- 1486 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GÖNÜL SARAYI
Hayatın ve gerçek mutluluğun sırrına ulaşmak isteyen bir derviş amacına ulaşmak için bir yolculuğa çıkar. Yolda rastladığı bir kişi, bu konuda kendisine yardım edebilecek bir bilgeyi tanıdığını söyler. Derviş, bilgenin karşı dağdaki sarayda oturduğunu öğrenir; uzun bir yolculuktan sonra oraya ulaşır.
Derviş, bilgeye durumunu anlatır, sorularını sorar. Bilge, dervişi dinledikten sonra der ki: Evet sana bunu öğretebilirim, fakat önce seni bir sınavdan geçireceğim. Şu kaşıktaki yağı dökmeden sarayımı gez ve gördüklerini bana anlat. Derviş, peki, der ve gözünü elindeki kaşıktan ayırmadan başlar sarayı gezmeye. Fakat yağı dökmemek için o kadar çok gayret sarf eder ki sarayda ne var ne yok farkında bile varamaz. Saraydan çıktığında dervişi beklemekte olan bilge, ona neler gördüğünü sorar. O da yağı dökmemek için etrafına bakamadığını söyler.
Bilge, Evet kaşıktaki yağ aynen duruyor; ama asıl yapman gerekeni yapamamışsın, görmen gerekenleri görmemişsin. ’Öyleyse şimdi yeniden git, sarayımdaki güzellikleri keşfet, benim oturduğum evi tanımadan bana güvenemezsin.’ der ve onu ikinci bir deneme için tekrar saraya yollar.
Derviş bu sefer de etrafa dikkatlice bakmaya başlar. Fakat öyle muhteşem güzellikler vardır ki onların cazibesi aklını başından alır; bu arada kaşıktaki yağ da yerlere dökülüp saçılır. Sarayın kapısından çıktığında kaşıkta bir damla bile yağ kalmamıştır, ama derviş de her türlü güzelliği görmüştür. Gördüklerini hayran hayran bilgeye aktarır.
Bilge gülümseyerek, “İyi, güzel de peki sana emanet ettiğim yağ nerede? der ve: “Sana verebileceğim tek bir öğüt var: Mutluluğun sırrı dünyanın bütün harikalarını görmektir, ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan.’
Bu hikâyede nice hikmetli sırlar gizlidir. Mutluluğun ve hayatın sırrını arayan insan, ancak kendisine rehber olacak bir hak mürşit ile muradına erişebilir. Ona ulaşmayı istemesi, onu araması, bulması gerekir. Bu yolda elbette imtihanlardan ve çeşitli mertebelerden geçecektir.
Saray, insanın gönlüdür. Hasan Fehmi Hazretlerinin sevgiliyi gördüğü yerdir. Ne güzel dile getirmiş bu manevi zevklerini:
Gönül şehri sarayında
Gözüm gördü dilarayı
Nice inkar edem zahit
Ki gördüm ben o bedr ayı
Saraydaki güzellikler, Allah’ın nurani tecellileridir. Cenabı Allah kendine dost, muhatap olarak yarattığı ve ruhundan ruh verdiği insanı sıfatlarıyla süslemiştir. Bu tecellileri hakkıyla görebilmek için arınmış bir nefis ile hikmetli bir bakış gerekir. İnsana düşen de varlığındaki yaratılış sırrını bulmak, bu güzellikleri verenle hem dem olmaktır.
İşte “Nefsini bilen, rabbini bilir” hadisi şerifinde kastedilen “nefis”, insanın özüdür. Nefis, ancak tezkiye edildikten sonra Rabbini bilebilir ve mutlu olabilir. Zira geçmiş ve gelecek kaygısıyla insanı durmadan huzursuz eden nefs-i emmare, mutluluğu tadamaz, anda yaşayamaz.
Kaşıktaki yağ, insana emanet edilen varoluş sırrıdır. Yerlere göklere teklif edilen, ama sadece bu emaneti yüklenme potansiyeline sahip olan insanın yüklendiği emanettir. Bilinçsizce geçirilen bir ömür heba edilmiştir. İnsan yiyip içip gezerek ömrünü ziyan edecek basit bir varlık değildir. Bu kutsal emaneti taşıma sorumluluğunu layıkıyla yerine getirmelidir. Mevlana hazretleri:
“Sen değerinle ve düşüncenle iki âleme de bedelsin. Ama ne yapayım ki, kendi değerini bilmiyorsun. Kendini ucuza satma, çünkü değerin yüksektir.” buyuruyor.
İşte insan enfüs ve afakta Hakk’ın güzelliklerini müşahede ederken her zaman emaneti taşıma sorumluluğunu edebe riayet ederek gerçekleştirmelidir.
Edep ise, âlemde Allah’tan başkasında varlık görmemektir. Kendinden sadır olan her güzelliği Hakk’a nispet etmektir. Hakikatle şeriati bir etmektir. C. Allah, edebe riayet etmeyene hazinelerinin anahtarlarını verir mi?
Adamın biri, sahip olduğu bir altınla övünür durur, onu herkese gösterirmiş. Herkes bıkmış onun bu övünmesinden. Gel zaman git zaman padişahın kulağına kadar gitmiş bu adamın görgüsüz hâlleri. Padişah, bir adamını yollayıp onu sarayına davet etmiş. Adamı güzelce ağırlayan padişah, en son onu hazine dairesine götürmüş. Bir yığın altını gören adamın feleği şaşmış ve elindeki altını da onların içine atıvermiş.
İnsanın varlık benlikten geçmeden huzura eremeyeceğini Hasan Fehmi Hazretleri ne güzel açıklıyor:
Gel ey FEHMİ vücudundan
Eser bırakma varlıktan
Fena ender fena ol kim
Sivâsız gör müsemmayı
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.