- 994 Okunma
- 8 Yorum
- 1 Beğeni
Kitapsız Türkiye
“Kitapsız” kavramı bizde çoğunlukla kızdığımız kişilere hakaret anlamında kullanılır. Benim öyle bir niyetim yok. Amacım ülkemizde kitaba önem verilmeyişine dikkat çekmektir.
Maalesef insanlarımızın çoğu kitap okumuyor, adeta kitaptan kaçıyor. Dahası bazıları geldiği yaşı söyleyip, “Bu yaşıma kadar kitap okumadım, kitabı elime bile almadım.” diye övünebiliyor da.
Gelişmiş, uygar ülkelerde seyahat ederken kitap okuyan birçok kişiye rastlayabilirsiniz, orada bu görüntü normaldir ama bizde böyle bir kişi görenler ona tuhaf tuhaf bakmaktan kendilerini alamazlar; çünkü bizde bu görüntü alışıldık bir şey değildir.
Parklarda gezerken elinde kitap olan insan hemen hemen hiç görmüyorum, oysa gördüğüm akıllı telefonu olan insan sayısı çok fazla. İnsanlarımız maalesef bu akıllı telefonlardan her şeyi öğrendikleri yanılgısı içindeler.
Birçok kitap fuarına katıldım. Gelenleri oralarda uzun uzun gözledim. Mesela fuarın çıkış kapısında durup içeriden çıkanlara baktım. İnanın bu insanların yüzde doksanından fazlasının elinde kitap yok. Peki öyleyse bunlar kitap fuarına niçin gelmişler acaba? Kitap seyretmek için mi? Olabilir. Çünkü ülkem insanı son 15-20 yıldır seyretmeye alıştı/alıştırıldı.
Kitap fuarına okulları tarafından getirilen öğrencileri de çok izledim. Kitaplara bakıp da almak istediği halde alamayacağını söyleyen çocuklara nedenini sorduğumda, “Cebimde bir lira bile yok. Fuara gideceğimizi bize öğretmenlerimiz önceden haber vermediler ki gelirken yanımıza para alalım. Derste iken “haydi, gidiyoruz!” deyip bizi otobüse bindirip getirdiler.” cevabını duydum.
Hele o fuara getirilen ilkokul öğrencilerinin tek sıra halinde kitap standlarının önünden geçip gitmeleri yok mu? Bu çocuklar böyle bir ziyaretten acaba kitap sevgisini nasıl öğrencecekler?
Belediyeler, bakanlıklar, fuar yetkilileri oraya gelen hiç kimseyi kitapsız göndermeme amacında olmalıdır. Gerekirse fuara gelen her çocuğa ücretsiz bir kitap verilmelidir. Bu o kadar zor ya da pahalı bir şey değildir. Çünkü bu konuda yayınevleri ücretsiz olarak kitap verip önemli ölçüde katkı sağlayabilirler.
***
Kitap konusunda yaşadığım birkaç olaydan da bahsetmek istiyorum.
Ben arabayla tatile çıktığım her sene, kendi kitaplarımdan yaklaşık 250-300 tanesini arabanın bagajına koyarım. Gittiğim yerlerdeki köylerde durup oraların çocuklarına kitaplarımdan hediye ederim. Çünkü biliyorum ki köydeki çocuklarımızın çoğunun evinde tek bir kitap bile yoktur. Bu şekilde sanırım bugüne kadar 3-4 bin tane kitap hediye etmişimdir.
Geçen yıl, Çanakkale’nin bir ilçesine gittim. Oradaki birkaç okulu dolaşıp öğretmenlere ve okul kütüphanesine kitaplarımdan hediye etmek istediğimi söyledim. İnanın öğretmenlerin ve idarecilerin bazıları kitaplara elini sürmekten bile çekindiler. Kitabın insanları böylesine korkutmasına doğrusu çok şaşırdım. Kitaplarımın yasaklanmamış olduğunu, siyasetle ilgisi bulunmadığını söyleyince gönülsüz bir şekilde almayı kabul ettiler.
Aynı ilçenin köylerine de gittim ve oradaki köy/muhtar odalarına uğradım. Çoğunda kitaplık/kütüphane vardı ama tabii ki içlerinde insan yoktu. Kitaplarımdan verdim, teşekkür edip aldı muhtarlar. Bu köylerden birinde kitap verme konusunda muhtarla sohbet ederken balıkçılık yaptığını öğrendiğim bir köylü dedi ki: “Hocam, kitaplarınızı buraya verip de boşuna ziyan etmeyin. Onları bu köyde hiç kimse okumaz. Çünkü gençlerin hepsinin elinde bir telefon var ve sabahtan akşama kadar onunla uğraşırlar. Yani hiç biri telefonu bırakıp da eline kitap almaz! Diğerleri de zaten buradaki zamanlarını oyun oynayarak geçirirler.”
İstanbul’un bir ilçesinin köyüne çok sık giderim. Çünkü orada henüz doğa yağmalanmamış. Her gittiğimde doğa ile başbaşa birkaç saat geçirip dinlenmiş ve mutlu bir şekilde eve dönerim. Buraya gittiğim bir gün, oradaki hayvan barınağının önünden geçerken içlerinden birinin sırtındaki önlükten veteriner olduğunu tahmin ettiğim bir kişi ve etrafında bir bayan, üç erkek dışarıda sohbet ediyorlardı. Bunların aydın insanlar olduğunu ve kitap okumayı sevdiklerini sanıp yanlarında arabayı durdurup selam verdim ve kendimi tanıttım. Kitaplarımdan hediye etmek istediğimi söyledim. Veteriner kitap okumaya zamanı olmadığını söyleyince ben de “Sizin gibi tahsilli biri kitap okumasın, doğrusu şaşırdım.” dedim. “Okuyorum tabii, ama sadece mesleki yayınları.” cevabını verdi.
Orada genç bir bayan vardı. Ona “Siz ister misiniz?” diye sorduğumda diğer adamlardan biri bayanın cevaplamasına fırsat vermeden atıldı: “O stajyer, okumaz, okumaz!” diye sertçe cevap verdi ve bana bir öneride bulundu: “İleride köy var, git orada ver kitaplarını” dedi kaba bir ifadeyle. Teessüf ederek oradan ayrıldım.
Bütün bu olanlar benim moralimi bozdu ya da beni yıldırdı mı? Hayır. Kitap okutma gayretimi sürdüreceğim. Çünkü şuna inanıyorum: Bir tek kişi kazanmak bile kârdır. Ülkelerinin kaderinde rol oynayanlar da tek bir kişiydiler.
**
Gazetelerde doğru olmamasını temenni ettiğim şu haberi gördüm son günlerde: “Bilimle uğraşan bir kurumumuz, içinde getirdiği yeniden yapılanma politikasıyla popüler bilim kitaplarına getirdiği ‘yerlilik ve kültürel uyum’ kriterleri kapsamında 50 bin kitap için toplatma kararı vermiş. Yayın Kurulu’nun ‘yerlilik ve kültürel uyum’ kriterlerine göre incelediği kitaplar sakıncalı bulunursa imha edilecekmiş.”
Hırsızlıklarına, talana, soyguna, vurguna devam etmek isteyenler aydınlıktan korkuyorlar, kitaptan korkuyorlar. O nedenle de kitapsız bir Türkiye arzuluyorlar. Onların bu tutumları karşısında halk susuyor; çünkü halk çökmüş, perişan bir vaziyette. Öyle ki konuşmaya bile mecali yok. Öte taraftan aydınlar da susuyor. Oysa, “Bir ülkede işler kötü gittiği halde kimsenin sesi çıkmıyorsa; oranın şairleri, yazarları, aydınları için toplu halde bir ölüm raporu hazırlamak gerekir. “
Her şeye rağmen her türlü ideolojik görüş farklılığını bir yana atıp, aydınlarımız “Kitapsız Türkiye” isteyenlere karşı bilinçli, kapsamlı bir mücadele başlatmalıdır. Yoksa Ortaçağ karanlığında boğukup gideriz!
Son sözde Oruç Baba der ki:
“Baskıcı rejimler silahtan korkmaz, kitaptan korktuğu kadar”
“Cehalet örtüsünü, ancak kitap makası keser.”
“Kitap, konuşan kâğıttır. Kâğıdı konuşturan da yazardır.”
YORUMLAR
Kitap okuma alışkanlığı çocuk yaşta edinilecek bir davranış biçimi aslında .
biz çocuklarımıza okul harçlığı yada ne bileyim haftalık günlük her ne ise verdiğimiz çep harçlıkları okuya bileceği ders kitapları 'haricinde dinlenme zamanını ve genel kültürünü geliştirip güzelleştirecek Kitap alma harçlığı '' vermiyoruz ..düşünüyorumda acaba daha ileride olamak için .çocukalrımzı bu konuda gereken hassasiyeti kaçımız göstere biliyoruz. bence kitap okuma alışkanlığı verirken çocuklarımızı özendiren ve eğlendiren hediyelerle teşfik ede biliriz okuma alışkanlığına. saygılarım ile
Ömer Faruk Hüsmüllü
Evet, çocuklarımıza kitap sevgisini kazandırmalıyız ve gerekirse onları bu konuda ödüllendirerek teşvik etmeliyiz.
Ben kendi oğlumdan örnek vereyim: Bu çocuk daha sekiz yaşından itibaren harçlığının önemli bir kısmını dergi ve kitaplara yatırmaya başladı. Önceleri otomobil dergilerine merak sardı, onlardan çokça aldı. Sonra kitaba yöneldi. Şimdi 26 yaşında ve hemen hemen her ay internet sitelerinden kitap siparişi veriyor. Açıkça itiraf etmem gerekirse onun bana yol göstermesi sayesinde ben de son zamanlarda çok kitap okumaya başladım.
İnsanlarımız bir şekilde bu konuda teşvik edilip okuyan bir Türkiyeye ulaşmamız gerektiğine inanıyorum.
Selam ve sevgilerle...
evet, bugün ben de kitaplarla ilgili kısa bir yazı yazmıştım... sizin de dediğiniz gibi insanlarımız kitap okumuyor ve okuyanlar da pek sevilmiyor hele bir de gerçeklerle alakalı olunca hiç hoş karşılanmıyor ve hele bir de bunu kaleme alınca bundan dolayı mahkum bile oluyorsun tıpkı Can Dündar, Erdem Gül ve İsminaz Ergün gibi...
tek kitaplı olmaktansa çok kitaplı olmak her zaman iyidir...
okumak adına güzel bir yazıydı, sevgiler...
Ömer Faruk Hüsmüllü
Sizin de buyurduğunuz gibi insanlarımız maalesef çok az kitap okuyor. Bizlerin bunu artırmak için çalışması ve bir şeyler yapması gerekiyor. Tabii öncelikle kitap düşmanlarına karşı mücadele etmek de şart.
Selam ve sevgilerle...
Guldane Dal
Aynur Engindeniz cankardeşim,
Ömer Hocam, yerden göklere kadar haklı!
Ortaçağ karanlığı derken, aslında çok iyi niyetli yazmış hatta.
Bence biz, taş devrindeyiz şu anda, çünkü; kafalarımıza hiçbir anlamlı bilgi sokmadığımızdan ve girmediğinden, kafamız taş kesilmiş, yani taşkafa olduk.
Bahsettiğiniz 8-13 YY devri çok doğru, lakin; o zaman insanlarımız, dini, imanı kafadan hesabına geldiği biçimde değil, hakkıyla Hak adına okuyup öğrendiklerinden ve İslam'ı, sosyal yaşamın, siyasetin ve yalan-sahte fevaların aleti olarak değil de; vazgeçilmez bir anaparçası olarak kabul ettiklerindendir.
Her iki-üç insandan biri ozandı, aşıktı, drevişti; halkın içinde, halkın derdini sıkıntısını paylaşırdı köy-köy geze geze, ardından da hükümralara iletirdi kelle koltukta.
Ya bugün?
Cevabını size bırakıyorum.
Mamafih; insanımızın bugün, elinde ve aklında, zamana ayak uydurduğunu gösteren, ileri görüşlü ve aydın olduğunu, ilerlediğini, gerçek medeni bir toplum olduğunu gösteren ve o devirle kıyas edebileceği neyi var, söyler misiniz!?
Evet biz, ileri bir toplumuz, doğru; fakat anarya gidiyoruz, Türkçesi geri geri yani..
Ortaçağı çoktan geride bıraktık da, taş devrindeyiz; bu gidişle, -yakında belamızı bulmazsak ve kısmetse-, Hititlere ve Sümerlere ulaşırız, ders almak için...
Kuru kuruya övgüyle bu toplum, -bırakın geleceğini ve cenneti kazanmayı-, bir gazoz kapağı bile kazanamaz.
Annem de ben doğmandan birkaç ay öncesine kadar, köy güzeli, kızoğlan kız imiş. Ama ben bununla övünme ihtiyacı hiç dumadım, duysam bile sinekler dahi gale almaz ki...
Bahsettiğiniz parlak devrin üzerinden 800-1300 yıl geçmiş. İlim ve bilimi en az ikiye, üçe, dörde katlamamız gerekirken, elin adamı uzayı fethetmeye gitti; biz de, TV karşısında ''vay anasını, gitti herifler gerçekten aya'', deyip, yatırıldığımız derin uykuya fazla ara vermeden devam etmekten başka ne yapıyoruz?
Üç-beş aydınımız varsa bile, ya sumakta ya da susturulmakta!
Aklımızın %33'ünü, adet yerini bulsun, - sırf iş olsun diye- dine imana, yalana ve sonsuzluktaki cennete, %33'ünü paraya pula, yemeye içmeye, eğlenmeye, %33'ünü de akıllı telefonlara verdik Toplam %99 yapar.
Geriye kalan %1'ini ise def-i hacetimiz için helayı bulmaya ayırdık; hepimiz fazla sıkışmadan bulabilirse tabii....
Gerisi hikaye, zaten yok ki; iş diye yazdım, insanımız hoşlanır diye...
Hay Allah, aklımı nereye koymuştum ben yahu; yedim mi yoksa.
Pekii nasıl okuyacağım ben şimdi Ömer Hoca'mın kitaplarını..?
Hocam; bari siz yazmaya devam edin de; -zor da olsa-, okutacak bir tahsilli bulurum, nasıl olsa koca İstanbul'da.
İyi Türkçe bilen yabancı kökenli bir yığın misafirimiz var, biri okuyamazsa bir diğeri okur, anlatır bana, sevaba girer.
.............................
NasreddinCe Kederli
-Hocam;
bizim ''deliler''; neden kafayı yemiş ''akıllılarımızın''
dışkısını karıştırmayı çok severler?
-İçinden belki akıl çıkar, diye evladım!
...!?!?!?
.....................
Esenlikle kalın.
Saygı ve selamlar
Ömer Faruk Hüsmüllü
Selam ve sevgilerimle...
'Daha düne kadar köylü ve ümmi olan' insanların, doğayı ve toplumu değiştirip, dönüştürecek olan, ileri bir algı ve anlayışın zorunlu sonucu 'kitaplı kültür'ün hassasiyetlerini gösterebilmesi, önceki 'kitapsız kültür'ün alışkanlıklarının farkına varması, onların değişim ve dönüşümle olan çelişkisinin hayati önemini kavraması, hatta bunun acısını duyuyor olmasıyla mümkündür...
Bu acı, toplumun dinamiklerinin dizayn edilme biçimine göre değil bir-iki kuşak, daha yüzyıllarca duyulmayabilir...
Biz bu acıyı yüz yıl öncesine göre elbette daha fazla duyuyoruz, ama bu yazıya vesile olan gözlem ve izlenimleri gerçekçi biçimde yorumlarsak, bunun zamanın ruhuna eklemlendiğini söyleyemeyiz...
Bu acıyı duymamız gereken somutlukları sıralayalım;
1- Birbirimizi dinlememek,
2- Bilgilenme isteğiyle nitelikli ve sorunsuz bir iletişim üslubu geliştirememek,
3- Çok güdük kalmış bir kelime dağarcığı ile yetinmek,
4- Hemen her defasında aynı basit konuları konuşmaktan sıkılmamak,
5- Sorunlu iletişimin neden olduğu kısır döngülerden rahatsız olmamak vs... vs...
Bitirelim: 'Daha düne kadar köylü ve ümmi olan' insanların çocukları ve torunlarının her bir hücresine işlemiş bir algı ve anlayış biçiminin 'bugünden yarına' değişmesini beklemek bir nevi saflıktır... Çünkü kültür dediğimiz şey, bu handikapların aşılmasını gerektirir ve 'tahsil görmek' bunun başarılması değil, bu yolda ilk adımın atılması demektir...
Yalnız...
Şu son yıllardaki, siyasetteki 'radikal' değişimlerin nedeni, bir taraftan (cepheden), yukarıda ifade ettiğimiz çıkmazların sonucu gibi değerlendiriliyorsa da, bunun böyle olup olmadığı çok daha derin sosyolojik analizleri gerektiri ki, panoramanın ironik niteliği meraklısının gözünden kaçmayacaktır... Haydi, daha açık yazalım; 'Eski Türkiye' sevdalılarının daha az okuduklarını, sayısız gözlem ve izlenimden çıkarsamak güç değildir... Hatta, birçok iletişim problemimizin nedeni budur... Hiçbir öngörüleri isabet kaydetmemiştir mesela...
Yazınız sayesinde yazdım...
Teşekkür ederim...
Saygılarımla.
Ömer Faruk Hüsmüllü
Yapılan yorumlar, eleştiriler de gösteriyor ki okuma, anlama, dinleme, empati kurma gibi konularda daha çok eksiğimiz var. Dilerim toplum olarak bu eksiklerimizi giderip bizden sonrakilere de iyi bir örnek oluruz.
Ben sadece yaşadıklarımı yazdım. Kitap konusundaki sıkıntılarımı anlattım. Bunları gidermenin çok çeşitli yolları olduğu muhakkak. İnsanlarımız uygarca tartışarak bu yolları/çözümleri ortaya koyabilmelidir.
Selam ve sevgilerle...
Duyarlı bir konuya parmak basmışsınız hocam.
Bu konu ne yazık ki ülkemizin acı bir gerçeği. Teknolojinin ele geçirdiği bir süreç insanları bu bağlamda binlerce lira verilirken en ufak cihaza tek bir kitap almaktan imtina etmekte pek çok insan. ne yazık ki kitaba verilen para pek çok anlamda gereksiz addedilmekte.
Kitapsız ve harcanmış zamanlar oysaki tek bir cümle bile insanın bakış açısını değiştirebilmekte.
Bilgi sonu olmayan bir uzantı tüm cahilliği ve sevgisizliği bertaraf edecek mahiyette.
Yüreğinize sağlık efendim.
Saygılar, hürmetler...
Ömer Faruk Hüsmüllü
Görüşlerinize aynen katılıyorum. Dilerim bu anlayış yakın bir zamanda biter ve "kitap" bizim toplumumuzda da hak ettiği değeri bulur.
Ben sadece yaşadıklarımı, bildiklerimi anlattım. Kim bilir daha neler neler vardır bu konuda ama maalesef insanlar susmayı tercih ediyorlar.
Selam, sevgi ve saygılarımla...
Çok kitap okuyanın cahil olmayacağı gibi enteresan bir görüşü var çok kitap okuyanların. Sonra, Türkiye kitap okumayan bir ülke değildir. Bizde okunan kitabı paylaşmak gibi güzel bir adet olduğu için, okuyan insan sayısını kitap alım sayısına orantılayıp bulamazsınız. Bir de çok merak ediyorum "Ortaçağ karanlığı" dedikleri şeyi hiç araştırma gereği duydunuz mu? Ortaçağ karanlığı zamanın Avrupa'sı için geçerliydi sayın yazar. Zira o dönem Türk ya da Müslümanlar karanlıkta değil aksine her alanda Avrupa'dan ileriydiler. Bakınız 8-13 yy. arası İslamın altın çağı olarak da adlandırılır.
Aslında bunlar kitaplarda yazıyor. Lise tarih kitaplarında bile var vallahi.
Aynur Engindeniz tarafından 11/27/2015 2:24:17 PM zamanında düzenlenmiştir.
Ömer Faruk Hüsmüllü
Selam ve saygılarımla...
Aynur Engindeniz
Saygılarımla.
Kederli
kitabı satınalırsanız, alabilirseniz, paylaşırsınız. Ne kadar kitap alınıp alınmadığını yayınvelerine bir sorun bakalım ne cevap verecekler.
Siz galiba, sırf kendi çevrenizi zikretmişsiniz kitap paylaşımı konusunda.
Özel durumlar, genel durumumuzu hiç etkilemez, istisnaların kaideyi asla bozmadığı gibi.
Sonra, anlamadığım birşey var; siz nasıl 8-10 asır önceki atalarımızı anabiliyorsunuz? İçinde yaşadığınız toplumumuz, o atalarına ne kadar layıktırlar dersiniz? Buyrun cevabınıza hazır bekliyorum.
Ruhları dile gelse, bizi torunları olarak kabul ederler mi zannediyorsunuz, göklere kadar övdüğünüz atalarınızı?
Onlar, benim de atam, hem de eşsiz diyebileceğim atalarım. Fakat ben, utancımdan isimlerini sesli anmaktan Mevla huzurunda hicabediyorum.
Sessiz bile ansam, her defasında arımdan yerin dibine girip girip çıkıyorum.
Aslında; Ömer Hocamızın konusu ne dün ne 8-10 asır öncesi, bugün değerli kardeşim, bugün ve şimdi, hatırlatmak isterim.
Selam ve saygılar
Aynur Engindeniz
Vb saçmalıklarına da inanmıyorum. Hiç biri değiliz. Bırakın siyasileri bir kenara biz toplum olarak uç kağıda bayılırız. En namuslularınız bile işi görülsün diye şebeklik edebilir icabında. Bu gidişatın kitapla düzeleceğini düşünmek hayalden öte bir şey. Dünya böyle. Zaman böyle. Hani sormuştunuz ya kıyamet kopar mı diye. Kopuyor işte
yavaş yavaş.
Saygılarımla.
Hocam bir toplumu ele geçirmen en kolay yolu cehaleti artırmaktır cehalet arttıkça ülkeyi kontrol edip ele geçirmek siyasilerin çizdiği yoldur çünkü okuyan,düşünen ve düşündüklerini kaleme alanlar veya konuşanlar ne yazık ki geçmişte ve bugünde olduğu gibi bir şekilde susturulmaktadır .
Yazı başlığına gelince hocam çok doğru bir başlık bizler raflardaki kitaplardan uzaklaştıkça Türkiye kitapsızların eline kaldı ve her anlamda kitapsız bir türkiye olduk .
Kaleminize ve yüreğinize sağlık saygılarımla
Ömer Faruk Hüsmüllü
Cahil bırakılmış halk maalesef bazı siyasi iktidarların işine geliyor. Çünkü kendi görüşlerine karşı çıkmayan, sorgulamayan insan kitlelerini yönetmek çok kolaydır. O nedenle de kitap toplamak, yakmak dahil aklımıza gelebilecek her türlü yolu deniyorlar.
Selam, sevgi ve saygılarımla...