- 1290 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
PARASIZ ERKEK KADINDAN BETER BE YA!..
Adam, günlerdir kendinde değildi. Kimse anlayan olmamıştı kendisini. Zaten öyle bir derdi de yoktu. Beni şu bu beğensin de farklılığım ortaya çıksın telaşında değildi. Olduğu gibi görünmek, göründüğü gibi olmak istiyordu. Yorgun düşmüştü hayattan. Aslında gönlü yorgundu. Bedeni az çok idare ederdi yine. Nasıl olsa bastona düşmüşlüğü yoktu. En çok nefret ettiği bir nesneye dayanarak, ondan güç alarak hayata tutunmaya çalışmasıydı. Baston deyip geçmeyecektin. Ne olur ne olmaz, belki bir gün dillenip de “ ulan moruk” bana dayanıp da az mı tafra attın sağa sola. Bana güvenip de peşinden havlayan köpekleri az mı uzaklaştırdın etrafından. “ İşte böyle hayat. Bazen her şeyiyle nankörleşip üzerine tükürebiliyor, sana yaptığı iyiliğe karşılık gözüne sivri ucunu sokabiliyordu. Onun için kendine şiar edinmişti. Şeyini(!) kesip yiyeceksin, kimseye el etek açmayacaksın.
Adam, parkın yol kenarına bakan banklarından birine oturmuş, hem iç dünyasında geziniyor hem de hazan mevsiminin kendisinde yarattığı fırtınalarda teselli aramaya çalışıyordu. Gazeller sağa sola savruldukça kendinden geçiyordu. Ayaklarının ucuna, kel kafasına serilip duran gazellerin çaresizliği kendi çaresizliğini aratmıyordu adeta. Her düşen gazelde yitip giden bir mevtanın acı yaşantısının izlerini görüyor gibiydi. Sarı, mor, kahverengi, kırmızının bütün tonları vardı gazellerin üzerinde. Aman Tanrım neydi böyle? Daha üç beş ay öncesi her biri tek renkte odaklanıp yaşama sımsıkı sarılmışlardı. Yeşil ne güçlü renkti ki zamanı gelip de gücünü kaybettikçe renk cümbüşüyle adeta türkü söyleyerek veda ediyorlardı hayata. Aslında her veda edişin hayata tekrar gelişine de yol açmış oluyorlardı. İnatlaşıp yemyeşil kalsalardı dallarında hazandaki bu çeşniye tanıklık edebilir miydi? Edemezdi.
Adam iç dünyasında sıyrılıp, yanına hop diye oturan Çingen kadının çırtlak sesiyle irkildi:
“ A be cancağazım,ne düşünürsün, Karadenizde gemilerin mi battı?”
Kadının kolları, bacakları, kendisininkine değiyordu. Ekşi bir ter kokusu burnundan içeri girip ciğerlerinin en ücra köşesine yerleşti. Oldum olası Çingenlerin doğallığına imreniyordu. Birkaç kez parasını kaptırmış olsa da kızgınlığı yoktu. Kin beslemiyordu. Demek ki bunlar da benim gibi kerizlerin sırtından nasiplerini çıkarıyorlar, diye düşünmüştü.
Fala bakmak için şirin göründüğü aşikardı. Cebinde metelik yoktu. Karısından zılgıtı yemişti sabah evden çıkarken:
Ne biçim erkeksin, kara kara düşünmekle evin geçimi olmaz. Git para kazan. Yoksa kendimi satacam, demişti.
Bu memlekette duyduğuna göre hep kadınlar horlanıyordu da şaşıyordu bu duruma. Karılarını bıçaklayıp, çenelerini tuz buz eden maçolara öykünmüyor da değildi. Daha ilk geceden tavuğun bacağını cart diye ayırsaydı şimdi bu sünepeliği yaşamayacaktı ama yine de karısının at gibi kişnemesi hoşuna gidiyordu.
“ Uzat be elcezini de falına bakayım! ”
“ Param yok ki, “dedi birden bire.
“ A be nömere çekme, atacan bi beşlik!”
“ Karım ölümü öpsün ki yok param!”:
Çingen, yerinden fırladı, kıçını sallaya sallaya uzaklaşırken:
“ Parasız erkek, kadından beter be ya!..”
Adam, burnuna düşen kızıl yaprağa aldırmadan Çingen kadının arkasından bakakaldı…
YORUMLAR
" insanın kazandığı paradan değil paranın kazandığı insandan korkulur " Sözüne itibar edenlerden olsak da onun hayatımızdaki yerinin önemsiz olduğuna getirmek saçmalık olur.
Bakıyorsunuz bugün, Temel insanı ihtiyaçlar, yemek, barınmak, eğitim, düzgün bir hayat hepsi için para gerekli. Hele ki bir de, ataerkil bir toplumda yaşıyor ve değişen toplumsal şartlara rağmen , bir evin geçimini, çocukların bakımını, bizzat yüklenmekle doğal olarak görevli görülüyorsanız içinde bulunduğunuz durumun vahametini tarife kelime yetmez. Ki buna ben de inanıyorum.
Sonuçta çalışıyor da olsa, çalışmıyor da olsa kadın bir şekilde doğal olarak üstüne vazife olarak verilmiş görevleri yerine getiriyorsa çabalıyorsa Erkek de bi zahmet evine bakmak için gereken sorumluluğu göstermeli.
Taş taşımalı, limon satmalı parasını kazanmalı.Sevgi, değerbilirlik, hoşgörü, insanlık elbette; paha biçilemeyecek kadar güzel ve parayla satın alınamayacak değerlerden.
Ama sadece paranın hükmünün geçmeyeceği değerlerle yaşamak - yaşamak olmuyor işte. Olmuyor. Aşırıya kaçarak aşkı, sevgiyi, dostluğu, onuru, eşi hatta Parayla alan ucube ucuz zihniyetleri ayrı tutuyorum. Para maalesef nefes kadar gerekli ...
Eğer ki bir toplumda yaşıyorsanız, o toplumun mecburi gerekleri haline gelmiş her şeye onsuz erişilmiyor. Bakıyorsunuz severek evlenmiş bir çift ki bizzat bundan 10 yıl kadar önce şahit oldum, hatta evlenmemişler kız kaçmış .Neyse sonradan evleniyorlar bizim evin altında bir ev tutuyorlar. Yeni gelin gelecek diye komşulardan duyuyorum bu arada.
Neyse taşındı bizim yeni evli çift. İnanın çok değil 3 ay sonra onların sesiyle uyanır oldum sabahları." Git ekmek getir " diye bağırıyordu yeni gelin .Sonra sonra duydum boşanmışlar ...Maalesef parasız sevgi de olmuyor, aşk da olmuyor, evlilik de olmuyor hiççç bir şey olmuyor.
Napolya' na gel de hak verme şimdi " para para paraa "
Toplumun kanayan yarasına parmak basarak paranın hayatımızdaki önemini hatırlatan yazınız için teşekkür ederim.
Saygılarımla.