- 612 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
ÖĞRETMENİM, SİZİ ÇOK ÖZLEDİM-2-
Sevginin ölçüsü, ölçüsüz sevmektir. Baruch Spinoza
Esma öğretmen, öğrencisi Gözde’nin gönderdiği mektubu elleri titreyerek açtı. İçinde kelebekler uçuşuyor, yüreğinde ürpertiler dolaşıyordu.
Gözde’nin yazısını tanımıştı, dörde katlanan kâğıdı açarak düzeltti. Eliyle kalbini bastırarak derin bir nefes aldı, sonra vererek rahatlamaya çalıştı. Yaşayacaklarını tahmin eder gibiydi sanki.
“Canım öğretmenim…” diye başlayan mektubu okumaya başladı. Her cümleyi okudukça alnında soğuk terler birikmeye, gözleri nemlenmeye, kalbi sıkışmaya başladı. Az sonra ayakta durmaya gücü kalmadı. Gözyaşları içinde sandalyeye çöktü. Sessiz hıçkırıklara gömdü kendisini. Ağladı, ağladı…
Dersliğin içini garip bir hüzün sarmıştı. Olayı merak ederek kaygıyla öğretmenlerini izleyen öğrenciler, bu durumdan oldukça etkilenmişlerdi.
Neler olup bittiğini anlayamasalar da, nahoş bir şeyler olduğunu görmüşlerdi. Öğretmenlerinin halinden etkilenip onlar da sessizce gözyaşı dökmeye başladılar.
Bu, öyle bir haldi ki, çocukların hüzünlerinde taşkınlık, abartı, kabalık yoktu. Ağlarken bile öğretmenlerini rahatsız etmemek için adeta haykırışlarını ve hıçkırıklarını içlerine akıtıyorlardı…
Esma öğretmen, uzun bir susuşun ardından gözlerini silerek kendisine çeki düzen verdi. Sonra da okuduğu mektubu alarak derslikten çıktı. Adım attıkça yalpalıyor, düşmemek için çaba sarf ediyordu. Ardından onlarca nemli göz merakla baka kalmıştı.
Gözde’nin yazdığı mektup şimdi okul müdürü Orhan beyin elindeydi. Orhan bey satırları okurken, Esma hanım bitkin halde, yutkunarak uzaklara bakıyordu pencereden. Dudaklarında bir sözcük vardı: “artık gelmeyecek…”, “artık gelmeyecek…” diye…
Hayatında zor anları çok olmuştu Esma öğretmenin. Fakat böylesi hüzünler başkaydı. Bu kederin içinde, çırpınan bir çocuk yüreği vardı. Dayanılması güç, vaz geçilmesi imkânsız olan.
Çünkü biricik gözbebeği, nadide çiçeği Gözde artık yoktu. Ellerinden kayıp gitmişti bir anda, bilinmezlere doğru ve solmak üzereydi…
Peki öğretmenini bu kadar derinden yaralayan, beden kimyasını altüst eden, zihninde fırtınalar kopmasına neden olan, göz bendini tarumar ederek yüreğini sel baskınlarına maruz bırakan bu mektupta ne vardı dersiniz?
Elbette ki sevgi, özlem, hüzün, yakarış, feryat ve imdat cümlecikleriyle doluydu bu mektup. Beyaz bir güvercinin son kanat çırpışları gibiydi sözcükler.
Yaralı, kırgın, ümitsiz yakarışlar, okudukça yüreğe iğne olup batıyor, acıttıkça kanatıyordu duyguları. İsterseniz Gözde’nin yazdığı satırlara biz de bakalım.
Canım öğretmenim…
Dört gün önce babam defterimin üzerindeki Türkan Şoray’ın resmini gördü ödevimi yaparken. Elimden alarak baktıktan sonra bana; “bu nedir kızım” dedi. Ben de; “sevdiğim sanatçının resmi babacığım” dedim.
“Ben seni okula artist olasın diye mi gönderiyorum” diye bağırarak, anneme ve bana çıkıştı. Sonrada “artık okula gitmeyeceksin, okul bitti” diyerek kestirdi attı. O günden beri okula gelemiyorum melek yüzlü öğretmenim.
Her sabah annemle tarlaya gidiyoruz. Okulu, sizi, arkadaşlarımı o kadar çok özledim ki. Her gece rüyalarıma giriyorsunuz, bembeyaz ellerinizden öpüyorum, öpüyorum. Sonra uyanıyorum. Bakıyorum ki tuttuğum yastığım.
Gözlerimden ılık yaşalar dökülüyor yatağa. Ağladıkça hasretiniz içimi dağlıyor. Hıçkırığımı duymasınlar diye ağzımı kapıyorum öğretmenim.
Artık sizi, içimi ısıtan gülümsemenizi göremeyeceğim, kalbime ferahlık veren sözlerinizi duyamayacağım diye çok üzülüyorum.
“Gözde yoklamayı yaptın mı?” hitabınız içimde yankılanmakta. Saçlarımı okşayan parmaklarınızı, hüzünlerimi yıkayan tebessümlerinizi unutamıyorum öğretmenim…
Masanızda kır çiçeklerini çok severdiniz, koyan var mı? Boş kalan sırama baktıkça beni hatırlıyor musunuz öğretmenim?
Ne olur beni kurtarın, solmaya yüz tutan çiçeğinizi susuz bırakmayın…
Müdür Orhan bey mektubu bitiremedi, gözleri buğulanmıştı. Başını kaldırdığında Esma öğretmenin yalvarır gibi bakan gözleriyle karşılaştı.
Esma öğretmen hıçkırıklarını tutamadı. “Ne olur müdür bey Gözdemi bana getirin” diyerek mendili gözlerine götürdü.
Orhan bey ne diyeceğini bilememenin çaresizliğiyle yutkundu. Konuşacak halde değildi. Soluğu boğazında düğümleniyordu. Dudaklarının arasından fısıldar gibi “Gözde’yi mutlaka geri getireceğim” diyebildi.
Sonra da odadan hızla çıktı. Gözyaşlarının fark edilmesini istememişti.
(Devam edecek)
YORUMLAR
Bugün, 1 Aralık 2015 Sâlı. Nice insan gibi, benim öğrenciliğim de o öğrenciye benzer ancak, şehadetnâme ile 1965 yılında bitmişti. Oysa, ben okumak istiyordum...
Şu an sol yanımda, kolumu uzatsam elim değecek mesafede altı adet ders ve altı adet yardımcı kitabım var:
Devlet Bütçesi, Türk İdâre Târihi, Kentleşme ve Konut Politikaları, Halkla İlişkiler, Kamu Personel Hukuku ve Sosyal Politika.
O eksik kalan eğitimimin yakasını hiçbir vakit bırakmadım!... 12-13 Aralık 2015 günleri imtihanlarım var.
Önce kaymakam ve sonra Vâli olacağım; okulumuzun mezunlarının işi bu.
O ki, 65 Yaşından sonra cumhurbaşkanı ve başbakan ya da milletvekili olunabiliyor!... bakalım, hangi kazmaya sap olurum!. Esnaflığı adamdan saymıyor; okumuşlar!.
Emeklilik mi?... üniversiteye kayıt olduğum yıl emekli idim.
Okuması için ikna edip peşimden çekip getirdiklerimin sayısının toplamı bu yıl, 65 kişi oldu.
Yazınızın sonunu merakla bekliyorum...
Sağlık dileğim ve Selâmımla...
kadiryeter Kadir Yeter. 01.12.2015 TRABZON.
w.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=148068
Entellektüel-41 Seyfettin Karamızrak