- 874 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Ağır Geliyor
Öylesine yorgundum ki o gün; Kaz Dağları’nın eteğindeki çam ormanlarının arasından Edremit’e doğru giderken , omuzlarımda taşıyordum sanki, içinde beni taşıyan otobüsü. Sıcak bir yandan, uykusuzluk bir yandan bastırıyordu. Bedenime beton dökülmüş gibiydi.
Ağırdım kendime... Çok ağır...
kendimi taşımakta zorlanıyordum...
Edremit’ten önce Havran’a inecektim neyseki. Az kalmıştı. Havran’ın meydanında o çok sevdiğim çay bahçesine oturup karşı dağların seyrine dalacak, sigaramı yakıp çayımı yudumlayacaktım.
Nihayet indim Havran’a. Plastik sandalyeli, küçük masalı çay bahçesine attım kendimi. Çayın tazeliği yüzümü güldürdü.
Ağırdım kendime... Çok ağır...
Kendimi taşımakta zorlanıyordum...
Çayımı yudumlarken düşündüm de, el kadar bir et yüreğim, gövdeme nasıl da ağır.
İki avcumu ancak dolduran beynim, başıma nasıl da ağır.
Parmaklarım elime,
Gözüm yüzüme,
Tırnağım etime nasıl da ağır...
Çayımı yudumlayıp hayatın beni bana ağırlaştıran gaddarlığını düşünürken bir yandan, içinde bulunduğum bu şirin ilçeyi ve onun yiğit ama yoksul insanlarını, hele de Havran’lıların onuru, şanlı Koca Seyit’i selamlıyorum bir yandan da.
Seyit Onbaşı’nın o kocaman top mermisini yüklenmiş gölgesi tam da önüme düşüyor, hemen sağımdaki görkemli heykelinden.
Ben ağırlıktan şikayet edip dururken...
Utancımın ağırlığını bastırmak için söylüyorum ikinci çayı, gözlerimin önünde bir tarih gölgelenirken...
Barış Çelimli