- 502 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
EL SALLIYOR YILDIZLAR
MAZİYE YOLCULUKLAR – 60
“ Nazife ve Hamit Evci’ye Saygılarımla “
Doğduğum topraklardayım… Çocukluğumda altın sarısı başakların nazlı nazlı sallandığı tarlalar, konut istilasına uğramış… Beş bin nüfuslu güzelim Kâhta, duyarsızların, beceriksizlerin ellerinde elli bin nüfusu geçen koca bir köye dönüşmüş… Her sokağında on yılların ihmali sırıtıyor…
Saat yirmi dörde yaklaşıyor. Yeni döşenmiş parke taşlarına sessizce basarak, konuk olacağım eve doğru yürüyorum. Hüzünlüyüm… Sevdiğim, saygı duyduğum güzel bir insan için kurulan taziye çadırından geliyorum. Mazimin güzel güllerini düşünüyorum… Çocukluğumun o güzel insanları bu âlemden tek tek göçüp gidiyor…
Her ölüm haberi yıkıyor beni… Yaralı yüreğim elemden boğuluyor… Bu acılara yüreğim daha ne kadar dayanır bilemem…
Konuk olduğum evin önüne geldim. Sokak sessiz… İçeri girmeden sokakta dolaşıyorum. Nemrut Dağı tepesi görünüyor… Şimdi orada olmak isterdim. Kâhta ovasını, köylerini, mezralarını, merkezini seyrederdim… Nemrut tanrılarıyla dertleşirdim…
Evin önüne tekrar geldim. Salonda ışıklar yanıyor. Kapı ziline yavaşça dokundum… Uyuyanları rahatsız etmek istemiyordum. Kapı açıldı. İçeri girdim…
Evin güneydeki balkonuna yatak sermişler. Üstümdeki elbiseleri değiştirip yatağa uzandım…
Saatler geçti… Gözüme bir türlü uyku girmiyor… Gece yeni bir güne kavuştu kavuşacak… Şafağın ayak sesleri duyuluyor… Nemrut tanrıları öfkelenmiş, rüzgâr kusuyorlar…
Rüzgâr ağaçların dallarına toprağı öptürüyor… İplere geçirilmiş ve kurumaya başlamış biberlerin, patlıcanların sesi, usta ellerde çalınan tef sesini andırıyor…
Saatlerdir baktığım gökyüzündeki yıldızlar bana göz kırpıyorlar… İki yıldız Asur altını gibi parlıyor… Onlardan gözümü alamıyorum… El ele tutuşmuşlar… Görevlerini dört dörtlük yapmış insanların mutluluğu, gönül rahatlığı, al güle benzeyen yüzlerinden yansıyor…
Ben bunları tanıyorum… Bunlar uzun bir ayrılıktan sonra buluşan iki güzel insan… Hamit Evci ile Nazife Evci bunlar… İki güzel insan buluşmalarının sevinciyle gökyüzüne balayına çıkmışlar…
Doğduğum günden itibaren benden sevgilerini, şefkatlerini esirgemediler… Bana anne, baba, abla, ağabey oldular… Beni kötülerden, kötülüklerden korumaya çalıştılar…
Dar günlerimde sahte arkadaşlar, dostlar gibi arkalarına bakmadan kaçmadılar…
Sevgiyle beni kucakladılar… Elimden tuttular… Yardım etmeye çalıştılar…
Sevgilerinden, şefkatlerinden nasiplenen yalnız ben değildim…
Güzel yüreklerini herkese açtılar… Dil, din, ırk, cinsiyet ayırımı yapmadan, şehirli, köylü demeden yardım isteyen herkese ellerini uzattılar…
Hamit Evci bütün ömrünü Kâhta merkezinde ve köylerinde yaşayan insanlara adadı… Sorununu ileten herkesin yardımına koştu…
Müthiş zekâsıyla, sabrıyla, bilgi ve tecrübesi ile her kördüğümü çözdü… Mutlu sona ulaştırdı… Sorunları çözülen insanların gözlerindeki sevinçten büyük bir mutluluk duydu…
Hiçbir karşılık beklemedi… En büyük kazancı insanların tatlı sözleri ve gösterdikleri saygıydı…
Yaptığı hiçbir işten havalara girmedi… Çok alçak gönüllüydü… İnsan güzeliydi… İyilik meleğiydi…
Ömrü boyunca kendisinden incinen bir insana rastlamadım… Aleyhinde konuşan tek bir kişi görmedim… Küçük yerlerde dedikodu, fesatlık ve kıskançlıklar çok olur…
Kültür seviyesi düştükçe dedikodu, fesatlık ve kıskançlıklar artar…
İlçe Tarım Kredi Kooperatifi Müdürlüğü gibi bir görevi yaparken bile kendisini bu tiplerden korumasını becermiştir…
Ağırbaşlılığı, efendiliği ve adaletli davranışıyla kendisini sevdirmeyi ve saydırmayı bilmiştir…
Vefatını Diyarbakır Lice ilçesinde Milli Eğitim Müdürlüğü yaparken öğrendim…
Aynı gün Kâhta’ya geldim… Kâhtalılar taziyesine akın akın gelerek bu güzel insana vefalarını gösterdiler… Günlerce süren taziyesine gelen herkes iyiliklerini söyledi…
Nazife Abla sevgili Hamit Evci’nin hayat arkadaşıydı…
Mahallemizin, sokağımızın şefkat anasıydı… Eşi gibi insanların yardımına koşmaktan, ellerinden tutmaktan büyük bir zevk alırdı…
Biz çocukları çok severdi… Sokakta oynarken kendi çocuklarına aldığı veya elleriyle yaptığı yiyeceklerden bize de dağıtırdı… Birimiz oynarken düşsek, sesimizi duyar duymaz yardımımıza koşardı…
Elimizden ilk tutan hep Nazife Abla olmuştur… Kanayan dizimizin, kolumuzun, burnumuzun ilk tedavisini o yapar, güzel sözleriyle ağrılarımızı bize unutturmaya çalışırdı…
Nazife Abla kapı komşumuzdu… Aramızda bir duvar vardı…
Nazife Abla tek katlı evlerinin bahçesinde renk renk güller yetiştirirdi… Her sabah o gülleri sularken, ben iki katlı evimizin balkonundan onu zevkle izlerdim…
O güller renklerini, güzelliklerini sevgili Nazife Ablanın sevgi dolu yüreğinden alırlardı…
Güllerin mis kokularını ciğerlerime çekerdim… Hayranlıkla kendisini izlerdim…
Beni görür, öğretmenlerime gül götürmem için yanına çağırırdı…
Annem ne zaman bana kızsa, sesini duyar duymaz bize gelirdi. Bana kol kanat gererdi… “Ne istiyorsun bu küçük çocuktan” diye beni korumaya çalışırdı…
Annemim boş cüzdanın farkına varmadan, harçlık isterdim…
Çocuk yokluğu ne bilir ki…
İki gözün avucuma aksın fakirlik…
Nice çocuğun okula harçlıksız geldiğini öğretmen olunca daha iyi gördüm…
Her gün çocukluğumu yaşadım… Çocukluğumuzda cebimizin yolunu bilmeyen kâğıt paraların, okulda bizim yaşımızdaki tek bir ailenin çocuğunun cebinde tomarla çıktığını bu yaşa gelince bile unutamadım…
Her çocuğun babasının cebinde ağaların, patronların parası kadar para olsaydı bu Dünya yıkılır mıydı?
Hiçbir çocuğun gözü, kendi yaşındaki çocuğun ellerine bir çivi gibi çakılıp kalmasaydı, yeraltındaki magmalar vicdansızların yüzüne lav olup fışkırır mıydı?
Delik ceplerimize inat, büyük çalanın oğlu tomarla parayı göstermekten zevk alırdı…
Gece gündüz çalışan babamızdı… Bir tek gün bu çocuğun cebindeki kadar parası olmadı…
Çocukların koruyucu meleği Nazife Abla, üniversite öğrencisi fidan gibi evladı Kemal’i iki cahilin bıçaklı saldırısında kaybetti.
Kemal Evci, arkadaşlarının bağırlarına bastıkları bilgili, görgülü, efendi bir gençti…
Canım kadar severdim… Benden küçüktü… Bir gün saygısızlığını görmedim… Bir gün olsun bir kavgaya karıştığını duymadım… Ölüm, güzel gençlerimizin kapısını neden çalar, çözemedim…
Neden anne babaların yüreğine közler düşer, çöz çözebilirsen… Nazife Abla ve Hamit Evci için için yandılar… Ablaları, küçükleri, akrabaları, arkadaşları ve tanıyan herkes Kemal için gözyaşı döktü…
Nazife Abla ve Hamit Evci için yıkım oldu… Acılarını içlerine gömdüler… Evlat acısını, kardeş acısını çeken bilir… Son nefes verilene kadar bu acı unutulmaz…
Nazife Abla, ömrümün her döneminde bana kucak açtı… Beni evlatlarından ayrı tutmadı… Acılarıma o güzel gözlerinden yaşlar dökerek ortak oldu…
Gurbet ellerinden Kâhta’ya her dönüşümde Nazife Ablayı ziyaret ederdim… Bir anne şefkatiyle beni karşılardı… Memnun olurdu…
İşimi, eşimi, çocuklarımı tek tek sorardı…
Üzülmesin diye bahtsız bahtımın çilelerini kendisine aktarmazdım… Hep iyi haberleri aktarırdım…
Sevinirdi… Mutlu olurdu… Mutlu olmamı dilerdi…
Nazife Abla, ömrünün son iki yılında yatağa düştü… Koltuk değnekleri ile yürümek zorunda kaldı…
Duyduğuma göre öğretmen oğlu Şinasi ve eşi Birgül Hanım günümüzde eşine az rastlanır bir özveriyle Nazife Ablaya bakmışlar… Kolu kanadı olmuşlar…
İki ay önce yine bir taziye için Kâhta’ya gittim. Nazife Ablayı ziyaret ettim… Yataktaydı… Üstü başı ve odası tertemizdi… Beni görünce boynuma sarıldı:
— Mahmut’um sen çok çile çektin. Söyle şimdi nasılsın?
Ağlamaya başladı. Çok sevdiğim Nazife Ablayı yatakta hasta görünce ben kendimi zaten zor tutuyordum…
Anne evlat gibi sarılıp hüngür hüngür ağladık…
Gözyaşlarımızda genç Kemal Evci vardı…
Genç Mehmet Cantekin vardı…
Gençlerimizin hepsi vardı…
Hamit Evci vardı… Mustafa Cantekin vardı… Dünden bu güne ortak acılarımıza bir isyandı gözyaşlarımız…
Ağlıyorduk… Benimle birlikte ziyarete gelen sevgili yeğenim Mehmet Çelebi ve Şinasi beyin eşi Birgül Hanım bizi izliyorlardı…
İkimizde bir süre sonra sakinleştik… Nazife Abla benim durumumu sordu… Eşimin ve çocuklarımın adını söyleyerek tek tek sordu…
Mutluyum, huzurluyum yanıtını alınca çok sevindi…
Şinasi ve eşi Birgül Hanıma Nazife Ablaya iyi baktıkları için teşekkür ettim…
Mersine döndükten sonra iki ay geçmişti…
Beni, Mersin’den Kâhta’ya giden sevgili öğretmen hemşerim Mahmut Eken aradı…
Taziye evinde olduğunu, beni göremediğini söyledi…
Nazife Ablanın ölümünü Mahmut Eken’den öğrendim… Dostluğunu, insanlığını göstermişti… Bana sevdiğim bir insanın ölümünü haber vererek taziyesine katılma şansı vermişti… Teşekkürler Mahmut Eken öğretmenim…
Aynı gün yola çıktım… Sabah Kâhta’ya indim…
Taziye evine gitmeden sevgili Nazife Ablanın mezarına gittim…
Taziye evine gelince büyük bir kalabalıkla karşılaştım… Kadınlar evde, erkekler taziye çadırındaydı…
Bir hafta Kâhta’da kaldım… Kâhtalıların kusursuz yaptıkları işlerin başında taziye ziyaretleri gelir… Ev ve çadır dolup dolup boşalıyordu…
Nazife Abla, ölümünde bile bana güzellik yaptı…
30–40 yıldır göremediğim komşularımla, tanıdıklarımla, akrabalarımla, Kirvem sevgili Abdullah Aslan ve oğlu Mehmet’le beni buluşturdu…
Orada bulunduğum süre içerisinde Nazife Ablanın oğlu Şinasi, enişteleri, torunları, amca çocukları ve diğer akrabalar gelen misafirleri kusursuz bir şekilde ağırlamak için büyük bir gayret gösterdiler…
Gelen konuklar ayakta karşılandı ve uğurlandı… Misafirlere aralıksız çay servisi yapıldı… Yemek saatlerinde yemek verildi…
Hamit Evci ve Nazife Ablaya layık bir taziye oldu. Ben ayrıldığımda taziye devam ediyordu…
Mersin’e dönmeden tekrar mezara gittim… Bütün tanıdıkların mezarını ziyaret ettim… Mezarlarının resmini çektim… Yüzlerce resimle döndüm…
Gökyüzünde balayına çıkmış yıldızlar, sevgili Hamit Evci ve Nazife Abla sizi ölene dek saygıyla anacağım…
Çevrenizde canımızdan kopup gelmiş diğer güzel yıldızlara selam söyleyin…
Sizi unutmadım!
Sizi unutturmayacağım!
Sizler güzel insanlardınız…
Yeryüzünde yaşamış ve yaşamakta olan tüm güzel insanlara selam olsun…
Gönüllerimizin yıldızlarına selam olsun…
YORUMLAR
Saygıdeğer hocam, yine büyülediniz bizi güzel insanlarınızla, güzel insanlığınızla. Bu yazınızla ilgili bir notum daha olacak: Evet, yazı harika bir edebiyat dersi gibiydi; o giriş, girişte okuduğum tasvirler, hepsi tam usta işiydi... ÖZEL TEBRİK. Bu arada Mustafa Cantekin'i anlatan bir yazınızı paylaşmışmıydınız? Okumak isterim...SAYGILAR
Mahmut Cantekin
Bu yazılar Kahta'da yayınlanan köşe yazılarıdır. Mustafa Cantekin benim babam. Onu anlatan yazı da yayınlanacak.
Vedat Demircioğlu ismini hatırlarsın. İstanbul'da 1968'de öldürülen ilk devrimcidir. 19 Eylül 1969 yılında Vedat'tan sonra öldürülen ikinci öğrenci Mehmet Cantekin. Mehmet Cantekin ağabeyim. İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi öğrencisiydi. 21 yaşındaydı. Köşe yazarıydı.
İlhan Selçuk Ağabey Mehmet Cantekin hakkında köşe yazsı yazdı. Babamı da anlatmıştı.
Uğur Mumcu, onlarca köşe yazısında ağabeyimden bahsederdi.
Çok şey var yazılacak.
Sevgiler, selamlar.