- 841 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Sapık Yazar
Servis otobüsün içindeki insanların hepsi yorgun görünüyorlardı. Beni önce koklayıp sonra yan tarafımdaki koltukta oturan bayanın göz kapakları hemen hemen kapanmaktaydı. Aramızda bir koruma mesafesi bırakmıştı ama yine uyuyup başını omzumun üzerine koyabilirdi. Sigara kokusundan dolayı çantasını aramıza bırakıp benden uzak durmaya çalışmıştı. “ama yazarların bir çoğu sigara içer, üstelik ucuzundan.” demek istemiştim ona ama yapmamıştım.
Ben ne yapayım? Ucuz sigaraların kötü kokusu benim suçum mu?
Neyse kafamda çelişkide olduğum şeylerin yüzünden yorgunluğumu unutmuştum. Aslında kafamın içinde bulamadığım şeylerin yüzünden demem daha da mantıklı olur. Oturduğum yerde hep “konu, konu” diye düşünüyordum. Aklımı zorlamaktan az kala kafamın üzerinde kubbeler oluşacaktı. Ama hiç bir konuyu yakalayamıyordum bir türlü. Sanki “konu” cin olmuştu aklım bismillah.
Kavşakta otobüs beklerken trafik işğinin yanıp sönmesini görünce bir şeyleri düşünmeye başladım.
“Şu karikatür çizen hocamız, evet ya, onun çizdikleri. Neden olmasın? Yekta hocanın internette yayınladığı karikatürlerin birinden esinlenip yeni bir hikaye yazabilirim.” Diye düşündüm. Sonra kendisinden izin almamın gerektiğini ve buna göre de ne kadar utanacağımı aklımdan geçirip vazgeçtim bu konudan. Hem de insanlar o karikatürle benim yazacağım hikayeyi yan yana koyduğunda hiç demezmiydiler “Ulan, zaten bu karikatür her şeyi açıklıyor. Sen neden gereksiz yere uğraşıp boşu boşuna bunu yazdın ki”
Ya da komutanın yazdığı anılarından birini alıp önüne sonuna bir şeyler ekleyip süsleyip kimsenin fark edemeyeceği bir biçime getirsem mi acaba? Evet, bunu yapabilirim. Üstelik Bedri hoca açık gönüllü bir insandı. Olup bitenleri anlasa bile kızmazdı. Ama kırılır mı kırılmaz mı? Bilemem.
Bunu düşünerek otobüsün içindekilere bir göz attım. Ön koltukta oturan yaşlı adam arkaya dönüp eğri eğri bana baktı. Yanımdaki uyumakta olan bayan bir an gözlerimin içine bakıp tiksindi. Ürkerek aramızda bıraktığı çantasını kapıp kucağına aldı.
“Ya, neden bu millet hırsız görmüş gibi bana ters bakıyor ”diye elimi yüzüme gözüme sürdüm. Belki servise binmeden önce başıma kuş sıçmış diye elimi başımın üstüne de götürdüm. Ama hiç bir şey yoktu.
“Hayır bunu yapamam. Başka birisinin yazısını kullanmak hırsızlığın ta kendisidir.” Diye, konuyu kapattım.
Otobüs evimizin önüne bırakmıştı ama ben hala konu bulamamıştım. Eve girmek istemiyordum. Ya, lanet olası küçücük bir konu yakalasaydım hemen girerdim eve. Eşimin bağırış çağırışlarına duymadan çocukların salonu alt üst etmelerini önemsemeden geçerdim odama ve geç saatlerine dek hep yazardım. Ama yok bir şey, kafam granit tenceresi kadar sertleşmişti.
Eve girdim. Ev deme, sanki Hindistan ormanları. Çocuklar maymun gibi bu kanepeden öbürüne zıplayıp duruyorlar hanım kafasını fil hortumu gibi mutfağın kapısından dışarı uzatıp üstlerine bağırıyordu. Ben girdiğim an “Hadi bu canavarları sakinleştir de yemeği pişirim” diye bana konuştu.
Birisi yok şu kadına anlatsın ki “kardeşim sabahtan akşama kadar çalışmakta olan yorgun bu adamcağız şimdi bir az dinlenmeye ihtiyacı var.”
Neyse bir az kara korkuyla ve ardından asma kesme tehditleriyle çocukları yerlerine mıhladım. Mutfakta bir fincan çay içip eşimle kaç dakike hoşbeş ettikten sonra hemen odama geçtim. Odama girmemle salonun tekrar ormana dönüşmesi aynı anda oldu. Artık çocuklar rahatlamışlardı. Tavandaki lambalardan sallanmayı bile düşünebilirlerdi. Çünkü odamda şu yazmakla uğraştığım işe öylesine dalardım ki eşimin bağırıp benden çocuklara tekrar bakmayı istemesi ve hatta ardından odamın kapısına fırlattığı terlikler bile beni oradan dışarı çıkaramazdı ve çocuklar da bunu biliyorlardı.
Salondaki yaygaranın yanı sıra eşimin sözlerini de sezebiliyordum:
“Sen ne biçim insansın? Hayır, hayır sen hiç insan değilsin ki. Eğer olsaydın beni bunca ev işleriyle ve bu canavar çocuklarla yalnız başıma bırakıp odanda aptalca hikayeler yazmazdın. Ha ha ha, adamımız yazar olmuş.”
Beş on dakike geçti. Ne benim aklıma konu geldi ne de çocukların gürültüleri ve odamın kapısına ardarda isabet eden terlikler kesildi. Ama en son kapıya fırlatılanların sesinden terlik olmamaları anlaşılıyordu. Metal sesinden kaşık ve küçük kaseler olmalıydı. Bu duruma alışmıştım. Yazılarımı çoğunu da hep böyle yazmıştım. Ama yazmak başka konu bulmak bambaşka. Esin gelmeye ve konu bulmaya sakin ve huzurlu bir yer ister.
Hemen odamdan dışarı çıktım. Antrede ayakkabılarımı giydiğimde “Gidiyor musun? Utanmalısın be adam. Allah’ım ne yapayım ..” eşimden duyduklarım kulağımda çınlıyordu. Haklı olsa da her gün canım çıkana kadar işleyip ailenin üstüme düşen görevini yaptığımı düşünüp çok da önemsemedim o sözleri. Ama bağcıklarımı bağlarken kafama inen süzgeç tabi ki çok önemliydi. Allah’tan bu durumlarda yeni aldığımız granit setini kullanmıyordu yoksa şimdiye kadar ya hastanelik olurdum ya da mezarlıkta bulunurdum.
Sokakta yürürken rahat bir nefes alıp yine konu bulmaya çalıştım. Birisinden yardım almayı düşündüm. O an aklıma gelen tek kişi kemal hoca oldu.
Helal olsun, adam yorulmadan tıkır tıkır yazıyor. Her gün yeni yazılar, üstelik de birbirinden tamamen değişik konular çıkarıyor ortaya.
Hemen cep telefonumu çıkarıp aradım. Keşke o an telefonum yere düşüp kırılsaydı. Keşke hiç aramasaydım. İşte kadınlarla olan olaylarım o andan itibaren başladı.
Merhabalaştık. Oradan buradan konuştuk. Sonunda sorunumu anlattım hocaya. İş yerimde gelip gidenlerle konuşup o kişilerin hayatlarından baya konular çıkaracağımı söyledi. Kemal hocaya “Ama hocam ben dairemizin arşiv bölümünde tek başıma çalışıyorum. Orası bir hapishanedir benim için. Kimse de uğramaz.” söyleyince uzun bir “huuuuum” dedi ve sonra “ Bak sevgili kardeşim, konu gelip senin kapını çalmaz. Gidip kendin aramalısın” diye konuşmamızı sona erdirdi.
Ertesi gün kemal hocayla aramızda geçen telefon konuşmamızı baya düşündüm ve sonra liseyi yarıda bırakan eski bir arkadaşımı aradım. “Peki kadınlarla aran nasıl?” sorusuna “Ey, idare ederiz” dediğimde yarından itibaren gelebilirsin, dedi. “Mutlak Orada güzel konular bulurum” diye düşünmüştüm.
Geç saatlerde eve geliyordum. Çocuklar uykuda olurdu. Bu yüzden artık gürültülerden kurtulmuştum ama eşim.....
Bir iki gece eve girdiğimde üstüme bağırmaktan başka bir şey yapmadı. Ama bir gece sanki bir şeyleri fark etmişti. Elindeki yıkanmakta olduğu tencereyle hemen kapıya doğru koştu. Üstümü koklamaya başladı ve gözlerini ceketimin üzerinde gezdirdi. Üzerimde bir tane sarı saç telini bulunca elindeki tencereyi hemen kafama indirdi. “Aptal, geri zekalı. Beni salak mı sandın? Her şeyi ilk günden anlamıştım. Bugünkü de sarışındı, değil mi? Şerefsiz”
Elimi başımın şişmiş yerine basarak odama geçtim. Ceketimi inceledim. Ben de onun bulduğu sari saç telinin aynısını buldum. Üstümdeki kadın parfüm kokusunu da alabiliyordum. Konu bulmakta kafamın böyle şişeceğini bilseydim baştan beri hiç bulaşmazdım bu yazı mazı işine. Ama artık bulaşmıştım ve sonuna kadar de gitmeye ısrarlıydım.
Ertesi gün yine eşim üstümü kokladı. Üzerimden uzun siyah saç telini de bulunca “Aha, demek ki bu günkü sürtük de esmermiş” söyleyip elindeki deterjanlı tencereyi kafama indirdi. Şu pahalı granit mutfak setini, bir ilk gün parasını ödeyip aldığımda pişman olmuştum, bir de geceleri elimi kafamın şişmiş yerlerine basıp odama geçtiğimde.
Kafamın üzerinin bütün her yeri şişmişti ama içinde hala konudan haber yoktu. Yorulmuştum ve artık devam edemeyecektim. O gün arkadaşımın iş yerini kapalı bulmam da bu işe son vermeme iyi bir bahane oldu. Aradığımda acil bir iş çıktığını ve bir haftalığına il dışında olduğunu söyledi.
O akşam eskisi gibi eve girdiğim an eşim antreye gelip üzerimi kokladı. Koku almadığından yüzünü gözünü büzdü. Sonra üstümü dikkatlice aradı. İncecik saç teli bile bulamadı. Ama yine de elinde bulunan tencereyi kafama indirmekten vazgeçmedi.
“Bu sefer neden vuruyorsun be kadın” diye, sorduğumda, “Kesin bu günkü orospu parfüm sürmemişti ” dedi.
“Ya, o zaman bulamadığı saç teline ne diyorsun?” sordum. Bana verdiği yanıt “Anlaşılan kadın kelmiş” oldu.
O kadar sinirlenmiştim ki ne yapacağımı bilemiyordum.
“Daireden sonra nerede olduğumu öğrenmek istiyor musun?” diye, bağırdım ve ardından da hemen cep telefonumu çıkarıp arkadaşımın numarasını tuşladım. Sonra telefonu hoparlöre aldım.
Bir iki saniyeden sonra hattın diğer tarafındaki kişi, telefonunu açtı. Dükkanın sabit telefonunu arayan müşterilerle konuşma alışkanlığından dolayı aynı cümleyi kullandı:
“Bayan kuaförü Serhat, buyurun.”
YORUMLAR
Değerli arkadaşım.
Konu bulmakta sıkıntı mı çekiyorsun?
Konu bulmakta çektiğin sıkıntıyı anlatırsın. Olur sana harika bir öykü. İşte aynen bu yazıda olduğu gibi.
Çok çok başarılı bir yazıydı. Tebrik ederim.
Selam ve sevgilerimle.
Kemnur
muhammed1347
sami biberoğulları
Senin sayfanda ''Sapık Yazar '' Başlıklı bu yazıyı görünce ''Aha da birileri beni anlatmış galiba'' diye düşünüp yazıyı okumaya başladım. Yer yer kendimi bulmadım dersem de yalan olur hani ama baktım ki o sapık yazar ben değilim. ))))))))))))))))))
Selam ve sevgilerle.
Konu bulmak !
Hepimizin (Kemnur ve Sami Hoca hariç) müşterek derdi.
Kemal dostum güzel taktik vermiş.
Benden yana hiç bir sorun yok.
Kopyala yapıştır. Memnun olurum.
Konu bulamamayı konu eden güzel,ustaca bir yazı.
Selamlarımla...
muhammed1347
Kemnur
Bedri Tokul
Yazısında benden de bahsedince bende şaka olsun diye
öyle yazdım.
Kırmayalım sevgili kardeşimizin hevesini...
Eli kalem tutan hiç bir yazar öyle bir şey yapmaz zaten.
Selamlarımla...
muhammed1347
Myuhammed hocam, vallahi harika bir okuma oldu... Kemal hocayı tanırım, inan ki, bulduğu kurguların yüzde doksanını okuduğu başka yazılardan esinlenerek kurgulayan biridir kendisi... Tek yaptığı hergün okuyabildiği kadar bol okumak. Okurken esinlenip bir kurgu doğurmak... Bizim bu sitede ""o kadar bol "Çalıntı Çamurcusu" var ki, şaşarsın. İşleri güçleri, kendileri bir şeyler yazıp paylaşmak yerine, başkaları nereden, nasıl bir alıntı yapmış diyerek, araştırma yapmak. Bu konuda gerçek : Noktasına virgülüne kadar başkasının yazısını alıp eser hırsızlığı yapmak başka şey, bunu yapıyorsan ahlaksızlık yapmışsındır. Ama okuduğun başka bir yazıdan esinlenerek kendi kurgunu doğurmuşsan, bu olağandır, en ünlü yazarların bile başvurduğu bir yöntemdir. Örneğin Aziz Nesin Aydınlık gazetesindeki bir köşe yazısında, gazetelerde ya da kitaplarda okuduklarımdan esinlenmemiş olsam bir tek öykü dahi yazamam, demişti zamanın birinde... Bu sitede çok güzel şiirler paylaşan bir usta şairimiz, "şiir genelde başlalarının yazdıklarını başka türlü yazmaktır," demişti, çok tutmuştum onun bu lafını... Hepimiz amatörce bir keyif için yazıp paylaşıyoruz, ticari bir kaygımız yok, değil mi? O halde neden bu "çalıntı çamurculuğu?" aklım almıyor. Eser hırsızlığı mevzubahisse, site yönetimine bildirirsin yazının linkini, bu linkteki yazı falancadan çalıntı, dersin. Ama ukelalık edip, sen bu yazıyı falancadan çalmışsın diyerek ukelalık etmek haddin olmamalı. Bence... Demek istemem o ki, senin bu sapık yazar bolca okuyarak esinlenerek kurgulayacağı öyküleri sık sık yazıp paylaşmalı, çünkü kalemi çok iyi işliyor ve bize okuma keyfi yaşatıyor...Selam ve saygılarımla
muhammed1347
Birisinin yazısını çalıp kendi adına yayınlayan kişi hiç bir zaman yaratıcılık mutluluğunun ne olduğunu anlamayacaktır. Saygılar.