım. Yani korkulu rüyalarım olan Matematik ve Fizikten kaçış yoktu bana. Turan Tanın ( matematik ders kitabının yazarı ) ve Reşat Otman ( Fizik ders kitabının yazarı ) canıma okuyacaktı velhasılı. Nitekim de okumuşlardı.
Komşu Hayrettin amca daha çayından bir yudum bile zıkkımlanmadan ‘’ Sami oğlumuz ne yaptı. Geçti mi sınıfını?’’diye sormuştu babama?
Ulan gavat sana ne benim sınıf geçip geçmediğimden. Ye kurabiyeni, böreğini, zıkkımlan çayını, def ol git.
Babam, sanki ben affedilemeyecek bir suçtan hapse düşmüşüm gibi başı önünde ‘’ Maalesef çaktı eşşoğlu eşek’’ deyince Hayrettin amca ‘’ Aaaaa bak hiç olmadı. Benim kızım takdirname ile geçti’’ dedi. Ben içimden ne kadar küfür varsa ederken, babam Tokat ezmesine döndü adeta. Evet acılı Tokat ezmesi oldu. Resmen ezim ezim ezildi.
Babam sinirli sinirli yüzüme baktıktan sonra ‘’ Sen burada laf dinleyeceğine derhal odana git derslerine çalış’’ dedi.
İkmal imtihanında da başarısız olduğum andan itibaren zaten ders çalışmaktan başka bir halt ettiğim yoktu ki. On sekiz- on dokuz yaşlarında bir delikanlıydım ve evden dışarı adımımı atmam yasaklanmıştı. Nadiren üvey annem acırdı da babama yalvar yakar ederek bir saatliğine Kartaltepe parkına gitmeme izin verilirdi. Artık gece gündüz ders çalışıyordum. Çözümlü yardımcı ders kitapları almış, ders kitaplarındaki tüm problemleri ezberlemeye çalışıyordum. Evet..Ezberliyordum. Çünkü nasıl çözüldüklerini , çözmem için ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Matematik ve Fizik ile ezberlemek kavramı taban tabana zıt ise de benim yaptığım buydu. Gece uykuları dışında bazen midem bulanıncaya kadar ders çalışıyordum. Sırf hayatımda bir değişiklik olsun diye sigara içmeye de o zaman başladım. Oysa lise yıllarımda okulda gizli gizli sigara içenlere ‘’Aptallar’’ derdim.
Bir kaç kez ecza dolabımızda bulunan ilaçlardan bir avuç yutarak intihar girişiminde bulundum ama namussuz ilaçlar beni öldüreceklerine aksine gece rüyalarıma sülün gibi hatunların girmesine, dolayısıyla da gece gece kalkıp soğuk su ile banyo etmeme sebep oldular hep. Benim aslan babam yoksa cinsel gücü arttırıcı ilaçlar mı kullanıyordu? Sekiz çocuk babası olduğuna göre Allahu alem öyleydi. Bir başka komşumuz olan Muhibe Hanım ‘’ Kamil Bey bu kadar erkek çocuğu nasıl yaptınız?’’ diye sorduğunda kasıla kasıla ‘’ Biz onun formülünü biliyoruz bacım’’ derken kast ettiği formül bu ecza dolabındaki haplar olabilir miydi? Dedim ya Allahu alem.
Neyse efendim. Ölsen ölemiyorsun, yaşasan yaşamak değil hayatın. Kaçıp annemin yanına gitsem o da olmuyor zira mermer fabrikalarında mermer tozu soluyarak çalışan kardeşlerim ancak kendi karınlarını doyuruyorlar. Böyle bir aileye bir boğaz daha eklemek, hele bir de üniversite hayallerim var her şeye rağmen…
İşte bu minval üzere hayatımı idame ettirirken bir gün babam ‘’ Hacı Amca’nın yanında sana iş buldum’’ deyince sevinçten neredeyse ayaklarına kapanacaktım.
Hacı Amca mahallemizin muhtarıydı. O zamanlar 25.000 nüfusu olan Bakırköy-Kartaltepe Mahallesinin değişmez muhtarıydı. Yapılan tüm yerel seçimlerde mutlaka Hacı Amca muhtar seçilirdi ki bir trafik kazasında öldüğü 1975 yılı Ağustos ayına kadar hep o muhtarlık yaptı.
Asıl adı Yusuf Nurel’di ama Herkes ona Hacı Amca derdi. Yaklaşık yetmiş- yetmiş beş yaşlarındaydı o zamanlar. Lakin değme delikanlılara taş çıkartacak kadar dinç ve zinde idi.
Babamın daktilo tamircisi olması sebebiyle ona ‘’ Bana daktilo bilen bir eleman lazım. Tanıdığın biri var mı?’’ diye sorunca babam direkt beni işaret etmiş. Anlayacağınız artık Kartaltepe Mahallesi Muhtarının katibiydim. Mahalleliye lazım olan ikametgah, nüfus cüzdanı sureti, iyi hal kağıdı ( Muhtarlıktan alınıyor o dönemlerde ), Nüfus kayıp ilmuhaberi, evlenme evrakları vs. belgeleri ben yazıyorum külüstür Remingtonda, Hacı Amca sadece imza atıp mühür basıyor. Ben arasıra dilekçe filan da yazarak ayrıyeten yolumu buluyorum.
Hem para kazanmak hem de evdeki o çileli hayattan kurtulmak çok güzel olmuştu.
Hacı Amca eski Kuvay-i Milliyecilerden olup aslen Bursa- Kestelliydi. Bursa’da Yunanlı işgalcilere ve Rum çetelerine karşı yaptıkları mücadeleleri anlatırdı arasıra. Ki o dönemlerde henüz on beş- on altı yaşlarında bir çocukmuş.
Tıpkısının aynısı Hulusi Kentmen’e benzerdi Hacı Amca. Onun gibi yukarıya kıvrılmış pala bıyıkları vardı. Ama Hulusu Kentmen’e nazaran daha bir sertti. Daha ilk işe başladığım gün kurallarını koymuştu: 1- ‘’ Benim yanımda asla sigara içmeyeceksin. Daha doğrusu ben sigara içtiğini görmeyeceğim. Yoksa o sigarayı burun deliklerinden içeri sokarım’’ ( Kendisi içerdi rahmetli. ) 2- ‘’Muhtarlığa gelen bayanlara ve özellikle genç kızlara asılmayaksın aksi takdirde bacaklarını kırarım’’ 3- ‘’Senden bir kişinin adresini soranlara asla adres vermeyeceksin. Böyle bir durum olursa Hacı Amcaya sorun. Ben bilmem diyeceksin’’ ( Bu bir kaç sebeple gerekiyordu aslında: A-Bazı kişiler kan davalılarını muhtarlıklar vasıtasıyla buluyorlardı B- Bazı kişiler boş konak ve arsaların sahiplerini bizim vasıtamızla bulup, bize herhagi bir komisyon vermeden emlak işi yapıyorlardı.)
Bana karşı böyle kuralları olan Hacı Amca’nın mahalleliye karşı kuralları da aşağı yukarı aynıydı. Yani o günlerde de Türkiye’nin en modern ve çağdaş ilçelerinden biri olan Bakırköy’ün Kartaltepe Mahallesinde genç olsun orta yaşlı veya yaşlı olsun hiç kimse serserilik yapamazdı. Kafayı çekip sokaklarda nara atamazdı. Kızlara laf atma, sarkıntılık olmazdı. Gece geç vakitlerde sokaklarda yalnız başına dolaşan on sekiz yaşından küçük kızlara rastlanmazdı. Ya da oldukça gizli ve ‘’Aman birileri duyarsa.’’ endişesi içinde kaçamaklar yapılırdı. Kısacası bu gün artık çağ dışı olarak gördüğümüz, hatta faşist bir tutum olarak yadırgadığımız ve ‘’ Mahalle baskısı ‘’ diye dudak büktüğümüz bir oto kontrol sistemi vardı. Herkes bir diğerinden sorumluydu. Sokakta serbestçe sigara içtiğim için otuz yaşlarındaki ağabeyler tarafından ‘’Ulan senin yaşın ne başın ne serseri’’ diye enseme tokat yiyerek elimdeki ve cebimdeki sigaranın alındığı çok olmuştur. Yani 25.000 nüfüslu bir İlçede sadece Hacı Amca’nın marifeti değildi genel asayişin sağlanması. Ama yine de Hacı Amcanın rolü oldukça büyüktü.
Bir gün muhtarlığa gelen bir yabancı genç, kendisi gibi muhtarlığa gelmiş olan bir kadının cüzdanını çarpıp kaçınca beş dakika geçmeden Hacı Amca tarafından ensesinden yakalanacağını hiç hesap etmemişti tabii ki. Kadın ‘’ Cüzdanım ‘’ dediği anda Hacı Amca dışarı çıkan ve koşmaya başlayan gencin peşine düşmüş beş dakikaya kalmadan genci etkisiz hale getirmişti. Genç, yaka paça muhtarlığa, kadının huzuruna getirildiğinde yetmiş beş yaşlarında bir adamdan yediği balyoz gibi yumruklardan daha ziyade bu yaşta bir insanın nasıl olup da o kadar hızlı koşabildiğinin şaşkınlığı içindeydi. Üstelik de ağzındaki sigarayı bile atma zahmetinde bulunmayan bir ihtiyarın.
O zamanlar bazen kızardım Hacı Amca’ya. İçimden ‘’Sana ne yahu elin hırsızından, arsızından, serserisinden. Bırak gençler rahat rahat içsinler sigarasını sana ne? Bir delikanlı bir kıza laf atıyormuş. Derdi seni mi aldı be mübarek? Anası mısın, babası mısın? ‘’derdim. Mahallenin benden yaşça büyüklerine de kızardım tabii ki. Neymiş efendim kapımın önüne atmışım sandalyeyi, bacak bacak üstüne atmış otururken yaşlı biri geçince toparlanacak mışım. Neden? Elin moruğu yoldan geçiyor diye kalkıp selam vermek ve saygı göstermek zorunda mıyım? Babam mı dedem mi’’ derdim.
Çok çok yanıldığımı öğretmen olduğum zaman anladım.
Görev yaptığım yerlerden birinde okul müdür yardımcısıydım. O günlerde öğrencilerin öyle uzun saçla okula gelmeleri yasaktı malum. Bir kaç öğrenciyi saçları uzun diye uyardım. Ertesi gün baktım yine saçlar traş edilmemiş. Daha sonra bir kaç kez daha uyardım ama özellikle bir tanesi uyarılarıma aldırış etmedi. Ben de makası alarak saç perçemlerinden ufak bir tutam kestim.
Akşam köyün kahvesinde öğretmenlerle okey oynuyoruz. Saçından azıcık kestiğim öğrencinin velisi yanıma geldi. ‘’ Hoca, seninle özel bir konu konuşacağım. Az dışarı çıkar mısın?’’ dedi. Adamın niyetini anlamıştım. ‘’ Ne diyeceksen burada de. Yabancı yok aramızda’’ diye cevap verdim. Adam ille de ‘’Dışarıda konuşalım’’ deyince arkadaşlara baktım. Arkadaşlar da adamın niyetinin bozuk olduğunu görmüşlerdi ama hiç birisi kıpırdamadı bile. Bu arada köylüler de oyunlarını bırakıp bize bakıyorlar ama onlardan da kıpırdıyan yok.
Neyse…Dışarı çıktık. Daha çıkar çıkmaz adam ‘’ Bana bak hoca…Ben adamın ceddini s… rim.’’ Diye bastı küfürü. Ben ‘’ Ne oluyor yahu. Sorun nedir?’’ diye sorunca ‘’ Ben o çocuğun kılına bile dokunmamışım bu güne kadar. Sen nasıl onun saçlarına dokunursun’’ dedi ve pis pis küfürlerine devam etti. Karşılık versem kavga olacak. Kavga olsa köylüler kesinlikle benden tarafa olmayacaklar. Çünkü içeride hepsi duyuyorlar adamın bana ettiği küfürleri. Arkadaşlar da korkuyorlar dışarı çıkıp adama ‘’ ne yapıyorsun sen yahu?’’ demeye. Sadece bir arkadaşım çıkıp ‘’ Ne oluyor yahu?’’ diye sorunca adam dediğim bu insanlıktan nasibini almamış yaratık arkadaşımı da itti.
Ben alttan alıp karşılık vermeyince adam bir kaç küfür daha edip ve de ‘’ Bir daha o çocuğa dokunursan senin öteki ayağını da kırıp omuzuna vermezsem dünyanın en şerefsiz insanıyım’’ diye tehdit edip içeri girdi.
İçeride köylüler kendi aralarında homur homur konuşuyorlar ‘’ Eeeee. Hoca hakketti. Biz çocuklarımızı saçlarını kesin, onlara eziyet edin diye mi okula gönderiyoruz.’’
Ya tamam ben belki o çocuğun saçını kesmekle hata etmiştim ama o anasını sattığımın kılık kıyafet yönetmeliğini ben çıkarmamıştım. O yönetmelik ‘’ Saçlar üç numara olacak’’ diyordu. O yönetmeliğe uymadığım zaman gelen müfettişler ensemde boza pişiriyorlardı. Öte taraftan bir veli bana kahvede ‘’Senin ceddini s…rim ‘’ diye hakaret ettikten sonra benim o çocuğa kaliteli bir eğitim vermemi nasıl bekleyebilirdi? Ya da benim yaptığım bir hatanın cezası bu derece iğrenç mi olmalıydı?
İşte o zaman Hacı Amcayı çok aradım. O mahalle baskısı dediğimiz şeyi çok aradım. Eğer sene 1989 değil de 1972-1973 olsaydı ben o hakaretleri yemezdim diye düşünüyordum o anda.
Sene 2015… Kocaeli’nin Gebze İlçesi’nde Arapçeşme Mahallesi Muhtarı Remzi Kandaz, Sosyal medyada bir tweet paylaşmış ve yukarıdaki resimde okuduğunuz şeyleri ( Bir nevi manifesto) dile getirmiş diye adamı topa tuttular. Adamın ne imparatorluğu kaldı ne padişahlığı, ne de faşistliği. Ama biliyor musunuz biz öğretmenlik yaptığımız yıllarda veliler ceddimize sin-kaf yaparken şimdi artık direkt öğrenciler yapıyorlar sin-kafı ve bu durumun sorumlusu maalesef biz öğretmenler değil bir zamanlar her mahallede olan mahalle baskısı denen olayı kaldırıp onun yerine hedonizmi[*] oturtanlardır. Hacı Amca ve daha pek çok mahalle baskıcılarının(!) birer birer tarih sahnesinden çekilmelerinin, onların çağ dışı görülmelerinin, kısaca mahalle ruhu denen mefhumun ölmesinin sonucudur.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------
[*]Hedonizm: Felsefede, zevkin, yaşamdaki tek ya da temel iyi olduğunu söyleyen ve ideal davranış biçimini zevkin peşinde koşmakla açıklayan öğretidir.
YORUMLAR
Hocam muhtarın bu densizliğiyle öğretmenin otoritesinin kaybı aynı şey değil. Muhtar kendii görevini yapacak kendisini adof hitler yerine koymayacak. O savunduğun mahalle baskısının devamı muhtemelen şöyle gelecektir. ''kadınlar Çarşafsız, burkasız yanında mahremi olmadan sokğa çıkmayacak erkeler şalvarsız sakalsız sokağa çıkmayacak. Namaz vakitleri iş yerleri kapanacak vs. taliban talimataları. Eğer bir büyük çocuklara iyilik yapmak istiyorsa önce yapacağı iş iyi örnek olmaktır. Muhtar efendi kendisini 4. Murat sanmış. Biliyorsunuz 4. Murat içki sigarayı yasaklamış ama kendisi şişenin dibini görür purosunu nargilesini eksik etmezmiş. Kolluk kuvveti diye bir şey var onunda görevlerinin sınırı var. Ancak Sıkıyönetim zamanlarında muhtar efendinin talimatları gibi talimatlar olur orda bile bu kadar katı olunamaz. Bir ahlaksızlık oluyorsa ki bu tanımda kişilere göre değişir ( kimine göre bir erkekle kadının konuşması ahlaki değildir ama 70 lik dedenin 15 lik kızı kapatması ahlakidir vs) Kolluk kuvvetlerinden yardım istenir yakının tanıdığınsa ailesine haber verirsin, çok yakının ise yeğenin evladın falan o zaman kendi bilir ki onunda sınırı var.
Akmetin tarafından 12/4/2015 11:03:40 AM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
Biz öğretmenler zaman zaman öğrencilere '' Kafanı kırarım senin'' deriz ama hiç birisinin kafasını kırmayız. Anne-babalarımız belki de bin defa ''Öldürürüm seni '' demişlerdir ama öldürmemişlerdir bizleri.
Bahsi geçen muhtarın durumu da bu. Diğer seçimlerde kime oy verdiğimizi bile bilmeden seçiyoruz ama muhtarlar öyle mi? Demek ki bahsi geçen muhtar da mahallesinin güvenini kazanmış ki onu seçmişler.
Onun sosyal medya üzerinden paylaştıklarını bir tehdit, ya da daha sonrası için çarşafla dolaşmayı da isteyecek diye yorumlamak son derece yanlış bence. Hem Allahınızı severseniz günümüzde artık kim sallıyor ki muhtarı filan.
Selam ve sevgilerimle.
Hocam tekrar bir araya gelmenize inanın çok sevinmiştim ve bu ayrılığınıza da bir o kadar üzüldüm doğrusu Ne diyelim hayatın cilvesimidir bu yaşananlar bilmiyorum Yazıya gelince eskiden muhtar denildimi herkes hazırola geçerdi kısacası saygı vardı herşeyden önce Emeğinize sağlık saygılarımla
sami biberoğulları
Çok çok teşekkür ederim öncelikle. İşte o saygıyı kaybettiğimiz için yürümüyor ya bazı evlilikler. Hem de yirmi beş senelik bir geçmişi olmasına rağmen.
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
Dediğin gibi...Her şeyin hayırlısı..
Selam ve sevgilerimle.
Hocam, dünyanın her tarafında böyle durum...
Amerikan polisiye filmlerinde birçok kez rastladım...
Kamunun güvenliği ve huzuru için kendi canını hiçe sayan polis kahraman, karısının ikinci evliğini yaptığı ve konforu, tehlikesiz bir hayatı canlandıran 'yumuşak' bir tiple karşı karşı karşıya geldiğinde de sertlikle suçlanmaktan kaçamaz... Hatta çocuğu bile çoğu zaman annesinin tarafında olur...
"Bu adamlar ne anlatmak istiyorlar? Hangi evrensel durumu işaret ediyorlar? " gibi sorular takılır kafama...
Sanıyorum, çağımızın trajedisinin en isabetli imgesinin bu durum olduğuna inanmışlar ve Batı insanının güvenli ve huzurlu bir yaşam algısının çelişkisini böyle canlandırıyorlar...
Burada da aynı şey mi geçerli?...
Bence, evet!... Sizin imajınızın o kahraman polisten pek bir farkı yok... Yazılarınız burada; bütün içtenliğinizle yazarken, 'güven ve huzur'dan ötesini önemsemiyorsunuz... Her babayiğitin harcı değil böylesi...
Genç kuşaklara gelince...
3. Dünya Savaşı içindeyiz ve en önemli cephelerde telafi edilemez kayıplarımız söz konusu...
Fakat bunu, size küfreden keresteye anlatamazsınız...
Ağaca çıkan keçilerin dala bakan oğlakları oldu, o kadar...
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Merhaba Hocam, öncelikle özel bölüm için üzüldüğümü bilmeni isterim. Olmayınca olmuyor yani :(
Asıl konuya gelince, giderek yozlaşan bir dünyada yaşıyoruz. İyi bir eğitim için öncelikle karşılıklı saygı sevgi gerekiyor. Yazıdaki gibi bir öğrenciyle ve öyle seviyesizbbir veliyle öğretmen ne kadar verimli olabilir ki ?
Öğretmenlik zor zenat zor, hele bu zamanda...
Duyarlı kalemin susmasın hocam, selamlar.
sami biberoğulları
İşte insanı mesleğinden soğutan ve henüz elli iki yaşındayken emekliliğini isteten sebep bunlar...
Bir bakıma iyi ki emekli olmuşum, dayanamazdım artık diyorum.
Selam ve sevgilerimle.
Emine UYSAL (EMİNE45)
"MAHALLEDE GECE GEÇ VAKİTTE YALNIZ DOLAŞAN KIZLARI DÖVERİM."
Bu saatten sonra kaybolan gece bekçiliğine mi soyundun,
Senin evde kangallar var yemek bekleyen.
Yemeğin altını yakıp gitme komşuya,
Lahmacun siparişi verirsin sonra..
Tebrik ederim saygılarımla.
sami biberoğulları
Sen de ben de az mı dedik öğrenciye ''Senin kafanı kırarım '' diye...Hangi birisinin kafasını kırdık?
Bizimki laf olsun işte...
Selam ve sevgilerimle.
Kutlarım sizi tekrar hoşgeldiniz ..Bütün bu olanlar yani herşey bizler için üzmeye,üzülmeye hiç gerek yok
Sizin yaşadıklarınızı hepimiz aramızda olan insanlar,bizler mutlaka yaşamışızdır dert etmeyin.
Gülümseyin hayata ...Saygılar
sami biberoğulları
Ben de dediğiniz gibi hayata gülümsemeye devam etmeye çalışıyorum elimden geldiğince.
Selam ve sevgilerimle.
İyi bir konu,
ehil bir elin işlemesi ile gerçekten mükemmel sunulmuş.
Okullarımızdaki bu rezil durumun sorumlusu,
%90 gibi ezici bir üstünlükle velilerimiz değil mi?
Eskiden,
hocamızdan bir şaplak yiyecek,
sonra da gidip evde babamıza şikayet edecektik ha?
vallahi on katını da babamızdan yerdik ''Neden hocayı kızdırdın, yaramazlık yaptın?'' diye.
Özel konuya gelince;
üzülmedim desem yalan olacak.
Sonuçta,
yaşımız da alıp başını gidiyor, olduğu yerde durmuyor.
Senin ''Buldok''ların da evlenmeye niyeti yok.
Ne kadar daha yemek yapacak, bulaşık yıkayacak, ev, temizleyeceksin be hocam?
Gerçi,
bu güzel sayfada daha çok bizimle olacaksın muhtemelen ama,
üzüldük işte senin adına.
Hayırlısı olsun diyelim..
sami biberoğulları
İki kapılı bir handa yürüyorum gündüz gece. Bakalım artık ya han kapılarını kapatacak ya da ben ''Artık yoruldum. Yürüyemeyeceğim'' diyeceğim. O ana kadar yürümeye devamm.
Selam ve sevgilerimle.
Sami Kardeşim,
Sen yüreği göğüs kafesinin dışında ,avucunun içinde atan bir adamsın . Adam gibi adam.
Seni tanımaktan, "Kardeşim" demekten çok mutluyum,
Seni üzen kaderin .mına ko....
Lütfen üzülme ve içindeki o güzel duygularla bizlere neşe ve şevk vermeye devam et.
Bahtın açık olsun Kardeşim.
sami biberoğulları
Ben de seni tanımaktan, sana abi demekten son derece mutluyum.
Kadere gelince. Vadır onun da bir bildiği. Dünyada hiç bir şey sebepsiz değildir. Bir yerlerde bir yanlış yapıyorum demek ki...
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
Tekrar aranızda olmaktan ben de son derece mutluyum.
Selam ve sevgilerimle.
sen sana düşeni yapmışsındır hocam.....her ikiniz içinde hayırlısı olsun ......güzel yazıların için sabırsızlanıyoruz saygılarımla
sami biberoğulları
Dediğin gibi ben pek çok eleştiriyi ve kınamayı göze alarak üzerime düşeni yaptım. Ama olmayınca olmuyor işte.
Yazılara devam bundan sonra.
Selam ve sevgilerimle.
Değerli hocam, yazınızı keyifle okudum. Yabancı olduğum için latin alfebesinde okuyup yazmak pek de kolay değil benim için, ama yazınızdaki bulunan akıcılık okumanı zorlandırmadı. Yazınızla Türkiye'nin eğitim serüveninin başka boyutuyla tanış oldum. Aşağı yukarı bizde de aynı şeyler yaşanmıştır ve şimdi de bir kimlik kaybı döneminde yaşamaktayız malesef. Kaleminizi kutlarim. Selamlar
sami biberoğulları
Sanırım İranlısın. Fakülte yıllarında vardı İranlı arkadaşlarım. Osmanlıcayı ( Arap harfleriyle Türkçe yazı yani ) öğrenmemde oldukça yardımları oldu sağ olsunlar.
Bütün bunlar neden bana kalırsa biliyor musun? İki cami arasında bî namaz olmaktan.
Avrupalı olayım diyoruz yüzümüze gözümüze bulaştırıyoruz. Asyalı kalmaya da gönlümüz razı değil...
Selam ve sevgilerimle.
Şami hocaym
Siz yokken yani özel işlerinizle uraşıyken deftey’de yayamazlık yapan aykadaşların işmini tahtaya yazdıym
Biy-Kemal Paracikoglu
İkiy-Bedri Tokul
Üyç-Tacettin Yıldırım
Döyt-Gökan Gökdeniz
Beyş-Yok’sul
Aytıy-E.yaşar Ovacık
Deftey de ki,diyer aykadaşlar çok yayamazlık yapmadı. Kız aykadaşlar dışay da usluca ip atlayıp yakay top oynadılar.
Tahtaya isimleyini yazdıyım aykadaşlarımdan Kemay aykadaşımız Bedli aykadaşımızın saçını çekti, oda kemayin boynuna astığı ucunda silgi olan ipi kopaydı.
Yok’sul aykadaşımız da kalemtıyaşla sivriltiyi kalemini defterde ki aykadaşlayına batıydı.
Gökhan aykadaşımız da ödevini yapmayıp yan gelip yattı biy tutam yazı bile yayınlamadı.
Tacettin ve E.yaşar aykadaşımız da ‘’Dulluk ve ‘’sessizliğin sesini duyuyordum. İsminde çok ayıp yazılay yazdılay
Bu yüzden müdürümüz Habib dağ’da duyuru yazdı buydan sonra defterde müstehcen yazı yayınlamak yasaktır o kadarrrr yazanlayın yazılarını silerim dedi
Hocaym sözlerimi size yazdığım biy şiirle bittireceyim
Hocaym sen biziym biriciğimiz canımızsın
Biz seni pek çok hem de pek çok severiz
Sende bizi sev dizinin dibiyden ayırma
Yayamazlı yapsak ta bizi sevgiyle kucakla
…..
Oda ne öyle!?'' O şekilde deyil hocaym Şefkatle kucakla
Saygılar sevgiler her şey gönlünüzce olsun
Serhat BİNGÖL tarafından 12/3/2015 12:55:20 AM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
Bir gün sınıfa girdiğimde baktım sınıf başkanı tahtaya yaramazlık yapanların isimlerini yazmış. Ben de '' hemen bana bir sopa bulun. Bakalım kim bana hemen bir sopa getirecek?'' dedim. Öğrencilerden biri fırladığı gibi beş dakikaya kalmadan bir fındık sopası ile geldi.
Sopa gelir gelmez hemen getirenin ellerini açtırıp iki tane yapıştırdım. Çocuk şaşırdı. Dedim ki '' Sen nasıl olur da arkadaşların dayak yesin diye sopa getirirsin? Bu mudur arkadaşlık'' Yaramazlık yapanlara ise hiç bir ceza vermedim.
O günden sonra benim girdiğim sınıflarda arkadaş, arkadaşını şikayet edemedi hiç.
Umarım anlatabilmişimdir. Hem yalan söylemek de çok ayıptır. Bedri abinin kafasında saç mı var ki kemal onun saçını çeksin?
Neyse bu sefer affediyorum. Bir daha arkadaşlarını şikayet etme. Tamam mı?
Öptüm tombiş yanaklarından:
Selam ve sevgilerimle.
kukurikuu
Güzellik işte bu hoş görünün göbeğinde olsa gerek.
En içten duygularımla teşekkür ederim